Esma’nın Terazisi 1.Kitap 13.Kısım

...

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 13.Kısım

Tâ ki devirler bitip, kıyamet kopana dek bu böyle devam edecek ve sonunda da hesap görülecek, herkese hak ettiği verilecek...

Buyurdu…
Ve ekledi;

“ - 39 gidin 40 gelin… “
“ - 40ncı kim Rabbimiz “ diye sorduklarında da
Kimi getirirseniz kabulümdür.
Sizin başaramıyor olsa da, onda gördüğünüz bir güzellik neticesinde, seçtiklerinizden hesap sormayacağım ve sizlerle bir tutacağım.

Söz söylendi, kürsü kaldırıldı, kalem kırıldı…

Biz de yine dağıttık.
Ne yapalım Rabbimden bahsetmeye doyamıyorum.
Neyse, biz bir soluk daha alalım ve az kaldı esma zincirini bir bitirelim hele…

En son ne demiştik?
Evet,

Müntekim ismi ile eskilere tövbe etmeden yeni günahların peşine düşenleri izler.

Mazlumların yakarışlarına rağmen zalimlere mühlet vermeye devam eder.

Çünkü Mevlâsı kuluna zulmetmez.
Kulun çektiği zulüm kendi belasıdır.
Demiştik…

Bu belâ, Ruhlar âleminde azın azına hediye edilenlere talip olmaları neticesi, kendilerine verilen şans ile ilgili, imzalanmış sözleşmeler gereğidir.

Ne zaman ki bir masum’a,
Ne zalim ne de mazlum olmayan, tamamen masum bir nefse zulüm dokununca,
Haddi aşmış olurlar ki, o andan itibaren olayı, kamu davası olarak ele alır yüce Yaradan.

Ve zalime haddini bildirecek şekilde, zulmün ve zalimlerin dayanaklarının belini kırar.
Devamında zalimlerden masumun intikamını alır.

Afüv ismi ile günahkârların günahlarını hiç yapılmamış gibi kayıtlardan çıkarttırır.

Bu isimle muamele ettiği nefsin, üzerinde olan kul haklarını dahi kendi üstüne alarak, karşılığını taraflara rızaları ile takdim eder.

Raûf ismi ile, şefkat nazarı ile kullarına nazar eder.
Onlara kendisine yönelmeleri için sayısız olanaklar tanır.
Kimi zaman güzelliklere gark ederek şefkatini gösterirken,
Kimi zaman da şefkat tokadıyla onları yanlış yollarından döndürür.

Mâlik-ül Mülk ismi ile, hiçbir ortağı ve de hesap vereceği bir makam olmadığını apaçık ortaya koyar.

Dilediğinden her verdiğini alır, dilediğine sınırsız verir.
Bu alış verişlerin hakikatteki manaları da, sadece kendinde mevcuttur, buna akıl sır ermez.

Zül Celâl’i ve’l İkrâm ismi üzere, Celâli ile nimeti hak edene de etmeyene de yayarken,
İkram’ı sadece hak ediş noktasında, hak sahipleri ile, hak edişini dahi gözetmeden sevdiklerinedir.

Muksit ismi ile maksadını iyiden iyiye açarcasına, bunca örneklerle kendini tanıttığı nefse, adaletle hüküm vererek, hakkı ve adaleti olduğu gibi uygular.

Ancak burada dahi kendi sevdiklerine, türlü vesileler yaratarak hakkı geçenlerle helalleşmelerine olanak verir ki, karşısına haksız olarak gelmelerini engeller.

Câmi ismi ile zıddiyetleri bir araya getirerek toplar.
Kimi zaman bunları harmanlayarak, noksanlarını tamamlarken, kimi zaman da bir araya getirse dahi, birbirlerine iki denizin karışmadığı gibi karışmalarına izin vermez.

Gâni ismi ile, hiç bir şeye ihtiyaç duymayacak şekilde ne denli zengin olduğunu göstererek, nefsi mest eder.

