Esma’nın Terazisi 1.Kitap 9.Kısım

...

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 9.Kısım

Uyku anında bedeni, kontrolünü kaybetmeyen bir bağla terk eder.

Dördüncü kat semaya kadar yükselir.

Orada ruhlar yastığı denilen yerde, idrak, anlayış noktasının üstünde olan işlerini görerek döner.

Ruh kutsaldır, aslına dönebilen nefis, yani nefes Kutsal ruh’ tur.

Ruhtan bahis yasaktır.

Kime yasaktır şeriat ehline.
Kuran’ı satırdan okuyana yasaktır.

Çünkü bu bahis, Kuddüs sıfatıyla sınır tanımadığından, bazı noktalarda şeriatı da tanımaz.

Miraç’ta 90 bin hediye kelâm ile indi Resulallah.

Tamamı Kuran’ın hakikatini oluştururken,
ilk 30 bini Şeraitten yani kabullenmelerden bahis.

İkinci 30 bini Tarikattan,
yani kabullenmelerini tamamlamış, nefsin Allah’ın Zatına yol almaya başlaması noktasından bahis.

Ve son 30 bini de, Hakikatten yani, gerçek gerçeklerden bahis olarak şekillendi.

Gördüğümüz Kuran’a 6 bin küsur tanesi yazıldı.

O Yüce Kitap Kuran’da, 6 bin küsur tanesi görünürken,
derin bakanlar, 30 binini satır aralarındaki yazılanları okuyarak, kalpleri ile gördü.

Gördüklerini hazmedip, kabullenenlere, satır aralarında, yeni satır araları açıldı ve o satırlarda,
ikinci 30 bin ile, Ruh’u, yani nefsin aslı olan nefesi tanıdı.

Ruh’u algılayabilme yeteneğine ulaşabilen nefislere, son 30 bin kelam da görünür oldu ve onlar hakikati keşfederek, Hakikat Erleri oldular.

Tamamını tek bir parçada bütünleyenler,
Ruh’un sahibini tanıyarak,
kendilerindeki emanet nefesi,
yaşarken sahibine teslim edip,
“Mutû kalbe ente mutu” sırrına vakıf olarak,
ölmeden önce ölmenin tadına vardılar.

"Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır.
Ama denize girdikten sonra, ne iz kalır, ne nişan." Diyordu Hz. Mevlâna

Mevlâna; "Ölmeden evvel ölen bir kişi, gerçekte diri olan bir ölüdür.
Canı arınmış, makamı yücelmiştir" buyurur.

Ve yine dağılmamak adına, devam perdesini aralamadan konumuza dönüyoruz.

Bu noktada fiili, algılamalar yoluyla tatbik edende oluşan Kuddüs sıfatı neticesinde, Allah o kişiye Selâm ismi ile selam verir.

Allah’tan bir kez selam alanın makamı ve sıfatı da Selâm olur.
"Selametle..."

Selam’ı alan kişiye Mümin isminde, fiil işlemenin, nefes olmak yolunda, Mümin olabilmenin yolu açılır.

Akıl kendini beğenmekten vaz geçerse ve amir değil de memur olduğunu kabullenirse, bu fiili ona Mümin sıfatını kazandırır.

Nefes olma yolunu artık iyice anlamaya başlayan nefis'e, Gayb sırlarını açarak;
okyanusta kuru dal parçası üstünde ve güneş altında kalmış bir damla nasıl ki bir hiçse...
nefislerin de Zat'ı yanında, aynı şekilde bir hiçten ibaret olduğuna idrak ettirir.

“ Heç, Hiç, eski Türkçede tuz anlamı taşır.
En değersiz mineral olmasına karşılık, olmazsa olmaz bir maddedir.”

Mümin sıfatı, imanın kemalât noktası olup tarifi;
İnsan gökyüzüne bir saç teliyle asılı olsa,
yeryüzünde fırtınalar kopsa,
kasırgalar tufanlar birbirini kovalasa,
zelzeleler olsa,
yanardağlar patlasa ve lavları gökyüzüne ulaşsa,
gök yarılsa ve yağmur yeryüzündeki suyu dağlara kadar yükseltse,
dalgalar vurduğunda dağları yerinden oynatsa
O imana ulaşmış, Mümin sıfatı sahibi nefis bilir ki;
Allah dilemedikçe ona zerre kötülük dokunamaz.

Ve gene bilir ki;
Allah muhafaza etmezse, bunlara dahi gerek yoktur.
insan bir kaşık suda bile boğulur.

Mümin sıfatına sahip kişiyi, ne bir korku, ne de bir endişe kaplar.

O dünü düşünerek hüzünlenmezken, gelecekten de endişelenmez.

