Esma’nın Terazisi 1.Kitap 3.Kısım
Esma’nın Terazisi 1.Kitap 3.Kısım
Kendisinin yıllardır o ağacı kollaması gibi, Allah’ın da kökleri ile bağı zayıflayan bu milleti, o bağı yeniden tesis edene kadar kollamakta olduğunu düşündü.
Bir kitapta okumuştu;
Timur iki sene Bursa’da kaldıktan sonra, bir Cuma hutbesi sonrası, çiftçilerden birinin yeter artık gitsinler
verecek bir şeyimiz kalmadı demesi üzerine;
Emir Sultan Hazretlerinin “ O halde gitsinler “ demesiyle birlikte,
bir kundura tamircisinin başüstüne diyerek yerinden kalkıp, çadırını toplamaya gidişini ve de çadırın ilk
çivisini sökmesiyle sanki hareketleri ona bağlıymışçasına,
Timur’un “ çadırları sökün gitme vakti “ diye bağırmasını hatırladı.
Bu nedenle o ağaca su döktükçe, bu milletin köklerinin de yaşayacağı gibi bir hisle, ibadet tarzında yapıyordu bu işi.
Tüm bu düşüncelerle bahçe kapısından çıktığında, gün yeni yeni ışıyordu.
Kapıdan çıktığında, oraya ait olmayan bir arabanın içinde oturan iki kişinin, evi gözetlediklerini fark etti.
Arabadan birisi inerek ona yaklaştı.
Kimliğini göstererek, polis olduğunu ve Selahattin Baş komiserin, kendisini bir süre korumak maksatlı, uzaktan izlemelerini istediğini söyledi.
Onun arabalarını izlemek yerine, kendi arabalarına gelirse, daha emniyetli ve de hızlı bir şekilde şirkete ulaşacaklarını ekleyerek, arabanın kapısını açtı.
Açılan kapıdan içeri girerken, bundan sonraki günlerin, eski günlere nazaran, çok farklı olacağına ilişkin durumu hissetti.
- “ Simidiaaa simiidimm gevreek “ diye bağıran simitçinin sesi, onun bu zorlu gününde tebessüm etmesine sebep oldu.
İçinde tahin ve şerbetinde de pekmez olmadığından, ne simitler artık gevrekti, ne de susamı susam değil, Nijerya’dan gelen bir susam benzeri bitki olduğundan tadı tattı.
Ama gene de insanın arada canı çekiyordu.
İhlâsla yendiğinde eskisinin yerini tutar inşallah diye düşünerek, “ oradan 8-10 tane simit versene “ dedi simitçiye.
Şirkete geldiğinde hiçbir şey olmamışçasına herkesin işiyle meşgul olduklarını gördü.
“ Olan oluyor, ölen de ölüyor ama hayat her şeye rağmen yine devam ediyor “ diye düşündü.
Necmettin Bey onu kapıda karşıladı.
Aniden yüzünde bir tebessümün belirmesine neden oldu bu olay.
Necmettin Bey, şirkette ileri düzeyde dalkavuk ve yağcı birisi olarak nam salmış olmasına karşılık, bunu bir menfaat umarak değil, fıtratı gereği yapan iyi bir insandı.
Ve bu olayla durumun daha bir iyi farkına vardı.
Tüm miras, buralar ve her şey artık onundu.
Üst kata çıktığında, sabahın o erken saatinde baş komiser Selahattin Bey’i çalışırken buldu.
Ne zaman uyuyor bunlar diye düşündü...
Gerçekten de çok zordu hayatları.
Samimiyetle “ Allah yardımcıları olsun “ dedi.
Onu gören Baş komiser Selahattin Bey seslendi;
- “ Günaydın Orhan Bey erkencisiniz. “
- “ Biz erkenciyiz, siz hiç gitmediniz sanırım “ diyerek, elindeki simit paketini ortaya açıp, çay söyledi.
- “ Olayla ilgili cevap vermem gereken çok makam var ve sorulara bir mantıklı cevap bulurum derken, sabahı ettim.
Ama nafile olay tam bir muamma...
Ne çalınan göze görünür bir şey var, ne de bir tek sorunun cevabı.
Adamcağız o yaşta ve dini bütün olarak bilinen birisi olmasa, olaya namus cinayeti diyeceğim nerdeyse “ dedi.
Bu sorulara verecek bir cevabım olmadığını ifade edercesine,
- “ çaylar soğumasın buyurun “ diyebildi.
Neyin neresinde olduğunu anlayamamışken, neye ne cevabı verebilirdi ki.
Bunu sezinlediği kesin olan, yılların kurt polisi Baş komiser Selahattin Bey, simit olayını takiben adli tıplık
ve kriminal bir olayın kalmadığını,
kendisinin de artık gidip iki saat uyuması gerektiğini,
ama en ufak bir ipucu ya da hatırlanacak bir konunun, kendileriyle paylaşılmasının ne denli önemli olduğunu vs.
ekleyerek ayrıldı.
Aradan geçen birkaç gün, yeniliklerden yoksun ve sadece rutindi.
Bu süre zarfında, olayın aslı zaten umurlarında olmayan gazete ve televizyoncular, olayı didiklemişler,
kafalarına göre acayip acayip haberler yapmışlar, olayın reyting yönü kalmayınca da ayaklarını kesmişlerdi.
Bu esnada hukuki aşaması tamamlanan miras da tarafına aktarılmıştı.
Bilinenin çok üstünde malı ve akarı çıkmıştı Uslu Bey ’in.
