ELA 1.Kitap 10.Kısım
ELA 1.Kitap 10.Kısım
Her şeyden önce Yaradanımız yüce Allah ve her ne oluyorsa onun iradesi ve arzusu dahilinde gerçekleşiyor…
Öncelikle bunu böylece kabullenmek gerekiyor.
Büyüklerimizin dediği gibi niye’ den sohbet olmaz…
O nedenle niye sorusunu pas geçiyoruz.
Sadece söyleyebileceğim…
Aslında sadece söyleyebileceğim değil benim de bildiğim bundan ibaret.
Bildiğimi sizinle paylaşacağım desem daha doğru olacak…
Zaman içerisinde birtakım sıkışmalar olur.
Zaman içerisinde birtakım gevşemeler de olur.
Zaman içerisinde birtakım şeylerin sonuna gelinir.
Zaman içerisinde birtakım şeyler filizlenir, başak verir ve birtakım yeniliklere kapı açar.
Bunu çoğaltmak mümkün fakat uzatmak istemiyorum.
Bir sıkışma durumu söz konusuyken bugünden itibaren bu sıkışma gevşemeye ve rahatlamaya doğru adım atıyor.
Gevşeme ve rahatlama dedim diye hemen rahatlamayın çünkü bu rahatlama iyiliğin rahatlaması olduğu gibi kötülüğün de rahatlaması şeklinde cereyan edecek.
Yani iyiler ve iyilik daha rahat Başak verecekken kötülük de aynı şekilde şerrini artırarak, şiddetini artırarak, zulmünü artırarak ortaya çıkacak.
Yani o zaman bu rahatlama sözümüzü şöyle düzeltelim…
Her ne varsa onlara bir miktar serbestlik izni verilen bir zaman dilimi içine giriyoruz.
Bunun neticesinde elbette ki birtakım mücadeleler başlayacak ve iyilik ile kötülük o sıkışmışlığın içerisinde pek fazla hareket edip karşı karşıya gelemezken, şimdi alelen karşı karşıya gelmeye başlayacaklar.
Peki bunun sonucunda iyilik mi kazanacak kötülük mü kazanacak.
Her şeyden önce şunun anlaşılması gerekir ki Allah indinde yani onun gözünde, onun düşünce sisteminde kötü diye bir şey yoktur.
Her ne yaratılıyorsa, neyi yaratıyorsa onun bir amacı, onun bir gerekliliği mevcut olup bu çerçevede bakılması gerekiyor.
Hepsini yaradan yüce Allah olduğuna göre iyilik de kötülük de ondan geliyor.
Peki bu kötülük neden bize veriliyor.
Dediğim gibi kötülük bizim gördüğümüz şekliyle bize göre kötülük…
Aslında o yeni ufukların başlangıcının bir işareti.
Hani toprağa tohum ekeceğiniz zaman o toprağın karnını yarar, ona türlü türlü bıçaklar, biçer döverler, kara sabanlar saplarsınız ya…
Aslında burada dışarıdan birisi baktığı zaman sizin toprağa zulmettiğinizi, kötülük yaptığınızı düşünebilir.
Oysa siz bir iyiliğin, iyi bir işin başlangıcını yapıyorsunuz ve toprak aslında bundan rahatsız olmuyor.
Bilakis böyle iyi bir şeye vesile olacağı için memnundur.
Karşınızdaki kötü ve kötülüğün tamamen yeni tohumlar ekilebilmesi ve yeni başaklar çıkabilmesi için sadece ve sadece bir başlangıç hamlesi olduğunu bilerek onunla bu çerçevede mücadele edeceksiniz.
Mücadeleniz kesinlikle o kötülüğü ortadan kaldırmak üzere olmamalı.
Çünkü o kötülüğü ortadan kaldırırsanız toprağı sürememiş olduğunuzdan tohumu ekemezsiniz ve başakları göremezsiniz.
O halde burada bize düşen görevi nedir diye düşünüyorsanız, zararı ve acıyı minimuma indirmek, bu etkinin bir travmaya sebep olmaması için gayret etmek ve bunun bir an önce olup bitmesi için gerekenleri doğru bir şekilde yapmak…
Evet bu kadar anlatım gerekli miydi bilmiyorum fakat şunu söyleyebilirim ki kötülük serbest kaldı, iyilik de serbest kaldı…
Bugüne kadar olmamış iyilikler ortaya çıkacak, iyiler ortaya çıkacak ama bugüne kadar olmamış kötüler ve kötülükler de bununla birlikte ortaya çıkacak.
Dedim ya benim de bildiğim bundan ibaret…
Onun için size daha fazla bir şey söylemek isterdim fakat elimde bunu söyleyecek herhangi bir bilgi yok.
Diyeceksiniz ki bu yarın mı olacak?
Hayır belki önümüzdeki 3 sene 5 sene 15 sene içerisinde başlayacak…
Başlayacak demeyelim de şiddetini gösterecek.
