MANA 2.Kitap 1.Kısım
Sahip olduğun şeylerin farkında mısın?
MANA 1-2-3-4-5-6-7. Kitap 2018-2024...
MANA 2.Kitap
Tıklayarak kaldığınız kısma geçebilirsiniz...
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 | 25 | 26 | 27 | 28 | 29 | 30 | 31 | 32 | 33
MANA 2.Kitap 1.Kısım
Ebru durdurulamaz bir şekilde ağlıyordu...
…
Bahçe’dekiler onu sakinleştirmek için, birkaç girişimde bulunmuşlar fakat söylenen her söz ve teselli, onun üzüntüsünü daha fazla artırdığı için vazgeçmişlerdi...
…
Sarp Peri, Mert'i bulunduğu yerden alıp bahçeye getirmişti.
Mert, Ebru'nun hüngür hüngür ağlayışını görmüş ve hemen onun yanına gitmişti.
Ebru, başını kaldırmış Mert'e bakıyor fakat Mert karşısında olduğu halde onu görmüyor, ağlamasına devam ediyordu...
…
Mert,
“Buradayım bir tanem, rahat ol, bana hiçbir şey olmadı...
Sen zaten bana hiçbir şey olmayacağını bilmelisin, neden ağlıyorsun?” dedi
Fakat Ebru, konuşanın Mert olduğunun farkında bile değildi...
…
“Yalan söylüyorsunuz, hepiniz yalan söylüyorsunuz, Mert'e çok kötü bir şey oldu, hepiniz benden saklıyorsunuz...
Mert'e ne oldu?
Biriniz bana gerçeği söylesin.
Mert şu an ne halde, ben ne yapmalıyım” diye bilinçsizce konuşuyordu...
Mert, Ebru’nun hezeyanını içinde ve çok derinlerde yaşadığını, bu nedenle de kendisini dış dünyaya kapattığını anladı.
Aklına Leyla ile Mecnun'un hikâyesi geldi.
Mecnun Leyla'nın aşkından çöllere düşer ve Leyla, Leyla, diyerek dolaşır.
Leyla'nın ve Mecnun’un aileleri buna çok üzüldükleri için, Leyla'dan Mecnun'u teselli etmesini ve onu çölden alıp
tekrar şehre getirmesini istemişlerdi.
Aileler, evlenmelerine izin de vermişti...
Leyla, çölde Mecnun’u bulduğunda Mecnun, Leyla Leyla Leyla diyerek dolaşıyordu.
Leyla, Mecnun’un karşısına geçip,
“Artık beni aramak zorunda değilsin, ben sana geldim, Leyla'n sana geldi, hadi birlikte şehre dönelim”
dediğinde...
Mecnun,
“Çekil önümden, Leyla'm ile arama girme” diyerek, onu kenara çekmiş ve yine Leyla Leyla Leyla diyerek çölde
yürümeye devam etmişti.
Mevlâna Hazretlerinin meşhur bir sözü vardır.
Fakat bunu tam olarak anlayamıyorlar ve yanlış söylerler...
Mevlâna Hazretlerinin, “hamdım, piştim, yandım” dediğini söylerler.
Mantıklı sıralama da budur ve sözün de doğal olarak böyle olması gerekir.
Oysa Mevlâna hazretleri,
“ hamdım, yandım, piştim ” demiştir.
Ham iken aşk ateşi ile yandığını ve bu yangınının neticesinde pişme olarak tabir ettiği, olgunluğa ulaştığını anlatmak istemiştir.
Mecnun'un Leyla aşkı ile yanması ve sonunda o yangın ile ilahi aşka ulaşarak, piştim sözündeki gibi aşkının nihai, son, olgunluk noktasına, pişme noktasına ulaşması neticesinde, gözünün önünden Esma olarak nitelendirebileceğimiz bütün dünyasal görüntüler kaybolmuştu.
Artık Esmaları değil, sıfatları görür hale gelmiş olması sebebiyle, Leyla'nın karşısına suret olarak geçip, Esma olarak ben buradayım demesine aldırmaksızın, o gördüğü sıfata doğru yürümeye devam etmiştir.
Mert işte bundan korkmuştu...
İnsanların bu tür durumdakiler için, aklını yitirdi, meczup oldu dedikleri türden bir sıkıntıya girebileceğinden endişe ederek, ne yapması gerektiğini düşündü.
