Dev 1.Kitap 1.Kısım

...

Tüm karanlık yok olmuş ve bir cennet bahçesinde, babası ile beraberlerdi.

Dev 1-2-3. Kitap 2019-2024...

Dev 1.Kitap

ÖNSÖZ

Tüm Yaşanmışlıklara…

Yarını düşünerek yaşayanlar, bu günü yaşayanlara asla galip gelemez…

Sevdikleriniz, korktuklarınıza karşı bir kalkandır.

Korktuklarınız, anlayamadıklarınıza karşı bir kalkandır

Korkularınızı anladığınızda, onlardan gerçekten kaçmaya veya onlarla savaşmaya karar verecek olan sizsiniz.

Sonrasında ne mi olur?

Ya şehit olursunuz ya da gazi...

"Niyazilere hep üzülmüşümdür".

Dev 1.Kitap 1.Kısım

Tatlı bir ezan sesinin huzur veren yumuşacık dokunuşu ile bugüne kadar hiç öne eğilmemiş yüzünde hoş bir ifade belirdi Ayhan'ın.

Karanlığı yarıp, içinden aydınlık bir günü çıkartan bir name hoşluğu ile pencereden ezanı dinlemeye devam etti.

O kadar yavaş okuyordu ki hoca sabah ezanını, hiç bitmesin istercesine dinliyordu...

Tâ ki ezanın sonunda Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya...
Diyene kadar hoca efendi...

Bu nidâ bir hayat ışığının daha söndüğünün, bir bedenin daha toprağa verileceğinin işaretiydi.

O an ezanın hoş nameleri, yerini kesici ve sivri uçlu harflere bırakmış, selâ'dan gelen bu harfler kulaklarını yırtarak içine giriyor ve kancalarını vücuduna batırarak onu mezarlığa sürüklüyorlardı.

Karşı koyma çabaları daha da çok acı çekmesine sebep oluyordu.

Onu sürükleyerek mezarlığa çektiler harfler ve ona mezar olacak toprağı kazmaya başladılar.

Korkudan gözleri yerinden fırlamasına ve avazı çıktığı kadar bağırmasına rağmen, ağzından hiç ses çıkamıyordu.

Çaresiz bir halde, kanlar içinde toprağa düştü bedeni ve elinde olmayan kaderinin, kendisine çizdiği sonu beklemeye başladı.

Tam her şey bitti diye düşünürken, tatlı bir esintinin o canavar harfleri, vücudunda saplandığı yerlerden söküp aldığını fark etti.

Zorlukla “baba” diye ses çıkartabildi.

Babası yanına gelip onu yerden aldı ve başını dizine koyduktan sonra yanağından öptü.

“Neden kötü düşünceler içine girip, cehennemin harfleri ile boğuşuyorsun oğlum” dedi babası.

“Ben sana ne nasihat ettim, kendini neden üzüyorsun, bak ben ne kadar huzurlu ve mutlu bir yerdeyim” dedi babası ve bu sözün üstüne gayri ihtiyari çevreye baktı Ayhan.

Tüm karanlık yok olmuş ve bir cennet bahçesinde, babası ile beraberlerdi.

"Baba seni çok özlüyorum, neden bizi bırakıp gittin" diye ağlar bir halde babasına sarıldı.

Babası, onun tam da özlediği şekilde saçlarını okşuyordu.

“Ben hiç bir zaman sizi bırakmadım oğlum” dedi özlediği sesiyle babası.

Ayrılık sadece aklın bir oyunu...
Aklına yenilme…

Beni her zaman yanında hissedecek ve belki de göreceksin dedi babası.

Babasına sarılmış bir halde sarsıla sarsıla ağlıyordu ki, sarsıntılar şiddetlenmeye başladı.

O an ortam kayboldu ve sarıldığı şeyin yastığı olduğunu gördü.

Kendisini sarsan ise oğlum, oğlum diye seslenen annesinden başkası değildi.

"Yine mi aynı kâbusu gördün" dedi annesi...

