Esma’nın Terazisi 1.Kitap 10.Kısım
Esma’nın Terazisi 1.Kitap 10.Kısım
Rezzak ismi ile ona zahir ve batında, her neye ihtiyaç duyacaksa verir.
Nefis bunu az bulabilir ama ilahi bir ölçü ile verilen, tam gerektiği kadardır.
Aslında nefsin az bulduğu rızık değildir.
çünkü o tamı tamınadır, azımsanan zahir dünya nasibidir.
Fettah ismi ile nefse yeni yeni ufuklar açar.
Pek çok noktayı keşfetmesini ve onu tam anlayarak fethetmesini sağlar.
Âlim ismi ile insana nefsinin o ana kadarki seyrinde aldığı haz ve tad çerçevesinde,
bilinmeyeni hissetme ve bilinenin hakikatini sezme oyunlarını yaşatarak...
ama aslında bilinen her şeyin suret olduğunu,
hakikatte her bilinenin, sadece bir işaret olduğunu gösterir.
Kâbid ismi ile biraz oynar nefislerle...
ve rızık miktarı hemen hemen değişmezken daralır.
Bir şeyin daralması ya da genişlemesi, o şeyin miktarını değiştirmez.
Kâbid halinde daralma vardır.
Yani elde edeceği şey yine aynı olsa da, onun elde edilişi zor olur.
Elde edilen şeyin tadı tuzu da olmaz.
Ayrıca bu esmada nasibin de azalması söz konusudur.
Bâsit ismi ile de biraz oynar ve gıdıklar nefsi...
Yoldan çıkıyor mu diye gıdıklar.
Ve rızık miktarı hemen hemen yine değişmezken genişler.
Kabız halinin peşine gelir genelde.
Rızık kolay, bazen az çalışarak, bazen de hiç çalışmadan ele gelir.
Ve bu esnada da nasip boldur, akar.
Elde edilen şeylerin tadı çok lezizdir.
Hâfid esmasına, Bâsit esmasının peşinden girilir.
Onca rahatlığı, bolluğu ve nasibi en değersiz hale düşürerek,
maddenin, manânın önünü kesmesini engeller.
Maddeyi, insanın gözünde değersiz kılar.
Râfi isminde, Hâfid halini anlayan, Rabbinin onca değerli şeyi değersizleştirme sebebini kavrayan nefisi, baş
tacı yapar.
Ona pek çok payeler vererek, diğer nefisler karşısında övülmüş hâle getirir.
Tüm bu övgüler de yine baştan çıkarıcı tuzaklardan ibarettir.
İnsan bilmelidir ki her esma, onu ondan alıp aslına yöneltmeye yarayan bir üst metottur.
İstikametin sonunda,
vaat edilen bir krallık ve krallıkla birlikte,
krallığa ait içindeki her şeyin onun olacağı zaten vaat edilmişken,
varacağı yere varmak yerine yolda oyalanan,
yol üstündekilerle oyalanan,
vasıta ve vesilelerle meşgul olup, orada kalmayı seçen ne ahmaktır.
Muiz ismiyle nefsi aziz eder.
Yani kendisine yönelmesine ve ibadetin hakikatine izin verir ki;
Her yönelişte o yönelişe icabet ederek, bunu hissettirmek suretiyle, anlatılmaz bir haz içinde bırakır.
Müzil ismi ile, Muiz’in sarhoşluğu ile, kabaran ve şımaran nefsi, anında rezil eder.
Burada nefis şuçu olmasa da iftiralara uğrar, başına olmadık işler gelir.
Yaşadıklarına rağmen, nefsin sadakate gelmesi zamanına kadar da, sürer türlü rezillikler.
Rezillikte nokta da koymaz, rezilliğinin önünü ve yolunu da açar, batabildiği yere kadar batışını izler insanın.
Nefis feryattadır...
Sözünü kimselere duyuramaz.
Önceki azizliğin yerini alan rezilliği ile arada kalmıştır.
Tek çarenin, Rabbine seslenmek olduğunu anlayarak ona yakarır.
Ve Yaradan onu Semi esmasıyla, şeş cihetten işitir.
İşittiğini de hissettirir.
Basîr ismi ile onun rezillikler içinde iken, isyanını terk ederek, lâyıkıyla kendine yönelişini görene kadar onu izler ve her anıyla onu gördüğünü de hissettirir.
Nefis, abidik, gubidik dese de, bakar ona sığınmaktan, ondan yardım dilemekten başka çare de yok, yol da yok…
İsteyerek ya da istemeyerek gelin ayeti zuhur eder.
Bu noktada nefis isteyerek ya da tüm kaleleri yanmış bir vaziyette, çaresiz Allah’a yöneldiğinde, Hakem ismi ile nefsin artık kendisine yöneldiğine hükmeder.
Bu hükmünü de, gelişi ne şekilde olursa olsun nefsin lehine kayda geçirtir.
