ELA 1.Kitap 11.Kısım
ELA 1.Kitap 11.Kısım
İman hakkında sorulunca ona cevap olarak şu şekilde cevap veriyor.
Bir insan gökyüzüne bir saç teli ile asılı olsa…
O anda yeryüzünde fırtınalar, tayfunlar, kasırgalar birbirini kovalasa…
Depremler ve zelzeleler peş peşe gelse, dağlar un ufak olsa…
Volkanlar birbiri ardına patlasa ve yeryüzünü ateş kaplasa…
Yağmurlar bardaktan boşanırcasına yağsa ve yıldırımlar gökyüzünü ikiye yarsa…
…
O gökyüzüne bir saç teliyle bağlı olan kişi eğer iman ehli ise kılını bile kıpırdatmaz.
Çünkü bilir ki Rabbi onu korursa bunların hiçbirisi ona zarar veremez.
Ve yine bilir ki eğer Rabbi onu korumazsa elinden gelenin hepsini yapsa da kurtulamaz.
Evet ihtiyarlar size soruyorum, söylediklerim doğru mudur?
Arka masadaki ihtiyarlardan cevap geldi…
“Evet sayın Ela söylediklerinizin hepsi doğrudur.”
Ela devam ederek,
"O halde en baştan beri anlattıklarınızın hepsi bu biraz önceki çizdiğim tablodan daha kötü olsa bile, Rabbim bizi
koruduktan sonra bizim düşünmemiz gereken şey nedir?
Endişe etmemiz gerektiren durum nedir?
Ahlara vahlara kapılıp da dövünmeyi gerektirecek durum nedir?
Bakın Yaradan yüce Kur'an'da pek çok şey anlatmış nasihat olsun diye ve Peygamber Efendimizin de bir sözü var…
“Din nasihattir, din nasihattir, din nasihat” diye…
Tüm Kur'an'da insanlar anlasınlar diye nasihatler etmiş fakat içinde bazı şeyler var ki onları özellikle o nasihatlerden faydalanabilmenin temel ilkesi olarak vermiş.
Bir tek Emir ayeti var Kur'an'da geri kalanın tamamı nasihat.
O da “Emrolunduğunuz üzere dosdoğru yaşayın sözü, ayeti…”
Evet Allah emirlerini sıralamış ve Emrolunduğunuz üzere dosdoğru yaşayın demiş.
Bu noktada tek bir şeye bakıyor.
Eğer o varsa ötekilerin tamamını var kabul ediyor.
Eksiklik varsa da lütfuyla tamamlıyor.
Nedir o baktığı şey derseniz…
“Söz” evet sadece ve sadece söz.
“Tutamayacağın sözü verme eğer bir söz veriyorsan o sözü tut.”
Allah'ın emri bundan ibaret.
İşte özünde sözünde doğru insan derler, özünde sözünde doğru peri sözünü de ben ekleyeyim.
Özünde sözünde doğru olmak, verdiği sözü tutmak, tutamayacağı sözü vermemek…
Çocuğuna akşam sana çikolata getireceğim desen ve akşam o çikolatayı götürmesen, verdiğin sözü tutmamış oluyor.
Yani mert olmayan bir namert durumuna düşüyorsun.
Bütün yaşantı bundan ibaret.
Bunu yapan kişiye “Mert” diyorlar.
“Allah Merttir ve Mertleri sever” sözü var Peygamber Efendimizin…
O halde kolay kolay söz vermeyeceğiz ve gerçekten bir söz veriyorsak da o söz tutulacak.
Bunun dışında Allah'ın “Talebena Vecedena” sözü var ki bu da gerçekten dehşet bir söz.
Allah burada buyuruyor ki benden ne isterseniz size onu veririm.
Bakın bu Allah'ın verdiği bir söz ve Allah sözünden dönmez, merttir.
O halde ondan istemeyi öğrenmemiz gerekiyor.
E tabii ki Allah'ın Cemali var, Celali var…
Şeytan kötülük yapıyor diyorlar peki bu kötülüğü yapmak için gereken gücü kimden alıyor?
Elbette ki O da Allah’tan alıyor.
Kötülük istersen Celalinden kötülük de verir, o kötülüğü yapman için güç de verir.
E tabii ki bunun neticesinde sen de berbat olursun, perişan olursun.
Allah yine koruduklarını korur, muhafaza ettiklerini muhafaza eder.
Senin yaptığın bu kötülükten zarar görmelerini engeller.
O ayrı bir şey fakat Allah'tan isterken dikkat etmek gerekiyor, ne istediğini bilmek gerekiyor.
Bazı sözler dilimize pelesenk olmuş.
