MANA 2.Kitap 4.Kısım

...

MANA 2.Kitap 4.Kısım

Ben Amerikalılarla falan konuşmadım.
Onların casusu da değilim.

Evet, aynen söylediğiniz gibi bir casusluk yaptım.
Fakat sizin sandığınız gibi, sandığınız türden bir casusluk değil bu...

Kitabın ortasından dediniz, konuştum.
Şimdi izin verirseniz baştan anlatayım ki, size bir kötülük yapmak gibi bir niyetim olmadığını anlayın...

Mert abi, Ebru ablacığım, ben bazı şeylere mecbur bırakıldım.

Mecbur bırakılmış dâhi olsam, sizin en ufak bir şekilde zarar göreceğinizi hissettiğim an, bu yaptıklarımı yapmazdım.

Fakat emin olun ki, size zarar verecek hiçbir şey yapmadım...

Benim küçük kardeşim, biraz sorumsuz ve problemli bir insan.

Arkadaş çevresi, ipsiz, sapsız, karanlık insanlar hep...

Bu, tabii herhangi bir birikimi ya da kazancı olmadan, onlarla arkadaşlık yapmaya devam edince...

Sonunda ne olacağı belli...

Onların, iyi tabirle ayakçısı, kötü tabirle köpeği olmuş.

Battıkça batmış, battıkça batmış, battıkça daha da batmış...

Sonunda borç bini aşınca, bu borcu kendisi ödeyemeyeceği için, bunun borcunu kimden alırız diye araştırmışlar...

Beni bulmuşlar tabii ki.

Onu kurtarabilmek için, neyim var neyim yok sattım.

Çok güzel bir finans değerlendirme kuruluşunda, şef asistanlığı yapıyordum abi ben...

Bunun yüzünden, işimden gücümden oldum.

Anlayacağın, rezilliğin bini bir para hale geldim...

Zaten patlamanın olduğu gün hastaneye de psikoloji servisinden aldığım randevu için geliyordum.

İsterseniz araştırın doğru söylediğimi göreceksiniz.

Daha öncesinde de iki sefer gelmiştim.
Size bu anlattıklarımın aynısı, dosyamda da var.

Abi artık sinirlerim kaldırmıyordu...

Yardımcı ilaçlar kullanmadığım takdirde, aklımı yitireceğimi zannediyordum.

O gün de zaten hastaneye, bitmek üzere olan ilaçlarımı yazdırmak için gelmiştim...

Neyse uzatmayayım abi.
Dediğim gibi, varımı yoğumu ortaya koyunca bunu rahat bıraktılar.

Fakat çok özür dileyerek söylüyorum...

Hani derler ya,
“alışmadık götte don durmaz” diye...

Bizimkisi de akıllı durmadı...
Bu sefer daha da derine batmış...

Adamlar da benim artık vereceğim hiçbir şey olmadığını bildiklerinden, kardeşimin organların satıp, sonrasında da öldürüp bir yere atmayı planlamışlar...

Kardeş bu…

Aynı kandan, aynı candan, atsan atılmaz, satsan satılmaz...

Siz beni iyi kötü tanıdınız ve hassas bir yapım olduğunu da biliyorsunuz.

Hiçbir şeyim olmadığı halde, onu kurtarmak için yine o adamların yanına gittim...

Beni alın, onu bırakın diyecektim en son...

Bulundukları yer kirli, paslı, küflü bir depo ve çok loş bir yerdi.

Anlayacağınız, orada ben gölge olarak değil, vücudumla bulunabildiğim için, onlarla konuşabiliyorum...

Zaten, beni pek ciddiye almamışlardı ve kardeşin tek başına zararımızı karşılamıyor, iyi ki geldin, ikinizin organları anca yeter borcu ödemeye gibi sözler söylüyorlardı...

O sırada içlerinden birisinin eğlenme isteği ortaya çıktı ve beni masaya oturtturdu.
Oradaki spot lambasını yakarak, güya yüzüme tutacak ve filmlerdeki suçluyu sorguya çeker gibi benimle eğlenecek...

Tabii bilmiyor bu kuvvetli ışıkta benim gölgeye dönüştüğümü.

Spotu yaktığı gibi, Armağan gider gölgesi gelir...
E tabi bende panik halinde konuşmaya devam ediyorum.

Gölgenin konuştuğunu görünce önce bunlar paniklediler.
Sonrasında birisi kardeşimin boğazına bıçak dayayarak, bana ne olduğunu sordu...

Anlatmazsam onun boğazını keseceğini söyleyince, ben de mecburen hikâyemi özetledim...

Senden başka böyle olan var mı diye sordular...

Benim aklım başımdan gitmişti, ne dediğimin farkında değildim ve var demişim.
Zaten ne olduysa ondan sonra oldu...

Kardeşimin boğazındaki bıçağı göstere göstere, bana ne istedilerse yaptırdılar...

Aldıkları bilgileri birilerine satarak, yüklü bir para kazanmak amacındaydılar.

