ELA 1.Kitap 1.Kısım

...

Korkma demiyorum sana…
Ancak korkunu belli etme ve o korkuya alışmaya çalış.
Çünkü o korkuyu hissettiğin yere gitmek ve orada bulunmak zorundasın.

ELA 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10. Kitap 2018-2024...

ELA 1.Kitap

Tıklayarak kaldığınız kısma geçebilirsiniz...

1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | 19 | 20 | 21 | 22 | 23 | 24 | 25

ÖNSÖZ

Hepimizin korkuları var.
Korkular iki türlü…

Birincisi bilinenden korkma.
İkincisi ise bilinmeyenden korkma…

Tam olarak algılayamadığımız, anlayamadığımız, çözemediğimiz şeylerden korkarız.

Bilinmeyene karşı nasıl bir savunma mekanizması ile hareket edeceğimizi kafamızda tam olarak oturtamayız.

Olayı kafamızda çözdüğümüzde de yine yol ikiye ayrılır.

Birinci durum korkmaya gerek olmadığı kanaatidir ve korkumuz ortadan kalkar.

İkinci durumda ise gerçekten korkmamız gerektiği kanaatine varırız ki korku yerini endişe ve bazen de dehşete bırakır.

Bunlar elbette ki sıkıntılı durumlardır…
Kimi zaman bir görüntü yansıması,
Kimi zaman tam olarak algılayamadığımız bir ses karmaşası ve sonuçta zihnimizin, bunları kendine göre bir puzzle tamamlar gibi tamamlaması neticesinde…

Evet, bazen kötü tamamlar ve bu tamamlama neticesinde algılamamız bizi korkuya sevk eder.

Kimileri yatağının altında bir şeylerin olduğu hissine kapılarak huzursuz olur.

Kimileri içeride tanımlayamadığımız bir şeyin olduğunu hisseder ki,
kafamızda bunu kura kura, kura kura korku ve endişe içerisinde kalınabilir.

Kapıların üzerindeki ışık yansımaları bize sanki evin içinde birtakım varlıkların gezindiği hissini verir.

Bunların hepsi bizim yanlış algılamamız mıdır?

Yoksa gerçekten ışığın azaldığı, sessizliğin oluştuğu durumlarda bir takım gerçekten var olan şeyleri mi algılamaya başlarız?

Buraya kadar söylediklerimiz bilinmeyene korku.

Ancak bir de karşımızda, hayatımızda, yaşantımızda, aşamayacağımız ve yüzleşmek zorunda olduğumuz korkularımız ya da korkacaklarımız var.

Kimi çocuklar, öğretmenlerinden, okul müdüründen ya da eğitim yerindeki başka kişilerden korkarlar.

Şunu kabul etmek gerekir ki,
Eğer bir insan bir şeyden korkuyorsa, bu korkusu onun psikolojisinden kaynaklanan bir şey değildir, kesinlikle onun gerçeğidir.

Burada doğruyu tanımlamak mümkün değil ancak çocuk öğretmeninden korkuyorsa, emin olun öğretmeninde korkulması gereken bir şeyi hissettiği için korkuyordur.

Her çocuk aynı korkuyu hissetmeyebilir fakat hisseden çocuğa korkusunun anlamsız olduğu, korkmaması gerektiği gibi yanlış yönlendirmeler yapmak yerine…
Evet, korkuyorsan korkulacak bir şey var demek ki…

Ancak, sen cesur olacak ve bu korkunun üstesinden gelip onu yenebilecek güçtesin…

Korkma demiyorum sana…
Ancak korkunu belli etme ve o korkuya alışmaya çalış.
Çünkü o korkuyu hissettiğin yere gitmek ve orada bulunmak zorundasın.

Eee tabii ki büyüklerin de birtakım korkuları var.

Mahallede yaşıyorsanız, başınıza gerçekten her şey gelebilir.

Gözle görülür bir şey olmasa dâhi, gündüz ya da gece o mahallede yürürken tedirgin olmanız doğaldır.

Gözle görülen bir şey yok, tedirgin olmaya gerek de yok demek, gardını indirmek, kendini savunmasız bırakmaktan başka bir şey değildir.

O nedenle bazı yerlerden hızlı hızlı geçeriz…

İnsanın hislerinin onu yönlendirmesi asla yanlış değildir.

Fakat var olan ve katlanması gereken rahatsız edici durumun, kendisini mümkün olduğu kadar rahatsız etmeyecek şekilde algılayabilmesini sağlamak gerekiyor.