Yoksa bugün şu anda başladı.
Peki biz bundan dolayı sıkıntıda mıyız?
Elbette ki bir sıkıntı var.
Çünkü bir kötü, bir kötülük, bir zulüm…
Gözümüz bunları göreceği için bir sıkıntı elbette ki söz konusu.
Fakat biz bunun gerekliliğini anlamış, anlamanın ötesinde idrak etmiş olarak bu kötülüğün ve kötülerin karşısında
duracağız.
Onlarla mücadele ederek iyilerin bundan zarar görmesini engelleyecek, görüyorlarsa da bu zararı en aza indirgeme
noktasında gayret edeceğiz.
Ortada bir şey yokken böyle konuşmak tabii ki garip oluyor.
Sadece bilgi veriyorum diyelim o zaman.
Evet şimdi bu gece Kayseri'deki son gecemiz ve güzel bir yemek yiyelim, güzel içecekler içelim, mutlu bir şekilde bu beldeye veda edelim istedik.
Epeyce hiç tanımadığınız kişi görüyorsunuz ve tahmin ettiğiniz üzere onların hepsi de bizim periler.
Onlar da sizinle birlikte yemek yemeyi arzu ettiler.
Çünkü siz her ne kadar kendinizi henüz tanımamış olsanız da onlar bir takım kadim kitaplardan sizi tanıyorlar ve
geleceğini kitaplarda okudukları o kişinin geldiğini görmek istiyorlar.
Biz de onların bu isteklerini kırmadık ve hep birlikte yemek yemeleri için bir ortam oluşturduk.
Evin salonu nereye gitti diyeceksiniz, bunu demeyin…
Sadece şunu söyleyeyim…
Zaman içerisinde zaman, mekân içerisinde mekân mevcuttur ve bunu siz de zaman zaman görecek ve yaşayacaksınız, artık bunlara alışın.
Sözün fazlası sizi de bizi de yorar.
Onun için sözümüze burada bir nokta koyalım ve buyurun lütfen sizin için hazırlanmış olan bu güzel yiyeceklerden
afiyetle yiyelim, hep birlikte afiyetle içelim ve dediğimiz gibi bu beldeye saygılarımızı sunarak veda edelim.
Kraliçe Eli söyleyeceğini söylemiş, sözünü tamamlamış ve eliyle işaret ederek salondakilere yemeye başlayabileceklerini bildirmişti ve herkes sunulanları afiyetle yiyordu ancak bir gözleri hep o masada ve özellikle Ela üzerindeydi.
Yemeklerin yenilmesini takiben hazmettirici şerbetler ve içecekler ikram edilmiş, çay ve kahve isteyenlere ikram olarak sunulmuş, yemeğin sonuna gelinmişti.
Ela kraliçeye işaret ederek konuşacağını ifade etti.
Kraliçe Eli, “elbette lütfen buyurun” diyerek cevap verdi.
Ela öncelikle oturduğu yerden kalkarak salonun dört tarafına döndü ve o yemeğe iştirak edenlere selam verdi…
Sonrasında koltuğuna oturdu ve “sanırım oturduğum yerden yaptığım konuşmayı herkes duyuyor değil mi?” dedi.
Kraliçe Eli baş ve göz işareti ile evet anlamında ona cevap vererek konuşmasını hiç bölmeden devam etmesine izin verdi.
Öncelikle sözüme dostlarım diye başlamak istiyorum fakat dostlarım kelimesi bir noktada bana yavan geliyor…
Çünkü bugün dost, yarın düşman…
Onun yerine ben size arkadaşlarım yani güvenle sırtımı yaslayabileceğim maneviyat sahibi can dostlarım demek
istiyorum.
Arkadaşını doğru seç demişler…
ben de kolay kolay birisiyle arkadaş olmayan bir yapıya sahibim ve size arkadaşlar diyorsam, sizi arkadaş olarak
kabul etmeye yakın olduğumu ifade ediyorum.
Arkadaşlar yaşıyoruz, evet yaşıyoruz…
Allah hepimize hayat vermiş…
Bu hayatı geçireceğimiz sayılı bir nefes vermiş…
Bu sürede bu hayatı ne yapıyoruz, yaşıyoruz.
Yaşamak, yaşam dediğimiz şey bu verilen süreyi bizim geçirmemiz.
Elbette ki hayat ve yaşamın haricinde bir de ömür var.
Herkes bunları aynı şey zanneder fakat ömür o verilen hayatı yaşarken ne kadarını Allah ile birlikte geçirdiğinin bir süresidir.
Eskiler onun için dua ederken, Allah sana uzun bir hayat, uzun bir yaşam versin demezler…
Allah uzun ömürler versin derler.
Evet Allah hepimize uzun ömürler nasip etsin ve bizi kendisine gerçekten dost olarak kabul etsin.
