ELA 1.Kitap 6.Kısım
ELA 1.Kitap 6.Kısım
Sınıfın öğrencilerinden kızı Sema’nın bir akciğer rahatsızlığı olduğunu ve astımı bulunduğunu, bu nedenle toza alerjisi olduğunu ve zaman zaman ağız spreyi kullanması gerektiğini anlatarak, kendi çantasında var ama her ihtimale karşı bir adet de sizin çekmecenizde bulunsun hocam diyerek ona bir astım spreyi verdi.
Onlar bunu konuşurken çocuklar kahkaha atarak gülüyorlardı.
Çocuklara baktıklarında Ela’nın bir şeyler anlattığını ve yüz mimikleri, göz hareketleri ve elleri ile yaptığı
anlatıma diğer çocukların kahkaha attığına şahit oldular.
Daha önce kızının hiç böyle derinden kahkaha attığını görmemiş olan Sema’nın annesi Kamuran Hanım hayretler içerisinde izliyordu.
Sema heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatarak konuşmalara dahil oluyor ve hem bir yandan kahkaha atarak anlatırken, onu dinleyenler de kahkahalar içerisinde gülüyorlardı.
Kamuran Hanım Sude öğretmene,
“daha önce kızımın böyle derinden kahkaha attığını hiç görmedim Sude öğretmenim” dedi…
“Bu şekilde kahkaha attıktan sonra onu hastaneye kaldırmamız gerekiyor…
Çünkü heyecanlanıp ciğerleri sıkıştığında, soluk alamayacağı için bugüne kadar hiç kahkaha atmadı…
Hocam şaşkınlık içerisindeyim şu an, onca kahkaha attıktan sonra gayet sağlıklı görünüyor.
Sanırım arkadaşlarını sevdi ve arkadaşları da ona iyi geldi.
Rabbim teşekkür ederim, kızımın kahkaha attığını bana gösterdin…”
Sude öğretmen Kamuran Hanımın ellerini tutarak,
“Kamuran Hanım kimin kime ilaç olacağını bilemeyiz…
Fakat görünen o ki, bu ortam kızınız için iyi geldi.
Biz mutlu bir şekilde izleyelim ve inşallah kızınız daha da iyi olacak” dedi ve onu teselli ederek uğurladı.
Az sonra çocuklardan Mustafa’nın annesi geldi.
Mustafa’nın çok sinirli bir çocuk olduğunu ve sürekli arkadaşları ile kavga ettiğini, böyle bir durumla
karşılaşırlarsa uygun olan neyse öyle davranılması gerektiğini anlattı.
“Hiçbir arkadaşı yok, kimseyle iletişim kuramıyor, ne yapacağımızı şaşırdık hocam lütfen ilgilenir misiniz” diye devam etti.
Fakat bir yandan da Mustafa’ya bakıyordu ve bir gariplik vardı.
Mustafa halının üzerine yan şekilde uzanmış, gülümseyerek anlatılanları dinliyor ve arada yüksek sesle
gülüyordu.
Sadece bu da değil, O da zaman zaman bir şeyler söylüyor ve onun söylediklerini de diğer çocuklar gülüyordu.
Annesi şaşkınlıkla izledi ve aman hocam nazar değmesin ben gidiyorum, burası Mustafa’ya iyi gelmiş müsaadenizle diyerek hızlı bir şekilde gitti.
Sude öğretmen, gözünün önünde gerçekleşen hoş durumlardan fevkalade mutluydu.
O esnada daha önceden de yaptığı gibi gayri ihtiyari ellerinin üstünü kaşımaya başladı.
Fakat bir gariplik vardı.
Her zaman ellerinin üzerinde bulunan egzama ve vücudundaki Sedef hastalığı, onu şu an rahatsız etmiyordu.
Sınıfın köşesine giderek çantasından aynayı çıkarttı ve gömleğinin bir düğmesini açarak, ayna ile göğsünün üst
kısmına baktı.
