MANA 2.Kitap 16.Kısım
MANA 2.Kitap 16.Kısım
Orta menzilli, balistik füzeler olsun, şunlar bunlar olsun, ağır silahların hepsini topluyorsun.
Denizaltıları topluyorsun, uçak gemilerinin topluyorsun, bombardıman uçakları, vesaire…
İşte söylediğim kapsama girebilecek, büyük zarar verecek ne kadar silah, teçhizat, odur, budur varsa topluyorsun.
Kimyasal silahların tamamının topluyorsun bunları ürettikleri yerleri yok ediyorsun.
Bu topluyorsun dediklerimin hepsini hammaddeye çeviriyorsun ve kimden topladınsa, o ülkenin bugüne kadar sömürdüğü yerlere götürüp hediye ediyorsun.
Gemileri çeliğe mi çevirdin Çelik olarak, Çelik tabakalar, çelik sac tabakalar şeklinde götür hediye et.
Ağaca mı çevirdin, kütüğe mi çevirdin, götür öyle hediye et.
Kısacası ne varsa toplanması gereken alayını toplayıp, ham maddeye çeviriyor ve hediye ediyorsun.
Nükleer santralleri kapatma, çünkü elektrik üretiyorlar.
Fakat o nükleer santralleri iyi bir kontrol altına alın.
Orada Kimyasal silah, nükleer silah üretimi asla yapılamasın.
O kısımları söküp alın.
Sarp, sen beni hiç yorma ve ben de senin kafanı hiç ütülemeyeyim.
Bunları yapmak için sana zahmet, yanına 5 milyon peri mi, 50 milyon perimi ne gerekiyorsa al, ayarla.
500 tane şundan, 300 tane bundan ne gerekiyorsa al, topla, hallet bitir gel.
Bana bitti abi de.
Yani özür diliyorum Sarp’cım, sen belki benden binlerce yaş büyüksün, yüzlerce yaş büyüksün.
Abi de derken, yani anlayacağın beni astına emir veren komutan gibi değil de bir abi kardeş şekilli yaklaşmak
istediğim için bunu söylüyorum.
Haddimi aştıysam da özür dilerim.
Sarp Peri bunun üzerine,
“Mert Bey hiç öyle öyle şey olur mu?
Ebru Ecem Burada…
Sizin sayenizde biz alnımızı yerden kaldırıp yüzünüze bakıyoruz.
Yoksa Ecem'in karşısında nasıl konuşabilirim.
O an yanar ve yok olurum.
Ben size abi demeyeceğim de kime diyeceğim.
Sizin sayenizde Ecem bize müsaade ediyor.
Ecem özür diliyorum ama gerçek bu…”
Ebru tebessüm etti,
“sorun yok” dedi.
“Rahat ol biz bizeyiz.
Dışarıdayken nasıl davranınız gerekiyorsa öyle davranın.
Biz bizeyken sorun yok, buna izin veriyorum rahat olabilirsiniz...” dedi
Mert Zeynep Hanım'a dönerek,
“Zeynep abla ekleyeceğin ya da yanlış yaptığım için düzelteceğin bir nokta var mı?
Ayrıca araman gereken yerleri ara ve tüm bunları bizim yaptığımızı nedenine niçinine girmeden kendince söyle”
dedi.
Gözlerinden yaşlar süzülerek,
“Mert benim rüyasını bile göremeyeceğim kadar hayalim olan şeyleri, sen şu an gerçekleştiriyorsun.
Ne söyleyebilirim sana…
Bütün samimiyetimle teşekkür ediyorum.
Gerekli aramaları yapmak üzere ben ayrılıyorum müsadenizle” dedi
Sarp Peri yarım saat sonra geldi ve
“Mert Bey, bütün istedikleriniz yerine getirildi.
Buranın güvenliği sağlandı, hiçbir sıkıntı yok.
Şu an her şey yolunda.
Müsaadenizi istiyorum, kontrol etmem gereken bazı detaylar var.
Tekrar tekrar kontrol edeceğim, bana güvenebilirsiniz” diyerek gitti.
Mert Safinaz'a dönerek,
“Safinaz’cım şimdi buraya çağırma ama Asım’a söyle, basını yakından takip etsin ve bilmemiz gereken şeyleri bize
özet geçsin.
Zaman zaman yanımıza gelsin ve sürekli bizi bilgilendirsin.
Gelip gideceğim, rahatsızlık vereceğim diye çekinmesin.
Her an gelip gidebilir” dedi.
Mert,
“Ebru hadi denizin kenarına gidelim.
Ayaklarımızı suya sokup biraz dinlenelim" dedi.
Evlerinin önündeki küçük rıhtıma indiklerinde orada iki tane balıkçı sandalyesi gördüler.