Adil ismi ile yaradılış gayesi belli olan nefsi, hükmü çerçevesinde tartar ve hak ettiği manâ makamını ona verir.
Lâtif ismi bir devre arasıdır.
Bu noktada, Rahim sıfatının tecellisi Himmet'i gayrete getirerek, yeniden çıkılacak yolculuğun devamı için
nefsin gönlünü alır ve yumuşaklıkla yolun devamına hazırlar.
Hâbir ismi ile bu devam yolculuğu ve konusu hakkında nefsi haberdar eder.
Hâlim ismi ile önceki hesapları siler, yolculuğa borçsuz ve salim bir şekilde çıkmasını sağlar.
Azim ismi ile azametini tefekkür ettirir.
Büyüklüğüne idrak sağlar ve bu yolla gafletten kurtarır.
İmanını kuvvetlendirir.
Ne denli aciz ve ne denli kusurlar içinde olduğunu anlamasına olanak verir.
Âlemin düzenliliğini,
yaratılış gayesini,
verilen nimet ve güzellikleri,
dünyanın geçiciliğini;
Hayvanat, Nebâdat ve Tabiattaki aczi, icazı tefekkür eden nefis,
Rabbinin sonsuz ihsanlarıyla, kullarını nasıl donattığı karşısında, O'nun büyüklüğünü idrak eder.
Gafur ismi ile her şeyden haberdar olmasına karşılık, onları nefislerin yüzüne vurmayıp üstünü örtüşünü, sadece nefislerden değil melekût âleminden dahi gizleyişini anlatır.
Bu noktalarda fiil anlamaktan ibarettir diyelim.
Ama bilelim ki insanın anlaması için başından türlü türlü olaylar geçer.
Ta ki yaşadıkları ile esmayı gerçek manada anlaya...
Zaten anlayıncaya kadar kırk gül deren de olur, kırk satır ya da kırk katırı tercih eden de.
Bazı nefisler gül dermekten haz almaz.
Fıtrat denilen yaradılış mayası buna müsait değildir.
Bu nedenle Rabbi ona hoşlanacağı seçenekler sunar ve der ki,
Kırk katır mı, kırk satır mı?
Zaten maksatlardan birisi de, haz denilen oyalayıcı melânetten de kurtarmaktır nefisi.
Gül bahçesine girenin ve o güzelim gül kokularını koklamak dururken, bu noktadaki haz, elindeki kokulu silgiyi koklaması gibidir.
Hazzın aslı, Allah’ı anlama noktasında hissedebilmektir.
Bir vardır ibadeti yerine getirmek,
Bir vardır tadili erkân ile yapılan, tam doğru ibadet.
Bir vardır bunun üstüne huşû denilen ilahi zevki de ekleyerek, istekle yapmak.
Bir de vardır ki huşû’nun da ötesine geçip, hudû’ya ulaşmak.
Allah dediğinde damarlarındaki kan çekilir.
Vücudunun her zerresi, sanki dile gelir ve onlar da Allah der.
Hudû ile huzur’un Arapça yazılışları aynıdır.
Huzur ehli dediklerimiz, işte bu Hudû sahibi insanlardır.
Onlar her ne yaparlarsa yapsınlar, her daim huzurdadırlar.
Gene dağıtıyoruz değil mi konuyu?
Neyse, biz Esmalarımıza dönelim.
Yoksa, Allah’ı anlatmanın sonu yok.
Gafur ismi ile her şeyden haberdar olmasına karşılık, onları nefislerin yüzüne vurmayıp üstünü örtüşünü, sadece
diğer insanlardan değil, melekût âleminden dahi gizleyişini anlatır.
Demiştik en son…
E bu noktada Şekûr ismi artık farz olmuştur insana.
Tüm her şeyin, kendisinin Rabbine yönelmesi için olduğunu anlayan nefis, şükür içine girer.
Ama bunun nasıl yapılacağı konusunda bocalar.
Şükrün nihayetinin, insanın şükür edemeyeceğini anlaması olduğunu da, kırk deste gül dererek ya da kırk katıra bağlanıp çekilmek suretiyle anlayarak, Şükür esmasını da kendine sıfat eder.
Her kime sorsalar, artık onun için şükür sahibidir, daima Rabbine şükreder derler.
Âli ismi ile Allah, kemal sıfatlarını ve şanını sergilerken, her bir sıfatın aslında kemal sıfat olduğunun idrakinin de kapısını açar.
Kebir ismi ile kemalinin son noktası olan Kibriya’nın da sahibi olduğunu, tüm hudutsuzluğu ile örneklemeler yaşatarak idrake açar.
Hafız ismi ile sevgisine ulaşan nefsi hıfzederek, muhafazası altına alır.
Bu noktada nefse ilham yoluyla, neyin yararlı neyin zararlı olduğunu hissettirir.
Artık ona hiçbir zarar dokunamaz.
Bu durumdaki nefsin, zıddının kendisine muhalefeti azalarak, ortadan kalkmaya başlar.