Şaşkınlık içerisinde,
“fakat fakat bu nasıl olabilir” diyerek kekeliyor ve gömleğinin düğmesini iliklerken aynayı çantasına
koyuyordu.
yıllardır sıkıntı çektiği Sedef hastalığı bir anda yok olmuştu.
Gün bu şekilde fevkalâde durumlar yaşanarak devam etti ve günün sonunda Aysun Hanım ve kızı Eda, Ela’yı almaya
geldiler.
Diğer çocuklar da ailelerine gitmek üzere hazırlanıyorlardı.
Ela Annannesini ve annesini görünce sevinçle onlara koştu ve ikisine birlikte sarıldı.
Üstünü giydirdiler, çantasını aldılar ve Sude öğretmene “iyi akşamlar Sude Hanım” diyerek ayrılacakları sırada
Sude öğretmen,
“bir dakikanızı alabilir miyim” diyerek onların yanına geldi.
Gün içerisinde yaşanan fevkalâde durumlar konusunda kısaca özet geçtikten sonra, “bu nasıl oluyor” diye sordu.
Aysun Hanım Sude öğretmene,
“kızım bu anlattıklarınız hiçbir şey değil, daha neler göreceksiniz fakat şu kadarını söyleyeyim, inşallah hep iyi
şeyler göreceksiniz.
Evet torunum etrafını iyileştiriyor ve güzelleştiriyor.
Onun böyle narin ve sevecen bir ruhu var.
Bunu dile getirip konuşmazsanız memnun oluruz hoca Hanım.
Çok fazla kişi tarafından duyulursa, aşırı ilgiden bunalıp yorulabilir torunum.
Sizden rica ediyorum, doğal bir şekilde yaşansın ne yaşanacaksa” diyerek ricada bulundu.
Sude öğretmen,
“haklısınız ve emin olun bu konuya çok hassas bir şekilde yaklaşacağım.
İçiniz rahat olsun.
Ela benim de evladım, bundan emin olun” dedi.
Dönüş yolunda yine her zamanki manzara mevcuttu.
Arkalarından bir grup hayvan, fareli köyün kavalcısını izler gibi onları izliyor, takip ediyor, geçtikleri yol
üzerindeki insanlar pencerelere çıkarak onlara el sallıyorlardı.
Biraz ilerlediklerinde, komşuları Gülnaz Hanım evinin kapısından dışarıya çıkarak önlerini kesti.
“Komşum beni kırma senden bir ricada bulunacağım, isteyeceğim şey çok zor bir şey değil hatta hiçbir şey değil
fakat benim için çok önemli.
Akşama bizim kızı istemeye gelecekler ve dünürler nasıl söylesem bize göre biraz varlıklı insanlar.
Çocuklar zaten aralarında anlaşmışlar ama onlara tertemiz bir ortamda lezzetli ikramlarda bulunmak için mutfakta
bir şeyler yapıyorum.
Ne olur Ela’yı bir bizim eve soksak, mutfağı şöyle bir dolaşırsa, salonda 2 dakika otursa, ben de ona ılık süt ikram etsem, komşum ne olur kırma beni” diyerek rica etti.
Aysun Hanım,
“hadi madem öyle diyorsun, 2 dakika girelim” diyerek Ela’yı kucağına alıp, merdivenlerden üst kata çıktı.
Ela içeriye girdiğinde onu önce mutfağa götürdüler ve Gülnaz Hanım, “Ela’cım süt içersin değil mi, içine şöyle az bir şey de kakao atarsam, sana ılık bir süt vereyim ister misin?” diye sordu.
Ela,
“isterim teyze, verirsen teşekkür ederim” dedi.
Gülnaz Hanım hemen kakaolu ılık süt hazırladı.
Sonra sütü içmesi için onu evin salonuna götürdü ve koltuğa oturtarak bardağı eline verdi.
“Komşum pişenlerden size ikram etmeyi çok istiyorum fakat akşam misafirlerim geldiğinde, yaptıklarımın bütün halde görünmesini istiyorum, lütfen beni affedin” dedi.
