Esma’nın Terazisi 1.Kitap 5.Kısım
Esma’nın Terazisi 1.Kitap 5.Kısım
Sanırım bu olabilir dedi ve onu alarak dosyayı açmaya gitti.
Evet, anahtar dosyaya aitti.
Anahtarı takıp çevirdiğinde bir klik sesi ile birlikte, bir ses kaydı çalışmaya başladı.
Ses Uslu Bey’e aitti ve “ Merhaba Orhan’ım “ diyordu...
Devamını dinleyip dinlememeyi endişe ile dolu bir önsezi ile o an düşünüverirken;
“ Seni tanımışsam, devam etsem mi dinlemeye diye düşünüyorsun şu an Orhan’ım.
Ama biliyorum ki dinlemek isteyeceksin sonunda.
Ben seni şöyle bir uyarayım Orhan’ım…
Bu kaydı dinleyip, bu dosyayı açmaya karar verdiğinde, hayatın öncekinden çok farklı olacak.
Ve belki de hayatını bu dosya içeriğine adaman gerekecek.
Sayısız dost ile tanışıp, sınırsız bir güce ulaşırken, sayısız da düşman edinmiş olacaksın bir anda.
Dinlemek istediğinden emin olduğunda, anahtarı bir kez daha çevir “ diyordu.
Neydi bu bir tür şaka mı?
Odadan çıktı ve sanırım bu noktada bir abdest şart diye düşündü.
Elini, yüzünü, ritüel bir şekilde yıkadıktan sonra, bir bardak çay istedi hizmetliden ve çayı karıştırıp, bir yudum içmesini takiben çalışma odasına geçti.
Çayını içerken dosyayı izledi kaderli gözlerle.
Kader böyle bir şeydi işte...
Yazılmıştı ve kaçmanın da bir faydası yoktu.
- “ Bismillah destur “ diyerek anahtarı bir kez daha çevirdi.
Uslu Bey‘in,
- “ Teşekkür ederim Orhan‘ım, emaneti yerden kaldırdın...
Allah yardımcın olsun. “ demesini dinledi.
Peşine konuşmanın devam etmesini bekledi bir süre...
ama ses seda çıkmayınca dosyayı açtı.
Dosyanın içinde sadece bir kelime yazılıydı.
“ SABIR “
Ne kadar öyle mi böyle mi diye düşünse de, bir cevap bulamayacağını hissederek, dosyadaki sözcüğe uydu ve konuyu gündeminden düşürdü.
Nasıl olacaksa bir şekilde devamı gelecekti demek ki.
Ertesi sabah, yaptığı insan kaynakları çalışmalarını, Aylin Hanım’a ve Ar-Ge dosyalarını da, “sabır” da dâhil olmak üzere İhsan Bey’e teslim etti.
İhsan Bey, konuya dâhil miydi, değil miydi?
“ Öğreneceğiz bakalım “ diye düşündü ama ona bir şey söylemedi.
Az sonra hararetle oda kapısı çalınarak, Aylin Hanım içeriye girdi.
- “ Orhan Bey siz bu yazdıklarınızı yapın, ben hiçbir ücret almadan, Mısır’lı bir rahibe gibi sadakatle yanınızda çalışırım “ dedi.
Eski Mısır’da, firavun zamanında, özel hizmetinde görev yapan rahibeler, firavunların ölümüyle, mezarına onlar da canlı canlı gömülmeyi, sadakatle kendileri isterdi ve gömülürlerdi.
“ Allah uzun ömürler versin size Aylin Hanım, çok şükür firavun resmen yaşamıyor artık “ dedi.
“ Siz bu projeleri hayata geçirin, ben asıl size borçlanacağım “ diye de ekledi.
35 yaşında olan Aylin Hanım, neşe içinde odadan çıkarken, on beşinde kız gibi sekiyordu.
Asıl İhsan Bey’in yolunu gözlüyordu.
Raporlar doğrultusunda en azından...
ve o “sabır” yazılı raporu sormak için gelmeliydi.
Ama öğlen olduğunda İhsan Bey halen gelmemiş ve heyecanlı bekleyiş, karnını epeyce acıktırmıştı.
Yemeğe çıkmak üzere hazırlanırken, telefonun 4 numaranın ışığı yanarak çaldı.
Bu İhsan Bey’e ait dâhili hattı.
- “ Yemeği dışarıda yiyeceğiz Orhan Bey, çıkıştan alın beni “ dedi.
Cevap beklemeden kapattı telefonu.
Bu noktada, sert akan bir sudaki çöp parçasına benzetti kendisini.
En ufak bir karşı koyuş ya da durma anında, paramparça olacağını hissetti.
Garaj katına indiğinde, İhsan Bey tebessüm ederek selamladı onu.
Araca binerken şoföre, "sen istirahat et, sensiz gezeceğiz" dedi.
İstanbul yolunda olan şirketten ayrılırken, “ ne tarafa gideceğiz İhsan Bey “diye sordu.
- “ İstanbul istikametinde ilerleyin efendim, 130.km de karşılanacağız. “ dedi İhsan Bey.
Yol boyu, diğer Ar-Ge meseleleri üzerinde konuşuldu.
Cıs olan konuyu, akıntıya bıraktığından, kesinlikle zorlamamaya, konuşmamaya ve cevap aramamaya karar vermişti.