Öncelikle, Safinaz peri ile istişare yapması gerektiğini hissederek, Safinaz'a Seslendi.
Safinaz Peri’ye düşündüklerini anlattıktan sonra,
"sen ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Safinaz Peri,
“Endişe etmeyin Mert Bey, durum kontrol altında"...
Evet, aslında sizin endişelendiğiniz noktada bulunuyor Ebru Ecem...
Biz de işin o noktaya vardığını görünce, onu oradan çekip çıkartmak istedik...
Bizim de doktorumuz var.
Evet, Perilerin de kendilerine has birtakım rahatsızlıkları var.
Ve bizim doktorumuz, Doktor Latif Peri.
O bize Ebru Ecem için sıkıntılı bir durum olmadığını, çünkü Ebru Ecem'in bu hezeyanı yaşarken aynı zamanda da düşünmeye devam ettiğini söyledi.
Bu, hezeyan yani yoğun duyguların içerisinde kayboluş değil de bir tür aklını yitirme ya da meczupluk durumu olsa, o durumda düşünemeyeceğini söyledi.
Düşünebildiği sürece sorun yok.
Nihayetinde, bu sıkıntılı durumu yaşarken düşünmeye devam ederek, bir süre sonra Mert'i dünya gözüyle görmek ve aramak isteği meydana gelecektir...
Ve içinde bulunduğu durumdan o zaman kendiliğinden çıkıp, Mert'i arayıp, bulup ona yardım etmek üzere normale dönecektir.
Kısacası endişe edilecek bir durum yok ve şu an yapılacak her türlü yardım girişimi, faydadan çok zarar verir.
"Siz, onun beş duyu organına hitap ederek, onun Mert'i hatırlamasını kolaylaştırın ve o kendiliğinden dünyamıza geri dönecektir” dedi.
Doktor Latif Peri,
“Kulağına Mert'i hatırlatacak şarkıların gelmesini sağlayın.” dedi...
Ve biz Bahçe’de,
“ Portofino ”
şarkısını çalıyoruz.
“Burnuna Mert'i hatırlatacak kokuların gelmesini sağlayın” dedi...
Ve biz mutfakta sac böreği pişiriyoruz.
Sizi ona hatırlatarak, geri dönmesi için elimizden geleni yapıyoruz Mert Bey.
“Siz de bu çerçevede elinizden geleni yapın...
Fakat gidip de
“Ebru ben buradayım diye onu zorlamayın.” dedi Safinaz.
Mert bunun üzerine, terasta oturanlara seslenerek,
“Arkadaşlar şöyle bir araya toplanır mısınız?
Size bir cümle ile bugünü özetleyeceğim, beni dinler misiniz” dedi.
Mert hem Bahçe sakinlerine günü özetliyordu hem de Ebru’ya ait detaylara girerek, onun hissetmesini amaçlıyordu.
Konuşmasını her zamanki çizgisinde yapmıştı.
Yani bir cümlesi 20 dakika sürmüştü.
Sonrasında,
“Ebru, Zeynep abla, Sacit abi, siz benimle toplantı odasına gelir misiniz?
Sizinle özel olarak konuşmak istediğim birkaç konu var” demişti.
Zeynep Hanım, Mert'in Ebru diye seslenişinden Ebru'yu normal yaşama döndürmek adına, bu senaryoyu gerçekleştirdiğinin farkına varmış olarak...
“Ebru, hadi kalk, toplantı odasına gidiyoruz.
Mert bizi orada bekliyor” dedi.
Ebru bunun üzerine,
“Tamam Zeynep abla, sen git ben bir yüzümü yıkayıp geliyorum” diye cevap verdi.
Duyu organlarına seslenmek, sorunun çözümü için fevkalade başarılı bir yöntem olmuştu.
Ebru’nun zihni, Zeynep hanımın seslenmesi ile tüm derin duygusallığını bir kenara bırakıp, vazife çağırıyor
diyerek onu kendisine getirmişti.
…
Biraz sonra, toplantı odasının kapısı açıldı ve Ebru içeriye girdi.
Mert ile göz göze geldiler...
Ebru hiçbir şey söylemiyordu ve Mert'e bakıyordu sadece...
Bir süre bu şekilde bakmaya devam etti...