Mert Ebru’ya,
“sandalyeye mi oturmak istersin, yoksa iskeleye oturup ayaklarını suya mı sokacaksın?” diye sordu.
Ebru bunun üzerine,
“Ayaklarımın suya sokacağım tabii, biraz elektrik boşaltmam lazım” dedi.
Mert olaya eşlik ederek, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkartıp paçasını sıyırdı, çemreledi ve O da ayaklarını Ebru ile birlikte suya soktu.
Ebru ayaklarını suya sokmuştu fakat yaramaz çocuklar gibi çırpıp duruyor ve su sıçratıyordu Mert’e.
Ona birkaç kere yapma demesine rağmen Ebru devam edince, Mert de ona su sıçratmaya başladı.
Olay küçük çaplı bir su savaşına dönüşmüştü ve bir yandan da kahkaha atıyorlardı.
Ebru bunun üzerine, suya eğilerek eline su alıp atmak istedi.
Fakat dengesini kaybederek denize düştü.
Düştüğü yer derin değildi fakat bir anda paniğe kapıldı ve sanki boğuluyormuş gibi çırpınmaya başladı.
Safinaz olaya dalıyordu ki Mert, “kaş işareti ile karışma” dedi.
Mert, derhal suya atlayarak onu kucakladı.
“ Ben buradayım sakin ol sevgilim ” dedi.
Ebru'nun gözleri Mert’e bakıyordu.
Fakat sanki ruhu başka bir yere uçup gitmiş gibiydi.
Mert ona ilk defa sevgilim diye hitap ediyordu.
Erkekler bazı kelimelerin anlam derinliğini anlayamasalar bile, kadınlar bazı kelimelerin etrafında, sanki o kelime onların bir avıymış ve kendileri de bir şahinmiş gibi dolanıp dururlar ve de o avı yakalamaya çalışırlardı.
Ebru Mert’e,
“bana ne dedin lütfen bir kere daha söyler misin” dedi.
Mert bunun üzerine,
“korkma ben buradayım dedim” dedi.
Ebru,
“hayır, hayır onu sormuyorum.
O araya sıkıştırdığın bir kelime var ya, onu soruyorum” diyerek sorusunu tekrarladı.
Mert, O’nun neyin peşinde olduğunu anlamıştı.
Gülümseyerek,
“sen ne söylememi istiyorsan ben sana onu hiç bıkmadan, usanmadan defalarca söyleyebilirim sevgilim” dedi.
Ebru, Mert'in boynuna sarılarak, onu sımsıkı sardı.
Mert, Ebru’yu kucakladı ve yavaş yavaş yürüyerek sahile çıkarttı.
Mert kucağında Ebru olduğu halde eve doğru ilerliyordu ki, evin içinden Zeynep Hanım ve Sacit Bey'in çıktığını gördüler.
Zeynep Hanım, “Ohh ooo” dedi.
Elektrik yangını dönüşmüş, yangın çıkmış burada…
Çocuklar sözlenirken ben size kefil oldum...
Elektriğin yangına dönüşmesine, kusura bakmayın ama izin veremem…
“Mert çabuk indir Ebru’yu kucağından” dedi.
Ebru zaten söylemeye gerek yok kıpkırmızı olmuştu.
Mert de
“peki, peki” diyerek, Ebru’yu yavaşça yere indirdi.
Sacit Bey,
“benim ilişkiniz üzerine bir kefilliğim falan yok çocuklar, muhabbetinizi de bölmek istemezdim ama gelmek
zorundaydım” diyerek konuya girdi.
“Arkadaşlar yani herkes şu an sarhoş gibi ve bu sarhoşluğunda, öyle birkaç saatte geçeceği zannetmiyorum.
O nedenle sarhoşlarla toplantı falan yapmayın, aramızda konuşacağımız şeyleri konuşalım diye geldim…”
Öncelikle şunu söylemek istiyorum;
“bizim insanlarımızı ve onların güçlerini, birtakım bilgisayar oyunlarına çevirdik periler yardımıyla.
Şimdi herkes kendi karakterini dev ekranda görebiliyor ve kendisi yönetiyor.
Bunun bize ne faydası var diyeceksiniz...
Şöyle ki;
Olayı kendisi de dışarıdan izleyerek, neyi yanlış yaptığını, neyi doğru yaptığını ya da daha doğru nasıl
yapacağını düşünebiliyor ve görebiliyor.
Ve bunu sanal olarak olgunlaştırdıktan sonra gerçekten sahaya çıkıyoruz.
Orada üstümüze giyiyoruz bu rolü.
Bu arada Asım Perinin dünya üzerindeki olayları izlemesi, polis telsizlerinde dinlemesi gibi durumlar bize bir takım senaryo fikirleri verdi, bunlar için de çalışıyoruz.
