Esma’nın Terazisi 1.Kitap 7.Kısım

...

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 7.Kısım

Pericik belirdi ve
“ - O zaman dinle beni...
sana kısaca Rabbinin sizden ne istediğini ve bu isteğine, senin gayretini nasıl sağladığını, neyin nasıl olduğunu anlayacağın şekilde özetleyeyim sana. “ dedi.

Şimdi Öncelikle kavramları oturtalım kafanda;
Rabbim dediğin, Yüce Yaradanın kendisini sana nasıl gösterdiği noktasıdır.
Sakın kafan karışmasın O bir tanedir.
Ama nasıl bir tanedir?
O’nun, Zatı dediğimiz kendisi bir tanedir, evet.
Ancak biliyoruz ki, sayısız sıfatları vardır.

Biz onun Zatını algılayamayız.

Algılayamayız diyorum çünkü, akıl dediğimiz düşünce sistemimiz, O’nun Zatını algılayabilecek kapasiteye sahip değil.

Algıladığını zannedenler, kuru bir hayalin içinde kaybolmuş kişilerdir.

Çok zorlayanlar, sistemlerini yakmıştır zaman zaman.

Ha algılanamaz mı diye soracak olursan, buna da evet algılanamaz diye cevap veremem.

Nasılına kadar deşersen soruyu, bu noktada da şunu söyleyebilirim ki,
“Kendini Kendi algılayabilir anca”

Bu ne demek dersen çok açık...
“sen sendeki seni bi kenara koyup,
O’nda eriyip yok olursan,
sen yine senken “O” olursan,
sendeki göz senin olmasına rağmen, onun görüşü ile görürse,
sendeki dil senin olmasına rağmen, onun dili olarak konuşursa,
sendeki akıl da senin olmasına rağmen, O’nun sistemiyle düşünürse,
işte o zaman O’nu görür ve hatta idrak de edersin...”

Bu kavramlar çok da yabancı değil aslında insanlara.

Mesela birbirini aşkın ötesinde gerçekten çok seven iki insan düşün...

İkisi adeta birdir o zamanlar ve kız erkeğinde erimiş olarak, erkeği gibi düşünür, onun sevdiği şeyler, belki de kendine yabancı da olsa, sanki aslında kendi sevdiği şeylermiş gibi gelir ona, öyle hisseder.

Akıl devreden çıkar ve pencereden aşkımın yüzünü bir kez görürüm diye, yağmurun altında evinin karşısında bekleyen genci anlayabilirsin.

Sevdiğinde eridiği için, tarzı olmayan bir filme giderek, o filmden gerçekten haz alan insanları görürsün.

Hatta, yüzleri bile zamanla birbirinde erir de, erkekte kadını, kadında da erkeği görürsün derin bakınca.

Medyatik olmuş isimlerden örnek vereyim...

Süleyman Demirel’de Nazmiye Demirel’i, Bülent Ecevit’te Rahşan Ecevit’i görürsün...
dikkatle bak birlikte çekindikleri resimlere.
Bir de tanışmadan önceki resimlerine bak, anlayacaksın ne demek istediğimi.

E şimdi iki fâni, mecazi bir aşkın pençesinde, birbirlerinde, bu denli eriyorsa...
ilâhi aşka düşen kişide Rabbi tecelli etmez mi, eder elbette.

İnsanın bu noktaya ulaşabilmesi için, kat etmesi gereken çok merhale ve basamakların var olduğu da, zaten söylenmese de hissedilebilir.

O halde biz, Rabbinin Zatını düşünmeyelim.
Bu, o noktaya gelmemiş bir insanı, sadece gereksiz yorar.

Yarattığı kullarını, gerçekten bir amaç için yaratmış olan ve gerçekten seven Rabbin de, zaten bu noktayı zorlamayıp, sigortaların atmaması adına, bir ön sistem inşa etmiş ve bu sistemin adını da sıfatlar âlemi koymuştur.

Şimdi burada bahsi geçen sıfat, hani hep iyilik eder, eder, eder de, insan sonunda kime sorarsan sor, ona iyi derler ya...

işte birtakım fiilleri işleye, işleye, sonunda o fiili işleyen insanın, o fiil önce makamı, sonunda da sıfatı olur.

Ve bu noktada fiillerin adına da esma demiş sisteminde Yaradan.

Şimdi bu durumda sıfatlardan da bahsetmeyeceğim...

Esmalardan konuşalım ve bilelim ki, esmaları kendine vird edinen kişi, yani o Esmalarda kararlılık sergileyerek, onlara devam eden kişi, sonunda o esmayı kendine sıfat eder.

99 esmadan bahsedilir ve halk arasında da bunlar zaten tanınır.

Birde aslında 1001 esma diye bir konu vardır ki, bu 99 esmanın ikili üçlü birleşimleri ile türemiş devamlarıdır.

Bu nokta türetilmeye devam edildiği sürece, sayısız esma çıkacaktır karşımıza ve gene sistem yanar.

Biz 99 esma üzerinden tanıyalım Rabbimizi en başta.

Ustalaşan aşçı zaten bilinen yemeklerden yola çıkıp, bazılarını bazılarına ekleyerek, pek çok yeni lezzetler katar Hayat’a.

Görüyorsun, yenilir, yutulur bir nokta değil konu.

Ama Allah dilediğine, kolay getirdiğine kolay getirir.