"Yirmi beş yıldır her Ramazan Bayramı sabahı, aynı kâbus ile uyanıyorsun...
Ne zamana kadar sürecek bu güzel oğlum" dedi annesi.

Yirmi beş sene evvel sekiz yaşındaydı ve o bayram sabahı, ne kadar neşe içinde tüm aile camiye gidişlerini hatırladı...

Namaz çıkışında, neşe içinde öpüşmüşler ve babası, “siz önden gidin benim ufak bir işim var, az sonra ben de evde olurum” demişti.

Nereden bilebilirdi ki o anın babasını son görüşü olduğunu.

Sonradan öğrendiği üzere, babasının uzaktan izlediği şehit aileleri varmış ve her ramazan bayramı sabahı, onlardan ayrıldıktan sonra, zengin bir insanın servetine eş miktarda olan zekâtının bir kısmını, bunun gibi durumda olan yoksul kimselere verilişini takip etmek için, kenar mahallelerden birisine gidermiş...

Nezaret ettiği hayırlı iş ile meşgul iken, yakında bulunan ahşap bir evin penceresinden alevlerin çıktığını görünce, hiç düşünmeden oraya gitmiş babası.

Biraz gayretten sonra pencereden içeri baktığında gördüğü manzara, kor halde odun parçalarının içinde yandığı, eski bir sac sobanın, eriyen yan yüzeyinden etrafa yayılmış, yanan odun parçalarından çıkan yangın olmuş.

Yangını muhtemelen geç fark eden ev ahalisi, bütün odaları salona açılan ve oda pencerelerindeki demirler nedeniyle, pencereden dışarı çıkma ihtimallerinin de bulunmadığı bir durumda, salonda başlayan ve kontrolden çıkmış olan yangın sebebiyle, odalarında kısılıp kalmışlardı.

Şükrü Bey, gördüğü manzara karşısında kısa süreli bir sok yaşasa da, hemen kendini toparlayıp içeri dalmış ve odalardan gelen feryatla karışık ağlama seslerine yönelmişti.

Her iki odanın da kapısı aralıktı ve odanın birisinden alevlerin arkasında kendisine bakan, yetmişli yaşlarda bir kadın ile göz göze gelmişti.

Diğer, sobaya daha yakın olan odadan ise, bir bebek ağlaması sesi geliyordu.

Öncelikle bebek sesine doğru ilerlediğinde, tahminine göre ilk kıvılcımlarla tutuşan ve kapının önüne devrilen bir yüklük ve beraberinde devirdiği yatağın başucunda, bayramlık kolonyayı doldurdukları kolonya bidonu...

Kolonya bidonu, yatakta uyuyan karı kocanın üzerine devrildiğinde, zaten alevler içinde olan odada derhal alevler içinde kalan karı, kocanın önlenemez hazin sonu.

Olayın gerçekleşme anında, alevler içinde kalan karı koca, odanın diğer tarafında beşiğinde uyuyan, bir yaşındaki kız çocuklarına zarar gelmesini önlemek adına, yanan yüklükten uzaklaşacaklarına, yüklük tarafına yönelmişler ve muhtemelen şiddeti artan alevler nedeniyle, acıdan bayılmanın peşine, belki de vefat etmişlerdi.

Bir anlık gözünün önünde olayın gerçekleşmesine yönelik düşünceleriyle canlandırdığı bu filim şeridinden sıyrıldığında, çocuk ağlama sesinin yanan odadan değil odanın kapısının önünden geldiğini fark etti.

O an olay biraz daha netlik kazandı.

Dikkatli baktığında, yüklükle birlikte devrilen ütü masasının, oda kapısı ile alevler arasında oluşturduğu tampon bölgeden emekleyerek dışarı çıkmıştı küçük kız.

O acılarla dolu sahneye rağmen, yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu Şükrü Bey'in.

Derhal kızı kucaklayarak, yaşlı kadının bulunduğu odanın kapısına yöneldi.

Şoka girmiş yaşlı kadının kapısını açmak için bir tekme attı.