Sizler her ne kadar ufak ufak başlayın deseniz de hem bu sarhoşluğun geçmesi için bir iki gün lazım...
Hem de ne tür olaylara müdahale edip, nelerden uzak duracağımızı, bu kendi aramızda yaptığımız senaryolaşan
bilgisayar oyunlarıyla birazcık daha pekiştirmek istiyoruz.
Sanırım 2 gün içerisinde bu konuda hazır olacağız.
O esnada perilerde gelmişti ve Asım peri,
“Dünya şok içerisinde Efendim” dedi.
Dünyada herhangi başka bir konu konuşulmuyor.
İnsanlar kendi aralarında olsun, televizyonlarda olsun, açık oturumlarda olsun her yerde gökyüzündeki kalemizi
konuşuyorlar.
Zeynep Hanım söze girerek,
“bu silahsızlanma noktasında yaptıklarınız, ayrı bir şok oluşturmuş durumda ve hem silahlarını kaybedenler panik
içerisinde hem de bundan sonraki adımın ne şekilde atılması konusunda, nasıl söyleyeyim, özetle düşünemiyorlar
bile.
Mesela farklı durumlar yaşandı.
Silahlarını kaybettikten sonra Araplar İsrail'i neredeyse bir lokmada yutacaklardı.
Ellerinde ikişer metre kılıçları olan beşer metrelik 5 bin zenci koruma rolündeki periyle aralarına daldık.
Müdahale etmek, barikat kurmak ve korumak zorunda kaldık.
İskoçya ve Kuzey İrlanda aynı şekilde İngilizlere karşı harekette.
Zaten aşırı sağa kayan Almanya vardı orda da ipin ucu kaçtı.
Fransa'da biliyorsunuz...
Mesela Paris'te 4 çember yaşantısı vardır.
Merkezde asil Fransızlar, ikinci çembere ikinci sınıf insanlar, 3 de zenciler, 4 de de evsizler vs.…
Çanak çömlek patladı orda...
İspanya Avrupa'nın “hasta adamı”, ekonomik kriz ve işsizlik sorun...
Son dönemlerde özellikle Katalonya'daki ayrılıkçı girişimlerden dolayı sıkıntılı.
İtalya 14 farklı fraksiyona bölünmüş ve her aile iktidar peşindeydi.
Hepsi baltalarını topraktan çıkartıyor.
Avusturya'da, İslam karşıtlığı, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve popülist söylemler havalarda uçuyor ve de aşırı sağ yükselmenin peşinde.
Belçika, Fransızca konuşulan Valonya, Flamanca konuşulan Flamanya, her iki dilin konuşulduğu Brüksel ile Almanca
konuşulan doğudaki küçük bir bölgeden oluşuyor.
Belçika maalesef batmış durumdaydı.
Hükümet kuramayan Hollanda var.
Ekonomik kriz kıskancında, kim ne derse kurtulmak için ona sarılan bir Yunanistan...
Tacik hükümeti Pamir Dağları’nda (Murgab bölgesi) ihtilaflı olan sınır bölgesinden, 1.100 kilometrekarelik bir toprak parçasını Çin’e vermekle suçlanıyor.
Kazakistan’da da benzer tartışmalar yaşanıyor.
Kırgızistan’da da aynı problemler var.
Rusya apayrı bir sorun.
Kafkasya problemi çözümsüz halde.
Afrika'ya hiç değinmeyelim sabaha kadar bitmez.
Güney Amerika kanser, Meksika büyük problem, Koreler vs. amanın da amanın.
Şimdi bunları nasıl yapacağız bilmiyorum ama yani herkesin öncesinden başka bir ülke ile ya da başka bir etnik gruplan kuyruk acısı var ve bunu fırsat bilip, suyu tersine çevirmeye çalışıyorlar.
Eskiden olan yanlışlar tersine çevrildiği zaman, bu seferde karşı yanlışa dönüyor.
Bunu nasıl yapacağız?
Yani bir şeylere müdahale ettik ama…
Bu bize daha iyi bir sonuç getirdi mi? derseniz...
Evet, getirdi...
Fakat bu tersine akıntılar, bu sefer eskiden mazlum olan kesimi zalim olmaya döndürdü.
Hem de acayip intikam hırsı içerisindeler.
Yanlış da olsa bir düzen vardı ve maalesef su akıyor ve boşluğu dolduruyor…
Şimdi farklı farklı durumlar ortaya çıkmaya başladı.
Bunun iyice düşünülüp, konuşulup bir hale yola koyulması lazım, ne diyorsunuz?” dedi.
...
Mert bunun üzerine,
“Evet bu zaten beklenen bir durum ve endişe edilecek bir şey yok.