MANA 2.Kitap 13.Kısım
MANA 2.Kitap 13.Kısım
Ebru çevreye baktı.
Çevre dünya gözüyle gördüklerinden tamamen farklıydı.
Her şeyden önce, bulundukları ortam böyle dünya atmosferindeki görünmeyen hava dediğimiz gaz gibi değil, Deniz dediğimiz sıvı türündendi.
Sanki bir sıvının içerisinde yüzüyorlardı.
Çevrelerinde kendileri gibi, nasıl anlatılabilir, böyle pamukçuklar, pembe pembe pamukçuklar görüyorlardı.
Ebru kendisine baktı, kendisi siyaha yakın koyu lacivert renkte bir pamukçuk gibi idi.
Mert e baktığında, onun kuzguni siyah bir pamukçuk olduğunu ve Zeynep Hanım ile Sacit Bey’e baktığında da onların yeşil renkte pamukçuklar olduğunu gördü.
Durduklarında çevre belirginleşmeye başladı.
Aslında durma falan yoktu.
Işık hızının belli bir katında hızları sabitlendiğinden, duruyor izlenimi oluşmuştu.
Yanlarında, şeker pembesi renginde bir pamukçuk vardı ve yavaş yavaş belirginleşerek Safinaz‘a dönüştü.
Kendilerine baktılar, kendileri de artık normal vücutlarının görünümüne dönmüşlerdi.
Safinaz, “Ecem şu an perilerin enerji formunda iken gördüğü şekilde görüyorsunuz her şeyi.
Tabii size kolaylık olsun diye biraz onları değiştirdik.
Normal görünümlerinde kanatları var ve sürekli hareket halinde olurlar.
Bakın bu tarafta orijinal görüntülerinde birkaç peri var. Onları gerçek vücutları ile görmeniz için öylece bıraktık.
Ecem fazla detaya girmedik.
Çünkü ilk seferiniz olduğundan ve uzun yoldan geldiğimizden, baş dönmesi ve bulantı oluşabilir sizde.
Hani, alışkın olmadığınız görüntüleri algılarken oluşabilecek yan etkiler bunlar.
Benim gerçek rengim de siyahtır ama sizin yanınızda pembe görünürüm.
Ebru,
“tekrar gelirsek, bunu daha profesyonelce yapalım ve biraz burada dinlenecek kadar uzun kalalım.
O zaman hem alışmış oluruz hem de daha ayrıntılara girerek, perileri tanımak istiyorum.
Fakat şimdi onlara bir selam verip, gönüllerini aldıktan sonra zannedersem dönmemiz gerekiyor” dedi.
Perilerin, hepsinin ağzı açık ve hayran, hayran kendisini izlediğini gördü Ebru.
Safinaz bunu fark etmişti ki Ebru’ya…
Ecem, bu perilerin sizi nasıl gördüğünü bir görseniz...
Şu an bundan bahsetmek istemiyorum fakat kendi orijinal görüntünüzü gördüğünüz an bayılacağınızdan eminim.
Ecem, bizim gördüğümüz şu anki vücudunuz ve görüntünüzle o kadar güzel, o kadar güzelsiniz ki, sizi anlatmaya, tarif etmeye hiçbir kelime bulamıyorum.
Ebru Mert’e baktı ve güldü.
“Bu niye simsiyah böyle” dedi.
“Ecem bizim ortamımız da siyah gücü temsil eder.
Mert bey şu an kuzguni siyah renginde.
Yani buradaki bütün renkleri bir araya getirirseniz o siyaha ulaşamazlar.”
Yeşil dostluk rengi.
Misafirlerimiz o nedenle yeşil pamukçuk şeklinde görünüyorlar.
Evet, “Safinaz başım dönmeye başladı.
Hadi periciklere seslenelim, selamlaşalım ve bizi geri götür” dedi.
Ebru, perilere doğru yürüdüğünde büyük bir heyecan ve ses fırtınası oluştu.
Çok heyecanlanmışlardı ve anlatılamayacak kadar büyük bir coşkulu duygu seli mevcuttu.
Ebru,
“sevgili periciklerim, canlarım benim, kadim dostlarım…
Sizleri en güzel duygularımla kucaklıyorum.
Şu an için herkesin başını yerden kaldırmasına izin veriyorum.
Bu izin sürecinde korumam altındasınız bir şey olmaz rahat olun.
Safinaz bizi çok hızlı getirdi, başım döndü.
Bir dahaki sefere bu işi Safinaz‘a bırakmayıp kendim geleceğim.
