Esma’nın Terazisi 1.Kitap 1.Kısım
Hayatta su sesi dışında değişmeyen başka bir şey var mıdır?
MANA 1... Kitap 2018-2024...
Esma’nın Terazisi 1.Kitap
Tıklayarak kaldığınız kısma geçebilirsiniz...
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14
ÖNSÖZ
Tüm Yaşanmışlıklara…
Pericik gülerek misal âlemi be Orhan’ım gerilme…
Rabbin sana bir kere güldü...
Daha sıkıntıya koymaz seni rahat ol dedi…
Orhan ise, ben bunları ne yaşayabilirim ne de bu imtihanlarda başarabilirim…
- "Aman Yâ Rabbi, senden sana sığınıyorum, sen beni senden muhafaza eyle" deyiverdi.
Pericik tebessüm etti ve Âlimler uzun zaman lanetlenmiş şeytan kimden aldığı güçle Allah’a kafa tutuyor diye düşünmüşler…
Sonunda anlamışlar ki lanetlenmiş şeytanın kafa tuttuğu Allah’ın Zâtı değil…
Celâl sıfatından aldığı izinli güç ile, Cemâl sıfatına kafa tutuyor.
Cemal sıfatı Celal sıfatının babasıdır.
Baba hani oğlu ve beraberindekiler bazı noktaları anlasın da, gerçeği görsünler, anlasınlar diye, onun bazı
noktalarda, kendisine rakip olmasına izin verir ya...
Bu da öyle bir şey.
Faruk Aksoy
elabey@yahoo.com
Önsöz sonu
Esma’nın Terazisi 1.Kitap 1.Kısım
Suyun sesi hep aynıydı.
“Hayatta su sesi dışında değişmeyen başka bir şey var mıdır?” diye düşündü.
Sorunun cevabı birden irkilmesine sebep oldu.
Değişen sadece kendisiydi.
Ne yaprakların rüzgârla hışırdamaları,
ne kedinin miyavlaması,
ve ne de yağmurun kuru toprağa ilk vuruşundaki tıpırtı sesi...
Doğal olan her şey, ilk andan bu yana hep aynıydı.
ve en ufak bir değişiklik söz konusu değilken, kendisi nasıl bu kadar değişebilmişti...
Kafası karışıktı.
Yoksa, aslında kendisi de mi değişmemişti...
Öyleyse, bu farklı hissediş ve düşünme anında, kaşlarını kaldırması sebebiyle, zaman içinde alnında oluşan kırışıklıklar, nedendi.
Değişimi dışarıdan açıkça görülse de, tüm giydiklerini bir kenara çıkarttığında, hiç ama hiç değişmediğini fark etti.
25 sene öncesi canlandı gözünde
ve o sözü 25 sene sonra da hiç değiştirmeden yine veriyordu sürekli.
Doğal olan kendisinin aynı olmasına karşılık, doğallığına giydikleri değişmişti.
Doğallığına, farklı tat ve hissetmenin, ötekilerini giydirmişti.
Neden diye düşünecekti ama...
bunların kendi seçimleri gibi görünse bile,
aslında mevsim değişimlerinde, dolabındaki giysilerle, sandıktaki giysilerin yer değiştirmesinden hiçbir farkı
olmadığını hissetti.
Mevsim değişimiyle birlikte, kişilik sandığındakiler, benlik dolabındakilerin yerini almıştı.
O an burada bir iddia sezinledi.
Az önce benliğinin kişilik kazandığını mı iddia etmiş oluyordu?
Bu noktaya gelip aşamadıkları için, dağılan insanları düşündü.
Ve derin bir nefes alıp, vurgun yemeden önce yüzeye çıktı.
Kişiliğini kaybetmesinden dolayı, çıplak kalan benliğinin, arkadaşı Zafer’i nerelere sürüklediğini düşündü.
Üzerinde birkaç parça giysi varken, pek çok insanla kavga edebilen birisinin, giysilerini çıkardıklarında, kendinden güçsüz birine karşı koyamaması gibi bir şeydi bu.