Yani dilimize yapışmış sürekli kullanıyoruz, yerli yersiz olur olmaz her yerde kullanıyoruz.
Soruyorsun diyorsun ki maddi durumun nasıl, rahat mısın?
Elhamdülillah diyor.
Oysa Fatiha suresinin ilk ayeti Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.
Yani Peygamber Efendimiz ilk ayette Allah'a, senin bana yüklediğin bu yükü ben taşıyamam azalt lütfen diye sesleniyor, ilk ayet bu.
O halde Elhamdülillah Allah'tan azaltmasını istediğiniz zaman kullanacağınız bir kelime.
Maddi durumun nasıl?
Elhamdülillah…
Sağlığın nasıl?
Elhamdülillah…
Rahatın yerinde mi?
Elhamdülillah.
E ne oldu sürekli bunları azaltmasını istiyorsun…
Sağlığını azaltsın, paranı azaltsın, rahatını azaltsın.
Oysa bunları söyleyeceğine tam tersi Allah'ın yine bir sözü var…
“Her kim neye şükrederse biz onun şükrettiği şeyi artırırız.”
O zaman Elhamdülillah değil bunlara cevap olarak çok şükür demeniz gerekiyor.
İşte burada da yine bir kaos durumu söz konusu, bir çelişki, bir ikilem bir sıkıntı var…
Onu nasıl çözeceğiz.
Bakın şimdi bir yemeği yediniz…
Yemekten sonra çok şükür dediniz…
İşte o şükrettiğinizde yediğiniz yemek size elbette ki feyz olur, Nur olur…
Hücrelerinize o Nur ile karışır…
Elbette ki bu kadar güzel bir şey ortaya çıkar fakat bu güzelliği siz muhafaza edecek bir yaşantı içerisinde
misiniz?
Bir hücre 29 gün sonra vücutta yenileniyor…
Yani o şükürden dolayı gelen nur o hücrenin içerisinde 29 gün süresince kalıyor.
Bu çok güzel bir şey…
Eğer gerçekten yaşantın bu Nur’a lâyık bir şekilde ise o zaman tarifi mümkün olmayacak mükafatlar elde edersin, hazineler elde edersin, elbette ki çok güzel bir şey.
Peki bu salondakiler içerisinde 29 gün boyunca hücreleri Nur ile dolu iken hiç günah işlemeden yaşayacağını iddia edebilecek kişi var mı?
Bekliyorum Bir 10 saniye bekleyeceğim buyurun.
Evet bekledim hiç kimseden ses çıkmadı ve gerçekten de çıkamaz.
Ben de dahil 29 gün boyunca günahsız yaşayabileceğime garanti veremiyorum ki.
29 gün boyunca ne televizyon seyredebilirim ne gazete okuyabilirim ne sokakta dolaşabilirim.
Çünkü bu işleri yaptığım her an kendim bizzat işlemesem bile mutlaka bir günahın içerisinden geçiyor olacağım ve
bana bulaşacak.
Ha bunu yapar mı yaparlar…
Kim yapar?
Büyüklerimiz yapar, ihtiyarlarımız yapar ama ben kendime güvenemiyorum.
O zaman yemeğimizi yediğimiz zaman çok şükür demek tehlikeli bir saatli bomba gibi…
Hazine elde edeceğiz derken mağaranın içerisinde patlarsa, üstümüze mağara çökmüş olarak kalırız.
Arkadaşlar burada söylenmesi gereken şey yemeği yedikten sonra “bana bu yiyecekleri lütfettiğin için Teşekkür Ederim Rabbim” sözü olmalıdır.
Maalesef dilimize pelesenk olmuş…
Elhamdülillahlar, çok şükürler yerinde ve gereğince kullanılmadığından bir sürü sıkıntılara sebep oluyor…
Onun yerine yaralarımıza teşekkür etmeye imtina ediyoruz, yani geri duruyoruz ondan.
Halbuki şurada yemek yedik.
Yemeği yedik biraz sonra kraliçe Eli'ye bize bu yemekleri ikram ettiği için teşekkür edeceğiz.
E neden rabbimize bu yemekleri bize nasip etti, bu tatları tatmamıza izin verdi, imkân verdiği için neden teşekkür
etmeyelim.
İşte biraz önce dediğim gibi Allah ile arkadaş olmak, dost olmak, onunla gerçekten konuşmak böyle bir şey.
O halde ne diyoruz?
Elhamdülillahı bir şeyi azaltmasını, dayanamayacağımızı, acizimizi bildireceğimiz zaman kullanıyoruz.
Çok şükür deyiminden mümkün olduğu kadar kaçıyoruz ama buradan kaçarken onu inkâr etmiyoruz.