Şubat ayı olmasına rağmen, gökyüzü pırıl pırıl ve güneş de sıcacıktı.
Rabbim fakir fukarayı kolluyor bu sene...
ama inşallah, kar yağmadığından, toprak yorgansız kalıp üşümez diye düşündü.
Söylenilen noktaya yaklaştıklarından hızını azaltmış, yavaş yavaş seyrediyordu ki, İhsan Bey tarif verdi.
- “ İlk benzinliğe girelim ve benzinlik çıkışında duralım “ dedi.
Az ilerde benzinlik görünüyordu ve söylendiği şekilde durdu.
2-3 dakika sonra, duman rengi bir Volvo S90 Momentum önlerinde durdu.
dörtlülerini yakıp söndürerek hareket etti.
Kendisinin takip edilmesi yönünde bir işaretti bu.
Peşi sıra 8-10 km. ilerledikten sonra bir köy yoluna saptılar.
Daha sonra da, birkaç yol ayrımı geçtikten sonra sola saparak, 3-4 km gittiler ve büyük bir bağ evine geldiler.
Evin bahçesinde, günlük işlerini yapan yöre halkından çalışan köylüler vardı.
Evin 2 araçlık garajına girmesini söyledi İhsan Bey.
Garaja girdiğinde, kapısı otomatik kapandı ve zemin bir asansör olarak, birkaç kat kadar aşağı indikten sonra durdu.
Açılan kapıdan çıkınca, 40 kadar aracın park ettiği büyük bir garaj gördü ve o da arabasını park edip, dışarı çıktılar.
İhsan Bey tebessüm ederek,
“ gördüklerinize hayret etmeyin ve sabırla seyredin, her şeyi öğreneceksiniz efendim “ dedi.
İhsan Bey, ona hep Orhan Bey diye hitap ederken, bu defa “Efendim” diye hitap etmesi gözünden kaçmadı ama sabırla seyir etmeyi yeğlediğinden, hiçbir konuda soru sormuyordu.
Sıradan bir kapıdan girdikten sonra, ikinci bir kapıyı açıp, oradan da içeri girdiklerinde, görüşü engelleyecek kadar aşırı ışıklandırılmış bir koridora ulaştılar.
Zemin sürekli dönüyor ve üzerinde bulundukları tabla, farklı koridorlardan farklı koridorlara girip duruyordu.
Belki de aynı yerde dönüp duruyorlar, belki de pek çok koridorda ilerliyorlardı.
Aşırı aydınlatma ve zemin tablasının dönmesi ile size sürekli bir şeylerin yaklaşıp uzaklaştığı hissi veren, mekanik sesler duyu organlarını iflas ettirmişti.
Sonunda her şey durdu ve ortama tam bir sessizlik hâkim olarak, zifirî karanlık bir hâl aldı.
Ve ardından açılan kapıdan gördükleri şeyler ilk anda akla sığmayacak güzellikteydi.
300 metre kadar yüksekte, bir tepenin üzerindeydiler ve manzara anlatılamaz bir güzellikteydi.
Figürlerde cennet adına yapılan tasvirler, burasıyla ilgili olabilirdi ancak...
Gökyüzünden, kaynağı görünmediği halde yerdeki nehirlere, akan sulardan tutun da, ceylanlar ile aslanların yan yana gezdikleri yaylalara varıncaya kadar, akla sığmayacak bir manzara vardı karşısında.
Tüm bu anlatılamaz güzelliklerin içinde, doğallığı asla rahatsız etmeyecek şekilde inşa edilmiş, doğal bir de şehir vardı.
Şehir doğaldı ama öz tabirle, teknolojisinin tek bir vidası, dünyamızda sanayi devrimine sebep olacak cinstendi.
Kendilerini karşılayanların başında, çok sevimli ve neşeli, Arîn isminde bir ihtiyar vardı.
Sakal ve bıyığı yoktu ve 1,55 kadar da bir boya sahipti.
Yenildi, içildi, dünyadaki olayların nedenleri ve nereden çıktıklarının iç yüzleri özetlendi.
Anlatılanlara göre bizim yanlış olarak gördüğümüz her olay, aslında dengeyi sağlayıcı bir unsurun dışa vurumuydu.
Bu noktada yanlışları düzeltmek adına, onlarla mücadelenin hiçbir fayda sağlamayacağı ve o yanlışın ortaya çıkmasına neden olan denge bozukluğunun, analiz edilerek düzeltilmesi ile ondan kurtulunabilineceği ifade ediliyordu.
Çok enteresan örneklemeler de dikkatini çekmişti.
Meselâ ozon deliği ve büyümesi, zararlı kimyasallardan değil, dünyadaki yılan sayısının azalmasından
kaynaklanıyordu.
Astım hastalığındaki artış da enteresandı ve baz istasyonlarının yerden 70 metreden yukarı kurulmaması sebebiyle, saka kuşlarının o bölgelere yuva yapmamalarından kaynaklanıyordu.
İnsanoğlu, bunları nasıl bilebilir diye düşünürken, düşüncesini ortaya konuşmuşçasına Arîn Bey,
“ sizin seçilerek buraya getirilme sebebiniz bu Orhan Bey “
- “ Bizler “ Denge Kurucularız” ve Sizden farkımız, biz biliyoruz.
Bildiklerimizi uygulayarak yaşıyoruz.
Yoksa olağan üstü varlıklar değiliz. “