İnsanın elli gram bile gelmeyen bir parça mayosu suya düşünce, yüzememe ve kıyıya çıkamaması gibi de bir şeydi bu…
- “ Orhan yemek hazır, bekliyoruz seni… ” Fedakâr annesi sesleniyordu.
Hiçbir şey düşünmeden, kendisinden kaçarcasına yemeğe geçmeyi denedi ama nafile bir çabaydı.
Bir keresinde damlatan bir musluğun ağzına parmağını koyarak, akmayı kesmeyi denemişti...
ama bir dakika bile sürmeden suyu tutamaz olmuştu.
Kaldı ki onun düşünmeleri, damlatma boyutunu çoktan aşmıştı ve tutulması da imkânsızdı.
- “ Anne siz başlayın iki dakika sonra geliyorum. “ deyiverdi…
Gayet sıradan ama üstüne gelinmemesi gerektiğini ve de yine derinlerde olduğunu, hemencecik anlatıveren bir cümleydi bu.
Fedakârlık olayıyla ilgili bilgi gelecekti kendinden kendisine ve onu almadan gidemezdi.
Bir konuda kendisiyle ya da bir başkasıyla konuşurken, konu asla önceden çalışılmamış olsa da, insanın o konu hakkında nasıl olup da konuşabildiğini düşündü.
Konuşurken, cümleleri peş peşe sıralarken ve de o konuşulanı, o an aklında da kurmadığı halde, nasıl olup da konuşabildiğine hep hayret ederdi zaten.
Nereden geliyordu o cümleler de dilinden dökülüveriyordu.
Evet, yine bunun da açıklanamamasına karşılık, herkesin konuşması üzerinde bir hâkimiyeti vardı.
Ama bu o anda, mermi hızıyla yapılan ve anında oluşan bir süzgeçten ibaretti.
15 dakikada iki cümle ağzından kerpetenle alınan eski bir siyasetçiyi hatırlayarak tebessüm etti.
Ve fedakârlık konusunda kimseye bir şey anlatmıyor olsa da, iç benlikten dış benliğe bu konu şu an aktarılacak ve dış benlik bu konuda da giydirilecekti.
Babası Kâmil Bey emsallerine nazaran mükemmel bir insandı.
Annesi ile babası, orta muayyen yaşı geçeli çok olmasına rağmen, ikisinin birbirlerine, sessiz sözsüz ama pek çok şey anlatan, muhteşem bakışlar attıklarına çok kez şahit olmuştu.
Annesi çok sıkıntılı günler geçirmesine rağmen, bu sıkıntıların içinden geçerken asla yaşamamıştı onları...
Olaylara takdir diyerek boyun eğen ve rutinine devam eden bir yapısı vardı onun.
Zaten sahiplenmediğiniz bir şey nasıl sizin olur ki...
Sıkıntıyı ne yaratan sizsiniz, ne de ona talip olan sizsiniz...
Bu durumda, size ait olmadığı halde, size verilecek bir kimlik elbisesinin provasından ibaret olan bir şeyi sahiplenmek, ne denli doğrudur diye düşündü.
Annesinin fedakârlığı, kendisini merkeze koymaması gibi, çok basit ama müthiş işleyen bir mekanizmadan ibaretti.
Asla bir güne bir gün, sinemada şu film oynuyor gidelim lafını ondan duymamış olmamıza rağmen, bizlerden biri bunu söylediğinde, onun zevkine boyanıp aniden neşeleniverirdi.
Sanki uzun süreden beri arzuladığı bir şeyi, elde etmişçesine bir sevinç duyar ve sizin beklide sıradan bir isteğinizi, bir şölene, bir ziyafete çevirirdi.
İnsanda enteresan bir pozitif elektrik ve mutluluk oluşmasının temelini, mimar Sinan’ı bile imrendirecek ustalıkla, anında atıverirdi.