Açılan kapıdan yaşlı kadını dışarıya çekerken, arkasında bir çatırtı sesi duyarak geriye döndüğünde, yanan ahşap kirişin dışarı çıkış yolunu kapadığını gördü.

Zaten ahşap olan ev üzerlerine çökmek üzereydi ve dışarı çıkmanın da bir yolu kalmamıştı.

Bir anlık durum muhakemesinin sonucunda, yapılabilecek bir tek şeyin olduğunu anladı.

Alevler içinde yolu tıkayan kirişi sırtlayıp kaldırarak, yaşlı kadın ile küçük kızın dışarı çıkmasını sağlayabilirdi.

Ancak bunu yaptığında, sonrasının ne olacağını düşünmeye başlarsa, geçen zamanla birlikte hepsinin de ölümle burun buruna kalacaklarının farkındaydı ve çok fazla düşünmeden, küçük kızı yaşlı kadının kucağına vererek, “yürüyün peşimden” dedi.

Yanan kirişin yanına geldiklerinde, ceketini çıkartarak onlara sardı ve “ben hadi dediğimde dışarı fırlayın” diye sert bir komut verdi.

Korku ve endişeden şuursuzlaşan yaşlı kadın, düşünme hissini bulamadan ceketi alarak denileni yaptı.

Şükrü Bey, kazağının boğaz kısmını kafasına doğru çekerek, kirişin altına daldı ve “dışarı” diye bağırdı.

Bir anda, kucağındaki küçük kız ile birlikte dışarı fırladı yaşlı kadın.

Ardında duyduğu çatırtı, yanan kirişin kaldırılması ile parçalanması suretiyle ve diğer yanan tavan elemanlarını da Şükrü Beyin üzerine çökmesi ile birlikte, Şükrü Bey'in altında kalmasına sebep olmasının çatırtısıydı.

O esnada yangın yerine pek çok insan toplanmış ancak alevler içinde olan evi, korku dolu gözlerle sadece seyretmekteydiler.

Peşinden itfaiyenin siren sesi ile birlikte itfaiyeciler göründü.

Yaşlı kadın;
"Bizi kurtardı ama hemen kapıda, yangının içinde yerde yatıyor" diye titreyen sesiyle bağırmaktaydı.

Bunun üzerine itfaiyeciler, evden önce kapıya tuttukları su ile o bölgedeki yangını hafiflettikten sonra, Şükrü Bey'i dışarı çektiler.

Zaten sonrasında yaptıkları evi söndürmek yerine, yangının çevreye yayılmasını önlemek oldu.

O esnada küçük kızın anne ve babası yaşıyorlarsa bile, artık çok geçti.

Şükrü Bey, çok ağır yanıklar içinde ve kendinden geçmiş bir halde çıkartılmıştı yangın yerinden.

Bu olay esnasında, civarda zekât dağıtan adamları, yangından çıkanın o olduğunu görmüş, ambulansın zor yetişeceği varoştan, itfaiyecilerin sedyesiyle aldıkları Şükrü Bey'i, alt yola indirip, orada bıraktıkları arabaları ile hastaneye götürmüşlerdi.

Çok ağır yaralı halde hastaneye yatırılan Şükrü Bey, günlerce baygın kalmanın ardından kendine gelmiş ve olayın yaşanışını anlattıktan sonra, acısının azaltılması için verilen uyuşturucu ile daldığı uykudan da bir daha uyanmamıştı.

Aradan geçen 25 yıl ve bu 25 yılın sonunda, yine aynı acı hatıralarla gerçekleşen bir uyanış…

Erkekler hep birlikte camiye gittiler.

Baba Şükrü Bey hayattayken, kadınlarda erkeklerle beraber camiye giderler ve orada kendilerine ayrılmış olan bölümde, namaz kılıp dua ederlerdi.

Cami dağılma zamanı, kendileri gibi dua etmeye gelen kadınlara ikramlarda bulunurlar ve bunu bilen mahallenin pek çok kadını, bayram namazı zamanı camiye gelirdi.