Matematikte öyle formüller vardır ki, insan başını sonunu kavrayamazken, başka bir insan onu daha dev bir formülün içinde bir tuğla olarak, tümünü avucunun içinde zorlanmadan tutarak kullanır.

O matematik dehası diye düşündüğün insan, yumurta kıramazken, bir başkası tam da lezzetinde mantı yapar ve pişirir.

Her kulun bir diğerine üstün mutlaka bir meziyeti vardır ki, bu da adalettir.

Konuşmamız bu çizgide devam ederse, olaya faraziyeler girmeye başlar ve olayın adı felsefe olur.

Oysa felsefe tefekküre cesareti olmayan tembellerin yiyeceğidir.

Bazı noktalara edebimizle girelim, incitmeyelim, incinmeyelim.

Allah isminin harflerini soyarsan tek tek, sonunda “Hu” kalır.

Yani kendini sana anlatmak adına giyindiği esma ve sıfatları bir kenara çıkarttığında, Allah’ın zatı olan Hu’ya ulaşırsın.

Hu, Zatını bize bildirilen ismidir.

Aslında her noktada vurgulanıyor da işte göz lazım ki göre...

Bilene, görene, yoksa köre ne…

Habibim dediği Peygamberimiz için, her ne kadar Allah’ın kulu diyorsak da, aslında onun Zata ait bir Peygamber olduğunu, Rabbimiz bize kelimeyi şahadette vurguluyor.

“Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdû-HU ve resûlü-HU”

Çok açık ve net
Hu’nun Abd’ı, yani kulu ve yine Hu’nun Resul’ü, yani elçisi.

99 esmanın ilki de zaten Allah ‘tır.

Allah burada, insanlara Allah isminin, bizim anlayamayacağımız ulvilikte bir esma ve sıfat bütünlüğünün, sembolize edilmiş adı olduğunu ifade ediyor.

Biz onun arzusu ve edebimiz ile, O’na “Hu” dediğimiz Zatını simgeleyen ismiyle değil, bahsettiğimiz esma ve sıfatların, bilemediğimiz bir terkibine karşılık gelen ve Zatını akıllara anlaşılır kılan, Allah Lafzı ile isimlendirerek konuşacağız, bahsedeceğiz.

Bu noktada şu nedenle derine indik ki, asla bizim bahsini edeceğimiz şeyler, onun Zatından bahis değildir.

Bahsimiz lütfettiği çerçevede, o Yüce Yaradan'ımız olan Allah’ın da, sadece bizim onu algılayabildiğimiz ölçülerde, bize dönük Rab denilen yol gösterici yüzünden ibarettir.

Hatta bazı kimselerde algılama dahi oluşamadığından, onlara da Nebâdat sıfatının tecellisi olan Tabiat’ın içinden, Tanrı olarak çıkıp görünür.

Yarattığı her şeye dönük bir yüzü vardır ve asla bir yüzü diğeri ile aynı değildir.

Büyüklerimiz, “Allah’a ulaşan yol, mahlûkat adedince de değil, mahlûkatın nefesi adedincedir” demişlerdir.

Çünkü yaradılan hiçbir şeyin bir nefesteki hali, diğer bir nefesindeki halini tutmaz.

E dolayısıyla da, her nefeste yönelimi değişeceğinden, yöneldiği noktada bulacağı yüz de farklı olacak ve de Rabbisi farklı olacaktır.

Umberto Eco’nun “Gülün Adı” eserinde de bahsedildiği üzere, kilitler içeriden çok kolay açılır, dışarıdan ise çok zor.

Ne zamanki halden geçer de, içten Rabbimize yönelirsek, o zaman dışımız her nefeste değişse dâhi, içimiz kararlı bir noktada olacağından, Rabbimizi buluruz.

Bulduğumuza O demek, yine yanlış olur.

Ama doğru olan şudur ki, işte O bizim Rabbimizdir.

Allah’ın bize yönelen, bizi terbiye eden, bize ait olan yüzüdür.

Bu O mudur?
Elbette ki asla.
Bu Rab bizim o anımızın Rabbidir.

Biz farklı bir noktaya geçtiğimizde, bize yönelen yüzü de farklı bir konun alacağından, Rabbimiz farka gider.

“Kişi kalbinde neyi beslerse, Mabudu odur” sözü de buna işarettir.

İbadeti kalbinde beslediği şeyedir.

Paraya tapan bir insanda,
para o insan için, Nebâdat sıfatının tabiattaki tecellisi olan Tanrı’dır.
Yöneliş yine aslında Rabbisine’dir.

Bak bu nokta, Allah’ı seven ve biraz anlayan bir insana çirkin görünür belki.

Ama onun Tanrısına çirkin derseniz, o da sizin Rabbinize çirkin diyecektir.

Ve Allah’ın bir sıfatının, tabiat tecellisi olan bir şeye de, çirkin deme gafletine düşmüş olacaksınız.

“O halde deme bu yahşi, bu yaman, eller yahşi, ben yaman”

Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner ve Allah’ı sizden daha iyi anlayabilen birisi de, sizin Rabbinizin kendi Rabbisi nazarında, hikâyeden ibaret olduğunu söyleyebilir.

Ne yapacaksınız bu durumda.
Etme bulma dünyası.

Ve bu zincir, aklın dur olduğu noktaya kadar da böylece sürüp gider.

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 8.Kısım için tıkla..

...