Bu kadının, içine kendini ve sevgisini de katarak hazırladığı yemeğe, asla saygısızlık yapılmamalı diyerek, bir çırpıda eve giriverdi.
Eve girerkenki bu pozitif haz, onda pek çok hormonun harekete geçmesine sebep olduğu için, herhalde birden mutlu oluvermişti.
Demek ki az önceki düşünce fırtınası, bilmediği bir sebepten dolayı kendisine verilen bir hediyeydi herhalde.
- “ Oğlum çorbanı gene soğuttun nerdesin? “ Dedi annesi.
- “ Anne belki de sıcak içemiyorum.
Ne bileyim, bir şekilde az soğuması gerekli demek ki “ diyerek, onu tekrar ısıtmayla yormamanın mutluluğuna
uzandı.
Bazen sebepsiz de olsa mutluluk o denli yoğun oluyordu ki, onu ufak şeyler dağıtamıyordu.
Hiçbir şey konuşulmadığı halde, babası da neşelenivermişti.
Mutluluk da sıkıntı gibi, insandan insana geçiyor galiba diye düşündü.
Babası neşelendiğinde, yemek yerken hafiften ağzını şapırdatarak yerdi yemeğini.
İnsanı kendine getirmek diye bir şey varsa, bu durum insanın gerçek kimliği değildi demek ki.
Ve çalan telefon da, Orhan’ı o tebessümlü halinden alıp, kendine getiriverdi bir anda.
Kalkmak üzereyken babası, “annen bakar siz yemeğinizi yiyin” dedi.
Annesini, cümleyi düşünmeden ve söylenileni dinlemek noktasında yaşamadan, o bakacakmış zatencesine kalkışını seyretti.
Yine aynı yapıyla, ortaya konanı kendi arzusuymuş gibi sahiplenerek, mutlu bir telâşla telefona gidişine baktı.
Bu yapı da galiba bir tür hediyeydi.
Çünkü çalışarak sonradan kazanılacak bir şey değildi.
- “ Semralar arıyor ” dedi annesi nezaketle ahizeyi kapatarak.
- “ Size sonunda küseceğiz, hep biz size geliyoruz.
Bizim de evimiz var ve misafir ağırlamak istiyoruz.
Börek yaptım çayla yeriz, çıkın gelin “ diyor dedi.
Semra halam, aralarında çok yaş farkı olmasa da, babamdan küçüktü ve babamı gerçekten çok severdi.
Eşi Murat eniştem ise, halamın ağzına bakar, sanki her konuşması öncesinde ondan izin isteyen bir yapıya sahip, emekli öğretmendi.
Çok hoş ve kişilik sahibiydi ama, sebebini bilmediğimiz bir kıvamda halamdan daima çekinirdi.
Meslek hayatı boyunca haksızlıklara susamaması sebebiyle, onbir farklı şehir gezerek emekli olmasına bağlardım ben bunu.
Dile kolay söylemesi tabi...
Bu gezginlik birikim yapmalarını hep engellemiş, her kendilerini toparlayışlarında, yeni bir şehre göç, ne var ne yoksa silip süpürmüştü.
Allah’tan babamın babasının babası, neyim olur, büyük dedem diyeyim, ondan zamanında kalan bir şeyler vardı da, emekliliklerinde Ankara’da kendi evlerinde oturuyorlardı en azından.
- “ Murat bayıltır gene bizi bu akşam, gündemde o kadar devlet ve hükümet meselesi var ki, her birinde gördüğü her haksız durumu, deşer de deşer bu akşam Perihan” dedi babam anneme.
- “ Aman sen de çok dinlersin ya zaten “ dedi annem ve ekledi, “ Semra telefonda bekliyor.”
Bu gidilmesi gerektiğini ve konu üzerinde çok konuşmanın, insanı sadece yoracağının bir ifadesiydi.
Babam yine de annemden bir söz kopartmak adına acil bir hamleyle, “ çok oturmam ama bak “ dedi.
Bunlar artık rutin konuşmalardı.