Sekiz farklı ülkede farklı gayrimenkul ve iştirakleri vardı.
Ama en ilginci Belçika ve Kanada’da bulunan, ikisi de rakip olarak bildikleri ilaç firmalarında, hatırı sayılır hissesinin çıkmasıydı.
“Memlekette, zengin diye üç beş kişinin adı geçiyor ama onları cebinden çıkartacak ne zenginler var demek ki” diye düşündü.
Finanstan üretime, pazarlamadan araştırmaya, insan kaynaklarından bilgi işleme kadar alanlarda, uzman olan altı kişiyi ve bunlara her zaman kendisine doğruları söyleyip, doğru yolu tavsiye eden Mustafa Bey ile uçuk fikirlerine hep tebessüm ettiği ama aynı zamanda gıptayla baktığı Ender Bey’i de ekleyerek, sekiz kişilik bir istişare kurulu oluşturdu.
Kurul ile arasına da koordinasyonu sağlayacak şekilde, hızlı ve eksiksiz çalışmasına her zaman hayran olduğu, Ayten Hanım’ı uygun gördü.Tüm ekibin, emeklerinin karşılığını fazlasıyla alacakları şekilde, maaşlarını ve harcama kalemlerini de yeniden düzenledi.
Sürekli Ayten Hanım üzerinden, koordine bir şekilde bilgi paylaşımında bulunulmasını ve her cumanın ilk yarısında hazırlık, ikinci yarısında da toplantı olacak şekilde, bir usul oluşturulmasını programa bağladı.
İlk toplantıda, zaten kimin neye yönelmesi gerektiği ortaya çıktı.
Cuma toplantılarının ilk yarım saatinde, işçi temsilcilerini dinlenmesi uygun görüldü.
Şimdi artık içi rahattı...
danışabileceği bir kurulu vardı.
Ayten hanımın yükünü hafifletmek ve kırtasiye ile uğraşmasını önlemek için, ona bağlı beş kişilik bir alt sekretarya oluşturdu.
Bu güne kadar şirket, Uslu Bey’in zihninde yönetilmişti ama o Uslu Bey ’in iş bilirliğine artık sahip değildi.
Bu şekilde bir kompleks ağ yapıya ihtiyacı vardı.
Yeni yapılanma ile birlikte, şirkette ne olacağız şeklinde tezahür eden karamsar hava, yerini taze bir bahar rüzgârına bıraktı.
Her şey yoluna girmiş ve işler tıkırında ilerliyordu.
İlk Cuma toplantısında her şeyin yolunda olduğuna ilişkin rapor da, onun hislerini doğruluyordu ki;
- “ Sıkıntı yok, yeni ne yapabiliriz ona bakalım “ deyiverdi.
Ar-Ge danışmanı olan İhsan Bey, Uslu Bey zamanında ön araştırmaları yaptırılmış projeler olduğunu söyledi.
"İzin verirseniz, hafta başı bunları size sunacak şekilde, hafta sonu çalışırım" dedi ve teyitleşildi.
Herkesin gelecek cumaya kadar, bu konuda kafa yorup çalışması tavsiyesiyle, toplantı neticelendi.
Uzun süredir evine sadece yatmaya gittiğini ve herkes uyurken de çıktığını hatırladı.
Hem ailesi ile konuşması gereken pek çok konu vardı, hem de Rabbisinden aldığı izin dolmak üzereydi ve ona yönelme zamanı gelmişti.
Bu düşüncelerle Ayten Hanım’a erken çıkacağını söyledi.
Bir durum olursa, kendisinin bu aşamada sürekli haberdar edilmesi gerektiğini söyledi.
ve şirketten ayrılmak üzere toparlandı.
Bir şeyler alıp da eve öyle gitsem diye düşünürken, hiç enerjisinin kalmadığını hissetti.
Bu yorgunluk falan değildi.
Günlerdir kendisiyle konuşmadığını ve kendi özü ile bağının zayıfladığını hissetti.
Enerji kaynağı ile bağını yeniden kurmalıydı.
Bunları düşünürken bir kâğıda, “ herkes hafta sonu, kendisinden ne kadar kopuk yaşadığını düşünecek ve insanların insanca ihtiyaçları için, biz ne yapabiliriz araştırılacak “ yazıp, İnsan kaynakları müdürü Aylin Hanım’a iletmesi için, Ayten Hanım’a vererek şirketten ayrıldı.
Eve ulaştığında yorgunluğundan eser yoktu.
Yemekte sevdiği yiyecekler vardı.
Demek ki, ilgi odağındaydı ve muhtemelen annesi onun bu yeni temposuna üzülüyordu.
- “ Yemeği yedikten sonra, çay demlendiğinde toplantı yapmamız gerekiyor, size danışmam gereken konular var “ dedi.
Yemek sonrası annesinin, “ çayları doldurdum salona gelin “ sesiyle, herkes salona geçti.
Neşeli ve sıradan hatır sormalarla, ilk çaylar içildikten sonra, asıl konulara gelindiğini herkes hissetti.
O sırada televizyonda sıla özlemi programında, balalayka ile çalınan doktor Zhivago’nun müziği vardı.
- “ Anne köşke taşınmak zorundayız “ cümlesi her şeyi özetlemişti zaten.
Nekahet dönemi geçmiş ve sağlıklı bir ortam için, yeni düzenlemeler gerekiyordu.
Zaman zaman ağırlanması gereken konuklardan tutun da, evde yapılması gerekecek, pek çok kişinin katılacağı toplantılara varıncaya dek, bir zincirdi bu.