Abi işte bir kere kaptırdık paçayı...
Ondan sonrası da malumunuz...

Ben bunların istedikleri birtakım bilgileri sızdırdım.
Bir iki de gidip gelmek zorunda kaldım…

Su içeyim…

O esnada senaryoların uygulaması yapıldığı için Bahçe’de benim yaptıklarım hem fark edilmiyordu hem de hani bahçe sınırları içerisinde güçlerimize kullanamıyoruz ya...

İşte o senaryo uygulamaları esnasında, bu güçleri kullanamama da esneklik oluştuğu için ben kullanabiliyordum.

Sonrasında bütün senaryolar bittiğinde ben işte sizlerin avludaki en son konuşmanızı dinlemek için yanınıza geldiğimde, senaryo çalışmaları bittiği için Periler şalteri kapatmışlar.

Yani anlayacağınız, Bahçe içerisinde güç kullanımını tekrar yasak hale getirmişler.

Ben de gölge vaziyetine geçip sizi dinlemek üzere geleceğim sırada, şalter indirilip tam koruma devreye sokulduğu için, kendimi misafirhane adını verdiğiniz bu nezarethanede buldum.

İki gündür oradayım, ne içecek bir bardak su bulabildim, ne de yiyecek bir lokma yemek.

Üstüme örtecek bir tek battaniye bile yoktu...
Soğuktan titreye, titreye, karanlıkta orada oturdum.

İçerisi zifiri karanlık olmasa, başka bir gölgeye atlardım.

Ya da ben başka bir gölgeye atlamak isterken sizler beni fark ederek, bu hale düşmekten kurtarırdınız.

Abi durum bu...
Yaptıklarımı hiçbir şekilde savunmuyorum.
Kesinlikle ne af dileyecek yüzüm var ne de affedilebilinecek bir yanım var.
Ama siz bilirsiniz, nasıl racon keserseniz kesin bize uymak düşer...

Mert sordu,
“kardeşin hala bu adamların elinde mi?”

“Evet, abi halen boğazında bıçak dayalı vaziyette, bu adamların elinde.
En azından öyle olduğunu zannediyorum.

Çünkü iki gündür benden haber alamayınca, ona bir şey yapmış da olabilirler.”

“Anladım Armağan...

Her şeyden önce, bu yaptığın yanlıştan dolayı cezanı çekeceksin.
Bunu en başından söyleyeyim.

Kardeşine gelince...
Sen ne kadar aptal bir insansın böyle...

Bizim gücümüzün yetmediği bir şey var mı ki, bize gelmek yerine böyle aptal aptal işler yapıyorsun.
Boğazına kadar pisliğe batmışsın.

Yani ben de seni, akıllı bir insan sanırdım Armağan.

Yazık vallahi ne diyeyim.

Sadece Safinaz yardım et ya da Sarp imdat desen, bu çileleri çekmezdin.

Sarp’cım, Armağanın kardeşini alıyorsun ve tecrit kampına götürüp bırakıyorsun.

Sonra, biz ne konuştuk bir iki saat önce, onları bir hatırlıyorsunuz.

Armağan’dan bu bilgileri kim almış, alan kiminle konuşmuş, bu bilgileri kime satmış, satmış mı, satmamış mı yani neyse durum...

Onu bir şöyle güzel, detaylı, bahsettiğim gibi görüntülü, görsel fotoğraflarla, videolarla destekli bir dosya halinde bize getiriyorsunuz...

İkinci olarak bu adamları toparlıyorsun.

Bak sadece orada bulunanları değil, oraya girip çıkan ne kadar kendileri gibi pislik varsa, alayını toparlıyorsun...

Hatta Oraya girip çıkandan da öteye de gidiyorsun.

İlişki halinde bulundukları, kendileri gibi pislikleri de toparlıyoruz.

Bunların sayısı on dört mü olur, yoksa on dört bin mi olur, kaç olursa olsun bunların alayını Güney Kutbu’na götürüp bırakıyorsun...

Bunlara 15 gün ölmeyecekleri kadar yiyecek, donmayacakları kadar giyecek, daha sonrası içinde olta, bıçak vesaire bırakıyorsun ve geri dönüyorsun...

Geri döndüğün zaman, bunları nereye bıraktığını da unutuyorsun.

Bunlar artık açlıktan birbirlerini mi yerler, balık mı tutarlar, yoksa geberir giderler mi hiç umursamıyorsun...

Bu söylediklerim yoruma kapalı sözler olup, konu hakkında kimsenin müspet ya da menfi konuşmasını istemiyorum.

Günahıyla, sevabıyla yalnız benim kararımdır ve konuyu bir daha açılmamak üzere kapatıyorum” dedi.

Sarp Peri gitti ve birkaç dakika sonra döndü.

“Armağan Bey merak etmeyin, kardeşinizi güzel bir ortama bıraktım.

Orada onu hem tedavi edecekler hem de gönlünü hoş ederek, iyi bir insan olmasını sağlayacaklar.

Düzeldiğine emin olduklarında da bize bilgi verecekler.