O Rabbinin muhafazasında, onu seyir halindedir.
Ve beşeri görevleri ile insani vazifelerini eksiksiz yerine getirmesine rağmen, tüm bunların hiç birisi onu ilgilendirmez.

Bu duygular içinde olan nefise,
birkaç perde aralayarak,
onun fiilini hayret makamına,
Müheymin ismi ile çevirerek,
onu hayret makamına ulaştırır ve onu mest ederek,
"kendinden geçmesine" yardımcı olur.

Hayret içinde olan nefislere,
hiçliklerini hissettirmenin yanı sıra,
onlara Aziz ismi ile muamele ederek,
Zatına ait olan yenilmez ve mutlak galip olma makamını, onlara da tattırır.
Burada insan hiçbir fiilinde yenilmez olur,
Yenilmez unvanı alır.

Bu esnada,
hayret içinde kendinden geçmiş ve kendine dönemeyen nefisler ile,
açılanlar karşısında memurluğa düşemeyen akıllara,
Cebbar ismi gereği,
hükmünü cebir ile zorunlu olarak,
ister istemez kabul ettirerek,
algılama eksikliklerini giderir.

Bu isimde fiil işleyen kişi, her durumda kendini kabul ettirerek Cebbar sıfatı kazanır.

Ledünni sıfatı bir ara sıfattır ve bu noktada ufaktan aralanarak, Mütekebbir ismi ile insan her türlü hadiseye vakıf ve şahit olur, bu sıfatla da sıfatlanır.

Halik ismiyle, Allah’ın yoktan var etme esmasıyla tanışır.

Yaradanın yaratıcılığına şahit olan kişi, her şeyi kendi yaratıyor hissine kapılır.

Bu noktada insan pek çok hatarat ve vartalara kapılabilir.

Çünkü dilediği en olmayacak işlerin olduğunu görür.

Hiç olmayacak dileklerde bulunur ki, olmasın diye...
onların dahi olduğunu görür.

Zorlu bir fasıldır ama tahminde bulunmayı terk ederek ve de konuyu, havadan sudan sonucunun kendisini ilgilendirmediği konularda eskiterek de kolayca geçilir.

Allah’ın Halik ismi ile yarattığı mahlûkatı, Bâri ismi ile harmanlayarak, eşsiz benzersiz ve daha önemlisi, kusur ve noksan bulaşmamış, yepyeni uyumluluklar meydana getirdiğini izler.

Bu noktada kendi elinden vesileler halk edilir.
Yine çetin bir esmadır ve kendinden bir şey bilmeden, sadece seyretme yeteneği kazanılmışsa, seyredilerek Allah’a ait yeni güzellikler görülür.
Eşyanın hakikatine de nasipse bu noktada ulaşılır.

Adı olan her şeyin cismi de vardır.

Musavvir esması ile anılan her ne olursa olsun vücuda gelir.

Akla gelmesi, adının söylenmesi o şeyin var olduğuna delildir.

Batıl itikatlarda isimsizler bahsi geçer.

Bu bahis o şeyin isimsiz olduğuna değil, isminin henüz bu semada anılmamış olduğuna işarettir.

Bunu anlayamayanlar, birtakım sapık düşüncelerde boğulurlar.

İnsana düşen her ne anarsa ansın hayırla anması gerektiği ve hayra değil şerre vesile olacak şeylerin, anılmaması ve hayata geçirilmemesi gerektiğini anlamasıdır.

Gaffar ismi ile bu vücutlara mağfiret eder, onları affeder.
Yani onları günahın ortasında, günahtan arındırılmış bir koruma çemberine alır.

Bir topluluk pek çok suç işlese ve birisi de onların içinde kafeste esir bulunsa...
Suç işleyenler yakalanıp cezalandırılırken, o kafesteki suçlanmaz ve salıverilir, cezadan da kurtulur.

Bir insan nerede ve hangi konumda, ne tür bir mecburiyetle ve ne iş ile meşgul olursa olsun;
kalbi Allah ile meşgul oluyorsa,
Allah onu muhafaza eder.

Kahhar ismi ile önce onu cezalandırıyormuş görüntüsü verir.
Ancak daha sonra, onu kendisine uzanan yolda oyalayan kimliklerden soymak üzere, noksan kimlik elbiselerini parçaladığını anlamasını sağlar.
Bu anlaşılma tamamlanıncaya kadar süren bir süreçtir.

Vehhab ismi ile Rahim sıfatını tetikler ve kişiyi hizmet etmesi için, himmete boğar.
Her yönden nimet yağar.
Bu esnada gözler verilenlerle mi oyalanıyor, yoksa onların üstüne basarak, kendisine bir adım daha çıkıyor, yaklaşıyor mu diye de izler.

Esma’nın Terazisi 1.Kitap 10.Kısım için tıkla..

...