İyi düşün, iyi ile karşılaş…

Evet, bu bir teori de olsa yaşananlar bunu destekler nitelikte.

Evren’e negatif elektrik gönderme, kötüyü çağırma, kötü şeyler düşünme…

Bunların da hepsi doğru…

Tüm bunlar doğruysa, hislerimizin sesine kulak vererek temkinli olmamız gerekir.

Ancak başımıza bir şey gelmesini engellemeye çalışırken, kendi kendimizi de hasta etmememiz gerekir.

Evet, iç sesimize kulak vererek temkinli hareket gideceğiz fakat bu temkini abartarak, rahatsızlık veren bir boyuta taşımayacağız.

Peki, bu hassasiyet herkeste mi var?

Hayır, herkeste yok…

Mevlâna hazretleri buna kırkta bir kuralı diyor.

İşte o kırkta birler bu hislere sahip ve rahatsızlık duyuyorlar.

Kesinlikle, duydukları her rahatsızlık ve hissettikleri her şey onların gerçeği…

Dahası da var ama önsözde bunu uzatmayalım.

Kitap içerisinde yeri geldikçe değineceğiz buna.

Faruk Aksoy
elabey@yahoo.com

Önsöz sonu

ELA 1.Kitap 1.Kısım

Aysun, henüz 32 yaşında olmasına rağmen, elinden tuttuğu 17 yaşındaki hamile kızı Eda ile ne yapacaklarını düşünerek, amaçsızca yürüyordu.

Çünkü durduğu an geçmişte olanları hatırlıyor ve boğulacakmış gibi hissederek kusmaya çalışıyordu.

Sevmenin ne demek olduğunu bile bilmediği zamanlardı ve sevdiğini sandığı adam ondan faydalandıktan sonra, onu yüzüstü bırakıp çekip gitmişti.

Çok aramış ve onu çocuklarını okuldan alırken görmüştü…

Ne yapabilirdi ki?

Ben bir aptallık yaptım ve bu aptallığa devam etmek için sizin yuvanızı yıkacağım diyerek ortaya mı atılsaydı?

Belli ki bir serserinin kurbanı olmuştu ve zarar görmüştü.

Rahmetli babasının hayali,
“zararın neresinden dönülse kârdır kızım” diyerek karşısında duruyordu ve haklıydı da…

Lânet bile okumadı…

Babasının ölümünden sonra, daha 9 yaşındayken onu komşularının evinde oynarken bırakıp, daha önceleri babası hayattayken de birlikte olduğunu sonradan öğrendiği adamla kaçan annesi…

Demek ki hayat böyle bir şeydi ve arkana bakmadan yürümen gerekiyordu.

O da öyle yaptı…

Sosyal hizmetlerde geçen yıllardan sonra, hasret olduğu birkaç güzel sözü söyleyen birisine inanmış ve kendini ona teslim etmişti…

Sonuçta da anlamsız bir gecenin sabahında ortada kalakalmıştı.

Dönmedi o sosyal kuruma.

Nasıl dönebilirdi ki?

Güya kendisini korumak adına, sorulacak onca soruya dayanabilir miydi?

Bir kaldırımda oturmuş ağlarken, yaşlı bir nine ona onu hiç yormayacak net bir soru sormuştu.

“Kimin kimsen var mı kızım?” demişti.

Ne neden ağladığını ne de ne yapacağını falan sormamıştı.

Sonrasında da “benim de kimim kimsem yok, gel bana arkadaş ol” diyerek yürümüştü.

Aysun, ninenin ardından, elindeki süt şişesini gösterip yürüyen kadının ardından giden kedi misali peşine takılmıştı ninenin.

Nine Aysun’a tertemiz bir oda ve ortam vermiş ve geçmişi ile ilgili asla tek bir soru bile sormamıştı.

Aysun bir defa, ninenin merak etmiş olacağını düşünerek anlatmak istemiş ama nine onu susturarak,
Her ne kadar yaranın kabuğunu kavlatmak zevkli gelse de ellememek lâzım kızım, dök acı ilacı ve sar üstünü, içten içe iyileşir o” demişti.

Karnı büyümeye başladığında, paniğe kapılmış ama nine yine duruma müdahale ederek,
Kaçma kızım kaderinden, sırtındaki yükle nereye kadar kaçabilirsin ve o yük sen kaçtıkça, koştukça ağırlaşır” demişti.

