Esma’nın Terazisi 1.Kitap 6.Kısım
Esma’nın Terazisi 1.Kitap 6.Kısım
- “ Önünüzdeki tabaktan bir kaşık su alıp, ağzınızda tutar mısınız? “ dedi
Bir kaşık su aldı ağzına ve az sonra suyun, nefis defneyaprakları ile kor ateşte pişmiş, bir lokma lüfer balığına dönüştüğünü fark etti.
- “ İnanılmaz gelmesin Orhan Bey, su sizden razı ve kimyası arzunuza dönüşüyor sadece ” dedi.
Aklından geçeni tutmaya çalıştı ama nafile, cevap vermeye başladı Arîn Bey ona da,
- “ Evet, demir de altına döner, su da…
Müdahale olmadığı sürece her şey gerekli şeye döner durur.
Bütün mükevvenat dönmekte, her an her şey dönüyor Rabbinin izniyle.
Bizim direk müdahale etmemiz yasak sizin yanlışlarınıza.
Ama seçilmiş kişilere bunları öğretebiliyoruz.
Artık ne için, neyi nasıl yapacağınız size kalmış.
Kıyamet bir gün elbette kopacak ama kapkaranlık acılarla kaplı bir cehalette mi, yoksa ap aydınlık bir gün içinde
herkes mutluyken mi?
Bu nokta tamamen size kalmış.
Başa gelen kaderi belki değiştiremeyebilirsiniz ama kaderi değiştirmek için, size izin verildi.
Ama bu değişim sizin değil, algılayanın nasibi ve kapasitesince olacaktır.
Neden olmuyor diyerek, kendinizi üzmemeniz için söylüyorum bunları size Orhan Bey… “
- “ Yanınıza sadece sizin göreceğiniz, bir adı da Pericik olan, bir pericik veriyorum.
Peter Pan’daki peri suretinde vereceğim ki, yadırgamadan kabullenin. “
- “ Düşüncelerinizin tümünü okur ama sizin ona, düşüncenizle seslenip cevap vermesini istemediklerinizi,
anında unutur.
rahat olun ve size yol gösterecektir. “
- “ yalnız unutmayın sadece siz istediniz diye, demir altın olmayacaktır dünyada “
- “ Ancak, şartları sağladığınızda, bu dileğiniz gerçekleşebilir. “
- “ Çok samimi bazı istek anları olur ki, o zaman şartlara vs bakılmaz.
Çünkü o an Rabbimiz devreye girer ve
O’nun ol demesi yoktan var etmektir,
ne ise istek eksiksiz olur.
Bu durumlarla da karşılaştığınızda hayret etmeyin“.
Birden sustu ve tebessüm etti.
- “ Hayatınızda bu yoktan var oluşların yüzlercesini gördüm.
Bir an ona tebessüm ettim.
Aranız iyi demek ki Rabbinizle… “
- “ Yine de bana sorarsanız, görevinizi hatırlayın her daim derim.
Yani balık vermektense, balık tutmayı öğreteceksiniz insanlara. “
- “ Sınırsız bir güç ile donatıldınız ama dediğim gibi, bu sadece algılayabilene ve nasibe yolu olanlara
fayda sağlayacaktır.
Sakın işe yaramadığında üzülmeyin, yolunuza devam edin. “ dedi
- “ Son olarak da sizi 130 km yol getirip, benzin istasyonundan alıp, garajlardan geçirip, akıl oyunları ile buraya getirdik diye bu böyle sanmayın.
Bir anda şaşırmamanız için, sizin hayalinize uygun getirdik.
Yoksa yumun gözünüzü ve buraya gelmeyi dileyin açtığınızda burada olduğunuzu görürsünüz. “ dedi.
Evet, bu tür bir hayal kurmuştu bir zamanlar hatırladı.
- “ hayalleri bile insanı kısıtlıyor demek ki “ diye düşündü.
Tepedeki platforma çıktılar ve gözlerini kapatarak şirketi düşündüler.
Gözlerini açtıklarında oradaydı ikisi de ve bir haftaya yakın süredir Arîn Bey’in misafiri oldukları halde,
sadece iki dakika geçmişti.
İhsan Bey ile birbirlerine baktılar...
gerçek mi tüm bunlar dercesine çenesini tutarak tek kaşını kaldırdı.
İhsan Bey,
- “ Hayırlı olsun Efendim.
sabırla pek çok şey başaracağınızdan eminim, ben de işimin başına döneyim “ dedi.
O gittikten sonra, yola çıkma öncesinde ne yapıyordum diye sordu kendisine.
- “ Yemek yemek üzere toparlanıyordunuz “ diye bir cevap almasıyla irkildi.
Cevap veren pericikti ve sağ gözünden 10-15 derece açıyla yukarıda, bir metre kadar da ilerisinde, pırıl pırıl ve de renkli bir vaziyette duruyordu “Pericik”.
Tebessüm ettiler birbirlerine.
Çok şirin ve inanılmaz güzel bir kızdı.
- “ pericik kaç yaşındasın “ diye sordu.