Aysun Hanım Gülnaz Hanım’a,
“olur mu öyle şey komşum, elbette ki senin için özel bir gün…
Böyle bir durumda kim kime görül koyabilir, ancak dua ederiz” diyerek gönlünü aldı.
Ela sütünü içmiş ve Gülnaz Hanıma teşekkür ediyordu.
Gülnaz Hanım süt bardağını bırakmak için mutfağa gittiğinde bir çığlık attı.
“İnanmıyorum kek öyle bir kabarmış ki böylesini ne gördüm ne de duydum” diyordu.
Hemen fırını açtı ve fırından muhteşem bir börek kokusu dışarıya yayıldı.
El açması baklava yapmıştı ve baklava muhteşem görünüyordu.
“komşum size ne kadar teşekkür etsem azdır, bunların hepsi Ela’nın yüzü suyu hürmetine biliyorum…
Çok çok çok teşekkür ediyorum, beni kırmadınız” diyerek onları yolcu etti.
Tertemiz, pırıl pırıl ve sanki bugün yapılmış gibi yeni olan iki katlı evlerine bahçeden girdiler.
Evleri çok çok büyük değildi.
alt katta büyük şömineli bir salon, kocaman bir mutfak, iki de oda vardı.
Bir de banyo ve yanında da tuvalet mevcuttu.
Üst katta ise 3 tane oda vardı.
Odalardan birisi 10x12 gibi epeyce büyüktü ve onu Ela’nın annesi Eda almıştı.
Çünkü hem kendi eşyaları hem de Ela’nın eşyaları, oradaki dolaplarda saklanıyordu. İçerisinde ebeveyn banyosu da
mevcuttu.
Ela’nın ve babaannesi Aysun Hanım’ın odaları da küçük değildi.
6x8 büyüklüğünde güzel odaları vardı.
Her odanın küçük birer de balkonu vardı.
Üst katta ayrıca banyo ve tuvalet elbette ki mevcuttu.
Fakat bahsettiğimiz gibi, her bir lavabo, her bir fayans, her bir duvar, her bir kapı, her bir boya sanki bugün
yapılmışçasına pırıl pırıl parlardı daima.
Evde mutfak rutini dışında temizlik yapılma ihtiyacı hiç olmamıştı.
Ana sınıfında benzer fevkalâdeliklerle 1 yıl geçti.
Mahalle sakinleri ve okuldakiler, Ela için uğurlu çocuk, bereketli çocuk diyor ve bu çerçevede Ela hem mahallesi
tarafından hem de okulu tarafından belirli bir ölçüde gizleniyordu.
Ela ve arkadaşları, kendilerine katılan yeni arkadaşlarla birlikte 20 kişi olarak ilkokul birinci sınıfa başladılar.
Eski arkadaşları onun fevkalâdeliğinin farkında olmalarına rağmen, bu konuda pek konuşmazlardı.
Çünkü Ela hiçbir zaman bu konuda herhangi bir böbürlenme ve üstünlük taslama ya da kendini beğenme gibi bir duruma
girmemişti.
Ela çok zeki bir çocuktu.
Kısa sürede okuma yazma olayını çözmüş ve kuvvetli bir matematik zekasına sahipti.
Her gün ufak tefek birtakım olaylar cereyan ediyordu ve Sude öğretmen elinden geldiğince Ela’yı gizlemeye
çalışıyordu.
O gün okul bahçesinde bir feryat yükseldi ve herkes camlara çıktı.
Hayri öğretmen okulun dış duvarının önündeki bankta oturmuş kitap okurken, yolun karşısındaki inşaatta çalışan
kepçe kontrolden çıkmış ve okulun dış duvarına çarpmıştı.
Çarpma sonucu duvar içe doğru yıkılmış ve bankın üstüne devrilmişti.
Hayri öğretmen yıkılan duvarın altında kalmış fakat oturduğu bank onun hayatının kurtulmasına vesile olmuştu.
Evet Hayri öğretmen sıkışmıştı.