Acziyetimizden dolayı onu layığıyla yerine getiremeyeceğimizi ifade ederek, özür dileyerek kaçıyoruz.
Onun yerine teşekkür etmeyi öğreniyoruz.
Yaşantımızı Mert olarak devam ettirip tutamayacağımız sözü vermiyoruz, verdiğimiz sözleri mutlaka tutuyoruz.
Ve son olarak da Allah'tan ne istediğimize çok dikkat ediyoruz.
Çünkü kulum ne isterse ben ona onu veririm sözü var ve maalesef isteklerimiz bizim başımıza dert açan yegâne şey.
Alışmışız bir hayırlı olsun, hayırlısı olsun sözüne.
Her zaman yerli yersiz her şeye aynı şeyi söyleyip duruyoruz.
Allah’ım bana hayırlısını ver…
Allah’ım bana hayırlı kısmet ver, nasip et…
Allah’ım bana hayırlı komşu ver…
Allah’ım bana hayırlı işler nasip eyle…
Arkadaşlar Allah katında hayırlı olan şey Cennettir.
Allah bu dünya ile ilgilenmez.
Ebedi alem olan cennet hayatında sizi görmeyi ve Cennette de en iyi yerde olmanızı arzu eder.
Sen hayırlısını istedikçe Allah kulum Cenneti istiyor ona biraz daha dünya sıkıntısı verin ki daha çok gayret edip o çilelerden elde ettiğiyle Cenneti kazansın der.
Yine hayırlısı dedikçe Cennette daha iyi bir kat istiyor biraz daha çile ekleyin onun yaşantısına der.
İyi de bu dünyada sıkıntı çekmek, çilelerle boğuşmak kolay mı?
Çile 3 türlü, “illet, zillet ve gıllet”
Yani illet dediğimiz hastalık, zillet dediğimiz ruhsal daralmalar ve sıkıntılı olaylar, gıllet dediğimiz de maddi sıkıntılar.
Her hayırlısını istediğimizde bunların artmasına sebep oluyoruz.
Allah’a meydan okumaktır sürekli hayırlısını istemek.
Allah senin teslim olmanı istiyor ve sen onunla savaşmak istiyorsun.
Kalene saldırır.
Kalen düşmedi, surların yıkılmadı mı tekrar çile ve yeni saldırılar.
Sonunda surların yıkılır ve aç, biilaç çaresiz kalarak beyaz bayrak sallarsın ve teslim oluyorum dersin.
Allah sen teslim olmadın biz seni teslim aldık diye seslenir.
Teslim olmak değil bu…
Çaresizce yenilgiyi kabul etmek sadece şu an yaptığın.
Halen teslim olmuş değilsin.
Sen gerçekten teslim olana kadar da çilelerin devam edecek…
Kolay mı bu dünyada çile çekmek?
Oysa hayırlısını ver demek yerine hiçbir çileye sebep olmayacak öyle hoş kelimeler var ki…
Rabbim bana izzetinle, ikramınla, fazlınla, kereminle, ihsanınla, lütfunla ver…
Al işte bunların hiç birisinin bir bedeli yok ve bunlarla istersen çile de çekmezsin.
Çilelere gark olmadığın gibi bunlarla isteyerek aynı zamanda cenneti de beraberinde çile çekmiş gibi kazanırsın.
Hepsi bundan ibaret başka da bir şey söyleyemem.
Hazreti Ali'nin ne güzel bir sözü var.
“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı” diyor.
Evet bu saydıklarım din dediğimiz şeyin özeti.
Bunları yaşayan insan zaten ahlâkı yerinde, iyiyi kötüden ayırt edebilen, günahı sevabı bilen, Allah'ın emrine
boyun eğen, ona lâyık olmak için gayret gösteren bir yapıya sahip olacaktır ve Allah'ın dostu, onun arkadaşı
niteliğini kazanacaktır.
Bir kişi Allah ile dost olursa alemler ona dost olur ve herkes ona duacı olur.
Her müşkülünde onun yardımcısı olur.
Yine Allah buyuruyor ki
"siz benimle beraber olursanız, ben sizin tüm işlerinizi hallederim."
Bakın bu söz böyle saçma sapan bir yere gitmeye müsait bir söz…
Yani hiçbir şey yapmayacağız her şeyi Allah yapacak…
Haşa öyle bir şey yok.
Doktorsak doktorluğumuzu doğru dürüst yapacağız, hemşire isek hemşireliğimizi doğru dürüst yapacağız, müstahdem isek temizliğimizi doğru dürüst yapacağız, ne isek neyiz onu doğru dürüst yapacağız.
Yani emrolunduğumuz üzere, bize verilen dünyevi plan dahilinde dosdoğru yaşayacağız.