Nasıl ki İbrahim Peygamber’e Halilim yani dostum diye seslenmişse, İnşallah bize de öyle seslensin ve bizi
korusun.
Lütfuyla muhafaza etsin ki biz o dostluktan asla ve asla ihanetle düşmanlığa geçmeyelim, buna izin vermesin.
Yine aynı şeyi söylüyorum…
Kesinlikle Allah ile arkadaş olmak gerekiyor.
Sıkıntılarımızı onunla paylaşmamız, mutluluğumuzu onunla paylaşmamız gerekiyor.
Elbette ki bunu yolun ortasında bağırarak yaparsak deli derler…
Bunların kalpten yapılması, gönülden yapılması o mutluluğun o şekilde içeride yaşanması ve dışarıya yansımayla his olarak verilmesi şeklinde anlatıyorum.
Benim konuyu dağıtma özelliğim var…
O nedenle bir şeye başlar, oradan oraya, oradan oraya, oradan oraya geçerek 40 tane şeyi bir şeymiş gibi
anlatıveririm.
Onun için sürekli frene basıyorum fark etmişsinizdir.
Şimdi birtakım iyilikler serbest kalacakmış, birtakım kötüler, kötülükler serbest kalacakmış, kötünün ve kötülüğün şiddeti artacakmış, iyinin ve iyiliğin şiddeti artacakmış…
Biz bugüne kadar bunların hiçbirisini zaten düşünerek yaşamıyorduk ki…
Bundan sonra da düşünerek yaşayarak bir şey elde edemeyeceğimiz için yine eskilerin bir sözüyle karşılık vermek
istiyorum…
“Gelen ağam giden paşam.”
Yani her ne yaşanılıyorsa o yaşanacak.
İnşallah Rabbim bizleri lütfuyla…
Bakın lütfuyla diyorum…
Şükür Rahman sıfatının nişanesiyken, al gülüm ver gülüm şeklinde karşılıklara bağlı iken, lütuf Rahim sıfatının
yeryüzündeki tecellisidir ve karşılıksızdır.
Sizden bir şey beklemeden verilen ikramdır, izzettir…
Allah'ın lütfu her şeyin ötesindedir çünkü bir karşılığı yoktur.
Sizin onu elde etmeniz için bir çaba sarf etmenize, bir gayret göstermenize ya da bir şey yaparak onu elde etmenize imkân yoktur.
Sizin çizginiz doğrultusunda o size bir hediyedir.
Onun için Rabbim bize lütfuyla muamele etsin ve lütfu ile bizi muhafaza etsin diyorum.
O bizi muhafaza ettikten sonra ne olmuş ne bitmiş, kötü mü gelmiş, kötülük mü gelmiş, bunların hepsi hikâye.
Bakın özellikle şu arka taraftaki 4 masada oturanları böyle ufaktan ufaktan kesiyorum.
Kesmek dikkatle izlemek anlamında…
Onlar böyle baya bir yaşamışlar.
Yani bu dünyada artık kaç yüz, kaç bin sene yaşadılarsa, epeyce ekmeğini yiyip suyunu içmişler bu dünyanın…
Doğru mudur o masalardaki arkadaşlar.
Onlardan cevap gelmedi fakat Kraliçe Eli,
“evet Ela senin gözün doğru görüyor, onların büyük çoğunluğu bizim yaşlılarımız, bazıları da ihtiyarlarımız...
İki farklı kelime kullandım…
Yaşlı bu dünyada uzun süredir yaşayan…
İhtiyar ise bilindiği üzere ehli Yar olan, aslında ihtiyar diye ağızdan çıkana eskiler öyle derler.
Ama ehli Yar’dır Aslı.
Yani Yar ehli olmuş, bu yaşantılarında uzun bir ömür yaşamışlar ve pek çok şeyi anlamışlar manasında.
Sazı elime aldım, gene sana tekrar iade ediyorum lütfen devam et Ela’cım…
Ela,
“teşekkür ederim kraliçem” diyerek konuşmasına devam etti.
Arkadaşlar dediğim gibi o arkadaki 4 masa epeyce yaşamış.
Allah'ın onlara uzun ömürler nasip ettiğini de tahmin ediyorum.
Yaşlı diyemeyeceğim kadar ihtiyar bakışları var.
Demem o ki onlar Peygamber Efendimiz zamanını görmüş, onu bu gözlerle tanımış kişiler.
Bunu neden söylüyorum?
Şimdi Peygamber Efendimizden bir nakil yapacağım.
Bunun doğruluğunu onların da teyit etmelerini istediğim için bu şekilde konuşmama başladım.
Peygamber Efendimize iman nedir diye soruyorlar.
Peygamber Efendimiz tüm yaşantısı süresince imanı bir kere tarif etmiş.
Onun dışında imanla ilgili başka bir tarif etme ihtiyacı hissetmemiş.