Önemli bir zarar da almamıştı fakat üzerinde koskoca bir duvar ve bacağında kanaması vardı.
İtfaiye ve ambulansa haber verdiler.
Fakat Hayri öğretmeninin belki gerçekten, belki de psikolojik travmadan çok fazla acısı olsa gerek ki inliyordu.
Gayri ihtiyari Sude öğretmenin gözü Ela’yı aradı ve onu gördüğünde, Ela sağ elini hafiften oynatıyor ve parmaklarını yukarı aşağı hareket ettiriyordu.
Bunu o kadar ustalıkla kendini gizleyerek yapıyordu ki, Sude öğretmen hayretle onu izlemeye devam etti.
Bankın üzerindeki duvar hafiften hareket etti.
Bankta bir çatırdama oldu ve sanki içerden bir kuvvet duvarı dışarıya itiyormuşçasına duvar çatırdayarak, dışarıya doğru ikiye bölündü ve bank’ın üstünden yanlara doğru düştü.
Artık Hayri öğretmenin üzerinde duvar yoktu.
İnsanlar onu hemen kenara çektiler ve bacağındaki kanamaya basınç uygulayarak Hayri öğretmenin boynundan
çıkardıkları kravat ile sıkıştırdılar.
O sırada itfaiye ve ambulans gelmişti.
İtfaiye tutanak tuttu, ambulans Hayri öğretmeni aldı ve gitti.
Sude öğretmen çocuklara,
“geçmiş olsun çocuklar, Hayri öğretmeniniz kurtuldu yerlerinize geçin” dedi.
“Demek ki, duvarın altında oynamamak gerekiyor, bugün bunu öğrendik değil mi?” diyerek öğrencilere kıssadan hisse bir de nasihat verdi.
Zaman fevkaladeliklerle dolu ilerliyordu…
Aysun Hanım mahalledeki hastaları ziyarete Ela’yı da beraberinde götürürdü.
Fakat ona tembih etmişti ve
“Ela o hasta direk iyileşirse adımız çıkar.
Sen oradayken kendisini iyi hissetsin, sonrasında iyileşmesi daha hızlı olsun ama hemen olmasın…
Sadece bu kadar anladın mı?” dedi.
Ela, “anladım Annanne, zaten öbür türlü hastalığın nimetinden mahrum kalıyorlar” diye cevap verdi.
Aysun Hanım bu söyleneni tam anlamamış olsa da “evet Ela öyle” diyerek geçiştirdi.
Aradan pek çok olaylarla dolu yıllar geçti ve Ela liseyi bitirmiş ve üniversite sınavını bekliyordu.
Aysun Hanım akıllı bir kadındı.
Evde bir takım beyaz iş türünden çeyizlik el işleri yapıyordu.
Eda ise, küçük el oyması biblolar ve kendi tasarladığı gümüş takılar yapıyor ve de bunu mahallelerindeki pazar
tezgahında satıyorlardı.
Geçimlerini bu şekilde sağlamak üzere bir düzen kurmuşlardı.
Ela annesinin ve Annannesinin yaptığı işleri gelir seyreder onlara sanki konuşuyormuşçasına dokunur ve ortaya
muhteşem eserler çıkardı.
Mahalle insanları bu yapılan el işlerini ve takıları alabilmek için sabah erkenden pazara gelir ve o tezgâhın
önünde beklemeye başlarlardı.
Biliyorlardı ki her ne alırlarsa alsınlar uğurlu bir eşya olacaktı.
Çünkü her aldıkları eşyaya Ela’nın eli değmişti.
Aysun Hanım bu yaptıkları ticaretten epeyce bir para kazanmış ve akıllı yatırımlarla, bu kazancı epey bir miktar biriktirmişti.
Sonrasında bir gün gazete okurken, satılık arsa ilanlarından birisinin parladığını görmüş ve okuduğunda Kayseri’nin Erciyes yaylasında büyük bir arazinin, kelepir olarak belirtilmiş bir fiyata satılık olduğunu görerek hemen aramıştı.