Fakat anne Süreyya Hanım, Şükrü Bey'in ölümünden sonra bu geleneği terk etmiş ve başka bir kadının da gitmesine izin vermemişti.

Anne Süreyya Hanım, soylu bir Osmanlı torunuydu ve Osmanlı torunu olmanın nimetlerine sıkı sıkıya sarılmış, halka yüksekten bakan, kocasının ölümünden yoksulları sorumlu tutan, despot Bir kadındı.

Tek zayıf noktası oğlu Ayhan…

Kocasından sonra oğlunu da kaybedebileceği korkusu, uykularına engel olur ve bu nedenle de Ayhan’a karşı, aşırı derecede bir sevgi ile üzerine titrerdi.

Annesi Süreyya Hanım’ı, gerek dedesi Kamil Bey ve gerekse babası Şükrü Bey yumuşatmışlardı.

Fakat teyzesi Zeliha Hanım, annesinin yumuşamamış hali olarak her zaman karşılarında durmaktaydı.

Zeliha hanım sürekli annesi ile bir yarış halinde ve aynı zamanda bir takım kötü hasletlere de sahip olarak, haset ve kibir dolu bir kadındı.

Bütün bunlara karşılık kendinden olanları çok sever, bu nedenle de Ayhan’ın üzerine titrerdi.

Ayhan'ın kendisinden 5 yaş küçük kız kardeşi Nazan, çevreci ve insanlarla derhal kaynaşabilen bir yapıda idi.

Süreyya Hanım, Nazan’ın bu insancıl yönüne kızarak, "kime çektin bilmiyorum ama sen bizden değilsin" diye zaman zaman uyarırdı.

Oysa Nazan, birebir dedesi Kamil Bey’e çekmişti.

Kamil dede, aslında babası Şükrü Bey'in çok benzeri bir yapıya sahip harika bir insandı.
Süreyya hanımdan çekindiği için bu yönünü mümkün olduğunca gizlemeye çalışarak, hayırlarını gizliden gizliye yapar, insanları fark ettirmeden kollardı.

Zeliha teyzenin, Ayhan’dan 3 yaş küçük Cem isminde bir oğlu vardı.

Teyze oğlu Cem, özünde hassas olan ancak kendini koruma adına, hayatı bugünden ibaret yaşayan biri görüntüsü ardına saklanmış, meşhur bir şarkıcı idi.

Ayhan'ın özel yardımcısı Halil, babası Şükrü Bey zamanında koruma altına alınmış, çocukluğundan beri onların yanında büyümüş bir yetimdi.

Halil Ayhan'dan 2 yaş küçüktü…
Onun hem özel yardımcısı, hem de can dostu ve sırdaşı idi.

Anne Süreyya hanım da dâhil olmak üzere, hatta Zeliha teyze bile onu çok sever, kendi evlatlarından ayırmazlardı.

Erkekler camiye gider, cami dönüşü anneleri kendilerinin zekât dağıtmasına yasakladığı için yardımcılarına selam verip, onlarla bayramlaştıktan sonra, o işi onlara bırakarak derhal eve dönerlerdi.

Asırlık Çınar Kâmil dede o Konak’ta yaşadığından, bayram namazı sonrası kahvaltı orada, hep birlikte yapılırdı.

Bir aylık Ramazan'ın sonrasında, muhteşem yemeklerle donatılmış bir kahvaltı sofrası çevresinde bulunmak, hepsinin hoşlandığı bir şeydi.

Bayramlarda, konak çalışanlarına da bol bol ikramlarda bulunulurdu.
tüm hizmetliler yemeklerini afiyetle, bahçenin koru tarafındaki masada yerlerdi.

Nokta…
Siz de biz de bi nefes alalım da daha çok devam edecek...
Zaten bitmez de…
Bir yerde nokta deyip devam edecek yazmayarak orada bırakacağız her halde…

Dev 1.Kitap Nokta… devam edecek...

...