Sonrasında, sapandan fırlayan taş gibi yerinden fırlayarak, süratli bir şekilde Mert'e doğru koştu ve ona sımsıkı sarıldı...
…
Birkaç saniye o şekilde sarılmış vaziyette kaldıktan sonra, kendini biraz geri çekti ve Mert'in göğsünü yumruklamaya başladı.
Bir yandan Mert'in göğsünü yumrukluyor, bir yandan da
"ne kadar kötüsün, bana aynı acıyı tekrar yaşattın, sana hiçbir şey olmayacağını bildiğim halde ben seni o şekilde
görmelere dayanamıyorum Mert” dedi.
Ve yumruklamayı bırakarak, tekrar Mert'e sımsıkı sarılıp, hüngür hüngür tekrar ağlamaya başladı.
Mert hiç ses çıkartmıyordu...
Zeynep Hanım’a ve Sacit Bey'e de ses çıkartmayın işareti yaptı.
Ebru bir dakika kadar, aynı şiddette hüngür hüngür ağlamasına devam etti.
Mert cebinden çıkarttığı mendil ile önce onun gözyaşlarını sildi.
Daha sonra mendili burnuna tutarak, hınkır, evet hınkır...
Gözyaşlarını boşalttın, burnunu da mendilimin içine boşalt ve artık lütfen kendini topla, kendine gel Ebru” dedi.
Evet, bir şeyler yaşadık, ikimiz birlikte yaşadık bu yaşadıklarımızı...
Yaşanamayacak kadar kötü durumlardı ama sonuçta biz bunları yaşadık…
Ebru her seferinde bu şekilde kendini harap edeceksen, ben seni düşünmekten hiçbir iş yapamam ki güzelim...
Ben sana orada ne dedim?
“Ebru sen bahçeye dön, sakın beni yanında götürme, çünkü ben bunları takip etmek istiyorum” dedim.
Demedim mi, dedim...
Bana hiçbir şey olmayacağını ve rahat olmanı da söylemedim mi, söyledim.
E sen daha kendini neden bu kadar harap ediyorsun...
Kaldı ki en basitinden Asım periyi ya da Sarp Peri’yi gönderip, beni uzaktan izlemesini söyleyebilirdin.
Sıkıntılı bir durum olursa, direkt müdahale etmeleri emrini verebilirdin.
Hatta ben senden şunu beklerdim...
Oraya 1000 tane, 2000 tane, 100 bin tane periyi yığıp, o ateş edenleri, karga tulumba, söve söve, döve döve, bahçedeki nezarethaneye getirmelerini isteyebilirdin.
Sen ne yaptın, oturdun burada ağladın...
…
Bak şimdi bunları neden söylüyorum?
Tekrar üzülüp, tekrar ağlamanı istediğim için söylemiyorum bunları.
Şimdi biz bir yola girdik.
Biz artık insanlarla mücadele etmiyoruz.
İnsanlıktan çıkmış, mahlûkata dönüşmüş şerefsizlerle mücadele içerisindeyiz.
Bu durumda, her olay olduğunda eve gelip ağlamayacaksın.
Profesyonel olmayı öğrenmek zorundayız.
Baktın ki orada sıkıntılı bir durum var, sana Bahçe’ye git dedim...
Beni yanında götürme sakın, ben bunları takip edip yakalamak ya da kim olduklarını öğrenmek için burada kalmak istiyorum dedim...
Ya da demesem de bunu ima ettim.
Sonuçta, senden bunu istemiş oldum.
Senin de senden istediğim bu istek çerçevesinde, benim işimi kolaylaştırıcı bir hamle yapmanı bekliyordum.
…
Ebru, tehlikeli bir durum olsa zaten,
“Ebru hemen bizi bahçeye götür” derdim.
Hatta bunu dememe de gerek yok...
Eminim ki o an Safinaz yanımızdaydı.
Gerçekten sıkıntılı bir durumla karşılaşıyor olsak, bizim hiçbir şey dememize gerek kalmadan bizi alır bahçeye
getirirdi.
Safinaz doğru mu söylüyorum?
Safinaz cevap verdi...
“Evet, Mert Bey, kesinlikle doğru söylüyorsunuz” dedi.
Safinaz’ı da duydun Ebru’cum...
Bak şimdi ne yapalım biliyor musun?
Olan oldu, biten bitti...
Olanla, bitene çare yok...