Muğni ismi ile dilediğini zengin eder ve zenginliği onda kalıcı kılarak, hayatı boyunca zengin olarak yaşatır.

Dilediğini de hayatı boyunca fakirlik içinde bırakır.

Bâzı kullarını zenginken fakir, bazılarını da fakirken zengin yapar.

Fakir olan daha şanslıdır.
Çünkü Allah, fakirlerle beraberdir ki, onların fakirliğe ne ölçüde sabrettiklerini izler...

Zenginliği verdiğini de, zenginliğini kullanışına bakarak, ne ölçüde bir şükür içinde olduğunu izler.

Burada zenginin imtihanı fakire nazaran çok daha çetindir."

Mâni ismi ile nefislerin kolaylıkla yol almalarını sağlar.

Zahirde bazen her türlü vesileyle kulunu teşvik eder görünse bile, batın elini onun işinin üzerine koyarak sonuçlanmasını engeller.

Kul için neyin hayırlı olduğunu, hakikat noktasında bilen ancak odur.

Akıllar bunu idrak edemez.

En kolay yol, teslim olmak ve yaşamak yerine, olayları seyretmektir.

Dâr ismi ile şayet Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur.

Nâfi ismi ile Sana bir iyilik dokunduracak olursa da, O her şeye güç yetirendir,
onu engelleyecek bir kuvvet yoktur bahsini ortaya serer.

Nûr ismi ile duyguya ait olan ve de
Akıl ve idrakin karanlıkları varken,
tamamen zıddiyetle vicdan ve sezgide ortaya çıkan,
Dış ve iç tecellinin tene yansımasını sergiler.
Neşenin sezilen kaynağıdır.

Hâdi ismi ile hidayete erdirir.
Bu noktada hidayetin zıddiyeti olan dalâlet yok olur.
Hidayetin son noktası iman'dır.

İmanın kemalât noktasının tarifi;
İnsan gökyüzüne bir saç teliyle asılı olsa,
Yeryüzünde fırtınalar kopsa,
Kasırgalar tufanlar birbirini kovalasa,
Zelzeleler olsa,
Yanardağlar patlasa ve lavları gökyüzüne ulaşsa,
Gök yarılsa ve yağmur yeryüzündeki suyu dağlara kadar yükseltse,
Dalgalar vurduğunda dağları yerinden oynatsa...

O imana ulaşmış nefis bilir ki;
Allah dilemedikçe ona zerre kötülük dokunamaz...

Ve yine bilir ki;
Allah muhafaza etmezse, bunlara dahi gerek yoktur.
insan bir kaşık suda boğulur.

İman sahibi kişiyi ne bir korku, ne de bir endişe kaplar.
O Rabbinin muhafazasında, onu seyir halindedir.
ve tüm bunların hiç birisi onu ilgilendirmez.
Müminin de sıfatıdır.

Bu aynı zamanda Peygamber Efendimizin, Mümin kime derler sorusuna verdiği cevaptır.

Bedî ismi ile öncesi olmayan şeyler yaratarak, nefsi hayretler içinde bırakır.

Artık her şeyi çözdük denildiğinde her şeyi sıfıra düşürür.
Akıllar iflâs eder.
Tam keyifsizlik oluştuğunda, yepyeni ilhamlarla, nefisleri tekrar keşiflere koşturarak mutlu eder.

Bâki ismine sahip Yüce Rabbimiz için, zaman söz konusu değildir.
(yani bu söz onun Zatına işarettir, esma ve sıfatlarına değil)
O'nun zatı zamandan beridir.

Burada münezzehtir demiyoruz...
Çünkü münezzeh, arınmış temizlenmiş manâsı da taşır.
Allah'ın Zatı olan "HU" ise zamana hiç girmemiştir.
Dolayısıyla münezzehliği de söz konusu değildir.

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 14.Kısım için tıkla..

...