Mert Bey neyi uygun görür onu bilemiyorum tabi ama uygun gördüğü takdirde, siz hemen gidip orada onu ziyaret edebilirsiniz.

Hem de tamamen düzelttikten sonra, geri gelmesi gerekiyorsa da gidip getiririz...

Diğer serseri tayfasına gelince...

Temas ettikleri kişiler ile beraber toplamda 123 kişiler.

Bunlar Armağan’dan yüksek para verene satmak üzere birtakım bilgiler almışlar.

Ama kime gittilerse herkes bunlarla alay etmiş ve kimse ciddiye almamış.

Konuşmaları ve görüştükleri kişilerle ilgili görselleri ve videoları dosyaya ekledim.

Söylediğim gibi herhangi bir sıkıntı durumu yok...

Bu 123 kişiyi de isteğiniz doğrultusunda Güney Kutbuna 15 günlük tedarik ile bıraktım.

Bıraktığım yer ıssız bir yer ve herhangi bir yerleşim birimine yürüyerek ulaşmaları imkânsız.

Artık ya orada yaşamayı öğrenecekler ya da ölüp gidecekler.

Oraya bıraktığım 123 kişinin, 74 tanesi erkek 49 tanesi kadındı.

Mert,
“Teşekkür ederim Sarp’cım, sen de bu sayede ilk tatbikatını yerine getirdin.” dedi

Sonra Ebru'ya baktı Ebru üzgündü, Zeynep Hanım’a baktı Zeynep Hanım kızgındı, diğer Bahçe Sakinlerine baktı onlar şaşkındı...

Mert Armağan'a dönerek,
“Armağan kesinlikle bu yaptığından dolayı, ciddi bir şekilde cezalandıracağız seni, bundan kaçışın yok...

Ha söyleyeyim, bu yaptığın şeyin bizim için hiçbir önemi yok.

Benim seni cezalandırmaktaki maksadım, aptallığın için...

Böyle bir durumda olup da bize gelmek ya da seslenmek yerine, kendini bin bir türlü sıkıntıya sokacak kadar aptal olduğun için...

Sonrasında Bahçe sakinlerine döndü ve “ şurada oturan aptalı görüyor musunuz, sizlere söylüyorum, şurada oturan aptalı görüyor musunuz, işte oraya, o aptalın oturduğu yere hiçbirinizin oturmasını istemiyorum...

Bu size ders olsun ve konu ne olursa olsun, ister utanç verici ve anlatırken yerin dibine gireceğimiz kadar iğrenç olsun, ister yüz kızartıcı olsun, isterse söyleyemeyecek kadar özel olsun, her ne olursa olsun aptallık yapmayacaksınız ve gelip bizimle paylaşacaksınız...”

Diyorsanız ki, size gelip bunları anlatmaya utanırız, gelip anlatamayız…

Safinaz, Latif Bey ile bir konuşsan da Bahçe sakinleri için bir psikolog ayarlasa...

Hangi Peri kardeşimiz bu psikologluk işini yapar, siz daha iyi bilirsiniz.

İşte O kişi kimse, istersen sen bir isim ver, istersen Latif Bey ile konuştuktan sonra bir isim ver, onu bahçeye psikolojik danışmanlık hizmeti veren bir ofisin başına getirelim...

Gerek Armağan’ın durumundaki gibi olsun gerekse farklı bir durumda olsun, sıkıntısı olan bize gelip söylemeye çekiniyor, utanıyor ise ona gitsin...

O da hasta doktor gizlilik ilişkisi çerçevesinde, anlatılan mahrem şeyleri kimseye duyurmasın.

Ama duyurmasın derken, çözüm gerektirenleri gidip kendi başına çözecek hali yok...

Ya seninle ve Sarp peri ile gerektiğinde istişare edecek, daha da gerekiyorsa bize ulaşacak ve öyle ya da böyle çözülecek...

Bir şekilde sorunun bu çerçevede çözümü sağlarken de ona giden kişinin psikolojisini düzeltecek...

Var mı böyle birisi?

Olmaz olur mu hiç Mert Bey, Güzin Peri var.

Bizde her kimin bir derdi, bir tasası, bir sıkıntısı olursa doğruca Güzin Peri’ye gider...

Güzin peri gelenin derdini dinler ve bir akıl verip yollar.
Bu hizmeti vermek için, sürekli burada bir ofiste oturamaz ama her kim gidip onun ofisinin kapısını çalarsa, o zaman ofise gelerek onunla görüşür ve sonrasında çözüm yolunu ortaya koyup geri gider.

Ebru,
“Bu harika bir şey Güzin Peri’ye söyle ilk hastası benim.

Bu olaylar beni hasta etti.
Psikolojik dengem bozuldu.
Evet, evet, kesinlikle Güzin Peri ile görüşmem gerekiyor benim” dedi.

Ebru’nun bu konuşması ortamın gerginliğini azaltmıştı.
Herkes tebessüm etmeye başlamıştı.

MANA 2.Kitap 5.Kısım için tıkla..

...

...