Kabullenecek ve tüm gayretini ortaya koyarken sabredeceksin, o zaman o yük, sana yük olmaz ve zamanla da hafifler” demişti…

Hamileliği boyunca hiç yalnız başına çıkmadı dışarıya.

Nine ile birlikte çıktılar gerektiğinde ve nine,
“şehit torunumun emaneti” dedi soranlara ve yürüdü gitti.

Bebek doğduğunda, daha önce hissetmediği hisler yumağı içinde, derin bir mutluluk sarmıştı etrafını.

Geçmişe takılmadan ama kaderinden de kaçmadan büyütmeye başladı kızı Eda’yı.

Bir süre hiç sıkıntı çekmeden mutlu yaşadılar…

Bir işe girmiş ve biraz para da biriktirmişti.
Çünkü nine oturduğu evin bir hayırseverin emaneti olduğunu, o öldüğünde yürüyüp yoluna gitmesi gerekeceğini net bir şekilde söylemişti.

Yola çıkarken heybene bir süre yetecek kadar erzak alsan da devamında rızkın neredeyse onu bulup yiyeceksin kızım.

Kendini yıpratmadan, üç beş bir şeyleri yolluk olarak biriktirsen de kaderin neyse gene onu yaşayacaksın kızım.

Rahmetli eşimin tekaüt maaşından ay içinde harcanmayan parayı şu alt çekmecedeki kutuya koyarım.

Benden sonrasında, yola çıkarken o kutu sana helaldir alabilirsin…
Demiş ve cevap verecekken, elini kaldırmış ve sus işareti yapıp odasına gitmişti.

Her gece, Allah’ım nineme uzun ömür ver de kızım biraz büyüsün diye dua ediyordu.

Eda büyümüş, mutlu bir ilk ve ortaokul hayatı olmuştu.

Lisede de deli dolu bir ortamda okumak zorunda kalmış olsa da ağır başlı bir kızdı Eda.

Ta ki lise son sınıfta okurken yaşananların yaşanacağı güne kadar.

Her ne kadar yaşanmış olsa da bazı şeyleri anlatmak, hele ki bu anlatılan şeyler insana acı veren şeylerse anlatmak, gerçekten hem zor hem de gereksizdi.

Aysun’un,
“kızım öyle yerler sana göre değil, gitmesen olmaz mı?”
demesine rağmen, Eda gençliğin verdiği isyankâr yapı ile inat etmiş ve gençlerin lise son sınıf çayı olarak kendi aralarında, hiç de hoş olmayan bir mekânda düzenledikleri partiye katılmıştı.

Cumartesi günü öğleden sonra başlayıp, hava kararmadan bitmesi planlanan eğlenceye neşe içerisinde giderken, Aysun ona daha fazla engel olamamıştı.

Bazen bazı şeyleri hissetsen de demek ki önüne geçmek imkânsız” diye düşündü…

Eda hava kararmadan geleceğini söylemişti fakat saat akşamın dokuzu olduğu halde eve gelmemişti…

Aysun kızını defalarca aramıştı fakat telefonu kapalıydı.

Polisi arayarak kızının eve gelmediğini bildirmiş, onun herhangi bir hastanede ya da başka bir yerde olup olmadığı ile ilgili bilgi almak için karakola gitmişti.

Polislerin samimi bir şekilde ilgilenmelerine ve gayretli aramalarına rağmen, bir sonuca ulaşılamamıştı.

Aysun’un bu geceyi nasıl geçirdiğini hayal ederken, insanın kendini onu yerine koyması lazımdı.

Hava aydınlanmış olmasına rağmen, hala bir sonuç yoktu ve sonrasında geçen birkaç saat sonra, bir ekip arabasından kızını inerken gördü.

Kızı Eda, korkmayı gerektirecek kadar perişan bir haldeydi.

Üstü başı parçalanmış, eli, yüzü, saçı çamur içerisindeydi.

Çok kötü bir şey yaşamış olduğu, her halinden belliydi.

Polisler üzerine battaniye örtmüş olmalarına rağmen, titreyerek iç geçiyor ve yürürken irkilip sıçrıyordu.

Kızım, kızım, güzel kızım…
Annesinin bir tanesi…
Gel, gel, korkma ben yanındayım…
Gel otur şöyle” diyerek onu oturttu.

Eda hiçbir şey anlatabilecek durumda değildi.
Ona soru sormak anlamsızdı…
Yapılabilecek tek şey ona şefkat ile yaklaşmak ve onun sakinleştirmekti.