- “ Sizim zamanınızla 19 ama gerçekte az önce sizin de yaşadığınız, bizdeki gerçek zaman dilimini sizinkiyle kıyasladığımda, 82 bin yaşında falanım sanırım “ dedi kahkaha atarak ve
- “ Sizden 81960 yaş büyüğüm diye de bana abla demenize gerek yok, pericik deyin yeter “ diye de bir espri yaptı.
Çok sevmişti periciği ve keşke Eda ile Esra da görebilselerdi onu diye düşündü.
Pericik buna cevap olarak,
- “ Görecekler zamanı geldiğinde merak etmeyin “ dedi yine kıkır kıkır gülerek.
Eve dönüp bunları hazmetmem lâzım diye düşünerek, Ayten Hanım’a şirketten ayrılacağını bildirdi.
Dışarıya çıktığında şoförü kapıyı açarak onu karşıladı.
Arabaya bineceği sırada yerde bir simit parçası gözüne ilişti.
Onu yerden kaldırıp kuşların alabileceği bir yüksek yere koydu.
O anda pericik belirdi ve terazide, bu minik hareketin neyi düzelttiğini görün demesiyle, havada bir görüntü belirdi ve görüntüde eve vardıklarında araçtan inerken, öndeki koltuktan sarkan emniyet kemerine ayağı takılıp düşüyor ve acı veren bir incinme yaşıyordu.
- “ Minicik bir simit parçasına yapılan saygı, kader tahtasından bu görüntünün silinmesi için teraziyi çalıştırdı ve silindi “ dedi.
Ekmek parçasına saygıyı düşündü.
Lise sıralarında, dil bilgisi dersinde, ateist yaklaşımda olan bir öğretmeni kendisinin inanarak saygı duyduğu
fikirleri onlara anlatır ve
- “ ekmeğe saygı varsa, neden yerde duran et parçasına aynı saygı yok?
Et bizim için daha önemli değil mi? “ derdi.
Oysa ekmek bir gıdadan öte mukaddes bir semboldü.
Âdem Peygamber’e 10 sayfalık bir Suhuf inmiş ve tamamında buğdayın nasıl ekilip biçileceği anlatılıyordu.
İnsanın sadece buğday yiyerek yaşayabilecekken, her şeyi yese ve buğday yemese, vücudun sıhhatini toparlanamaz şekilde kaybedeceği anlatılıyordu.
Demek ki aklın ötesinde birtakım hakikatler mevcuttu ve düz mantıkla bir sonuca varmak imkânsızdı.
- “ pericik gülme kafa atarım bak “ diye ona takıldıktan sonra, araca binerek eve hareket etti.
Eve vardığında bir bahar kokusu aldı.
Evdeki herkes neşeliydi ve birbirleriyle şakalaşıyorlardı.
Halakızı Esra için de köşkte bir oda tahsis edilmiş ve o da artık ev halkı olarak onlarda yaşıyordu.
Semra halası bu durumdan memnundu.
Çünkü ev hayli kalabalıkken, Esra’nın ders çalışması zor oluyordu.
Son sınıftaydı ve şurada 3-4 aylık bir süre sonra mezun olacaktı.
Tüm bu neşeli ortamı izlerken, o da tebessüm ettiğini sanıyordu.
Ancak annesinin
- “ Oğlum ne düşünüyorsun, neden sıkıntılısın? “ demesiyle kendine geldi.
- “ Sadece yorgunluk be anneciğim, kolay değil biliyorsun “ şeklinde yuvarlak bir cümleyle, konunun uzamasının önüne geçti.
Farkında değilmiş gibi davransa da, önünde çözmeyi bırakın, daha henüz başını sonunu kavrayamadığı bir konu vardı.
Sınırsız destek sözü almış,
ne olacaksa sadece yaşayarak seyretmesi,
onun ayrıca gayret göstermesine gerek olmadığı,
yani üzerine taşıyamayacağı bir yükün yüklenmediği ifade edilmiş olsa da,
insanlar anlayamadıkları şeylerden ürkerlerdi.
Çalışma odasını, sıcak bir ortam şeklinde düzenletmişti.
Filmlerdeki kasvetli çalışma odalarını sevememişti zaten.
Gerçekten rahat edebileceği bir çalışma koltuğu ve her şeyin elinin altında olacağı şekilde, oval U biçiminde bir de masası vardı.
Uzanarak, düşünmesi gerektiğinde rahat edebileceği, üzerinin kumaşı Mısır pamuğundan dokunmuş bir kanepesi ve hatta bakır sinisi de dâhil olmak üzere, her şeyi düşünülmüş bir de şark köşesi bile vardı.
Yüksek sesle düşünüyordu farkında olmadan ve
“ - Pericik söyler misin bana bu dünya niçin?
Yani bu dünyadan maksat nedir?
Rabbimiz bizi burada bulundurmakla neyi amaçlıyor?
Bizden ne istiyor ve istediği noktaya, bizi elbette ki O ulaştırırsa ulaştıracak, bu nasıl bir düzen?
Herkes aynı noktaya mı ulaşacak?
Öyleyse nasıl?
Aslında bunları merak etmiyorum ama sadece Rabbimi tanımaya çalıştığımdan soruyorum.
bana cevap verir misin? “ cümleleri ağzından dökülüverdi.