Aysun kızına sımsıkı sarıldı ve hiçbir şey söylemeden, bebekken uyutmak için sırtına hafif hafif vurduğu gibi vurmaya başladı.

Annesinin tempolu ninni vuruşu Eda’yı sakinleştirmişti.

Şuuru yerinde olmamasına rağmen, annesinin şefkatini ve korumasını hissedebiliyordu.

Karakol baş komiseri yanlarına gelerek bu durumda olan tek kişinin Aysun Hanım’ın kızının olmadığını söyledi.

Maalesef, kızınızın okulundaki 6 kız daha aynı durumda dedi.

Kızlar eğlence sonrası, önceden konuşulmuş ve kendilerini evlerine bırakacak olan bir minibüse, okuldan 2 erkek çocuğu ile birlikte binmişlerdi.

Minibüse bindiklerinde, arka tarafta oturan 5-6 erkek yolcunun daha olduğunu görmüşler fakat bu onlara gayet doğal gelmişti.
Ancak minibüsün gitmesi gerektiği yöne değil de başka yöne gitmeye başlamasıyla, herkeste bir korku ve endişe başlamış, şoföre sormuşlardı.

Şoför, normal yolda kazı olduğunu ve az ilerden dönüp, başka yoldan gitmeleri gereken yere gideceklerini söylemişti.

Her ne kadar korku ve endişe devam ediyor olsa da ses çıkartamamışlar, tedirgin bir şekilde beklemeye başlamışlardı.

Gerçekten şoför az ileriden dönerek, sağda durmuştu.

Fakat bu duruş kapının açılarak okul arkadaşları olan iki gencin dışarı atılması ile sonuçlandı.

Minibüs kapısını kapatarak, tekrar hızla yola devam etmişti.

Baş komiser, “bundan sonrası hoş olmayan şekilde devam ediyor…”

“Anlatmayı benim midem kaldırmıyor olsa da size şu kadarını söyleyeyim, bu kızlara çok kötü şeyler yapmışlar…

Minibüsteki muavin, çocukların anlattığına göre çok iyi ve temiz bir insanmış.

Kızlara kötülük yapmamaları için ağlayarak yalvarmış.

Fakat önce onu ve sürekli bağıran kızınızı dövmüşler.

Daha sonra da muavini Eda ile birlikte olmaya mecbur bırakmışlar…

Kızınız ne kadar perişan ise emin olun, O temiz çocuk muavin de bir o kadar perişan…

Suçluların tümü yakalandı ve hepsi gözaltındalar.

Uyuşturucu kullandıkları için yaptıkları kötülüklerin birçoğunu hatırlamıyorlar.

Emin olun, onlara verilebilecek cezanın en büyüğünün verilebilmesi için rapor tutuyorum…

Aysun Hanım olan oldu…
Şimdi olmayanlar da var ve olmayanlar da olursa bu iş kötüye gider…

Bundan daha başka ne olacak ki diye düşünmeyin.
Size şunu öneriyorum…
Zaten gerekli kâğıtları ben hazırladım.
Sizin imzanızı alacağım.
Şimdi tutanağı okuyup imzalayın ve hemen buradan kayboldun…

Çünkü biraz sonra basın buraya damlar.
Kızınızı bu haldeyken gazetelerde, televizyonlarda görmek istemezsiniz.

Arkadaşlar sizi evinize bırakacaklar.
Kızınızı adli tabip gördü ve gereken raporu tuttu.
Sadece, mahkeme öncesi kızınızın bize bir uğraması gerekiyor.
Onun gelmesine gerek yok fakat siz lütfen yarın formaliteden, atladığımız bir şey olmasın diye bir uğrayın” dedi ve gitti.

Eda annesinin kucağında uyumuştu.
Aysun onu uyandırmak istemiyordu.
Ne yapacağını düşünürken bir polis geldi ve “onu sandalyede otururken arabaya taşıyalım, uyandırmayalım, orada da kaldırıp arabaya koyarız” dedi.

Öyle yaptılar…
Ekip arabası onları evlerine bıraktı.

Arabadan indikten sonra evlerine çıkıp odasına gitti.
Her ne kadar yürüyor görünse de kendinde değildi Eda ve Aysun kızının üstünü sıkı sıkı örttükten sonra, uyuması için oda kapısını açık bırakarak dışarı çıktı.

Nine köşede oturmuş tesbih çekiyordu.

ELA 1.Kitap 2.Kısım için tıkla..

...