O zaman size söz…
Sizinle yemek yiyecek ve o gece burada uyuyacağım.
Şimdi yapacak çok işimiz olduğu için, izninizle geri dönmek zorundayım.
Sizleri çok seviyorum ve hepinizi tüm kalbimle kucaklıyorum.
Allah'a emanet olun.
Tekrar görüşmek dileğiyle diyor ve müsaadenizi istiyorum.”
Müthiş bir tezahürat ve alkış seli altında, Safinaz onları oradan çıkarttı ve kazandıkları hızı azalta, azalta,
azalta, sıfıra indirdiğinde…
Artık gerçek maddesel görünümlerine ve özelliklerine dönmüşlerdi.
“Safinaz bize göstermek için mi, işi bu kadar uzattın.
Yoksa her seferinde bu uzun işlemi tekrar, tekrar, yapmak zorunda mıyız?”
Safinaz,
“Ecem hayır…
Bunların hiçbirisini yapmaya ihtiyacınız yok.
Parmaklarınızı kıpırdadığınız an perilerin ortamına geçebilirsiniz.
Yanınızdaki misafirleri de alıp geçebilirsiniz.
İlk olduğundan, olayı tam olarak kavramanınız açısından, sizi böyle bir işleme tabi tuttum.
Yanlış bir şey yaptıysam özür dilerim Ecem.”
“Yok, yok, Safinaz yanlış bir şey yapmadın.
Sadece bu kadar zahmete tekrar girmemiz gerekecek mi, onu merak ettim.
Şimdi bu yüz milyarlarca peri ile selamlaştık.
Fakat hepsi ile tek tek görüşüp konuşmamız elbette ki mümkün değil…
Sen şöyle bir şey yap…
Bunların içerisinden temsilciler oluştur.
Ama dedin ya hızları rütbelerine göre…
O rütbe olayına hiç girmeyelim, sonra sorarım sana ve anlatırsın.
Ama her düzey ve gruptan olacak şekilde, artık kaç kişi olursa…
Onları buraya davet edelim ve onlarla bir yemek yiyelim.
Daha sonra biz oraya gittiğimizde de yine böyle nasıl söylenir, karşılama heyeti gibi bir temsilciler grubu oluştur orada da…
Onlarla oturalım yemek yiyelim sohbet edelim.
Onlar, daha sonra diğer periciklere anlatırlar.
Diğer türlü, her seferinde şimdiki gibi sadece selam verip, dönmek zorunda kalacağız.
Çünkü hangisine yaklaşsaydım geri kalanları gücendirmiş olacaktım.
Onların tek tek evlerini görmek istiyorum.
Onların tek tek pamuk ellerini tutmak istiyorum.
Onların tek tek bebeciklerini sevmek istiyorum.
Onların imkân ve şartlarını görüp, iyileştirmek istiyorum.
Aşkları nasıldır, düğünleri nasıldır bilmek istiyorum.
Yaşlıları nasıl, gençleri nasıldır görmek istiyorum.
Dostları kimdir, düşmanları kimlerdir bilmek istiyorum.
Çocuk perilerle salıncağa binip, koşmak istiyorum.
Anladın sen beni” dedi.
...
“Çok iyi anladım Ecem.
Ben bunları organize ederek, bir dahakine size sunarım ve arzularınız doğrultusunda düzenlemeler yaparak, ne istiyorsanız ona göre hareket ederim.
Peki” dedi.
Mert,
“Evet şimdi de...
Derken Ebru sözünü keserek...
Safinaz’a,
“çabuk çayı ve böreği kap gel...
Yoksa bu rahat durmayacak” dedi gülümseyerek.
Bir yandan atıştırmalıklarını yiyerek çaylarını içiyorlar, bir yandan da sohbet havasında Kale'nin planını yapıyorlardı.
Bir saat kadar sonra plan tamamlanmıştı.
Mert Safinaz'a,
“bu planımızı ne kadar sürede gerçekleştirebiliriz” diye sordu.
Safinaz,
“isterseniz 10 saniyede, isterseniz 10 dakikada, isterseniz 2 saatte bizim için süre diye bir şey yok Mert Bey...
Sizin yanınızda duruyor görünüyoruz fakat perilerin hareket hızı ışık hızının 103 katı ile 1015 katı arasındadır demiştik.
Meleklerin hareket hızı ışık hızının 1015 katı ilâ 10100 katı arasındadır demiştik.
Hiç gerekmedi ve denemedik de ama gerektiğinde Ebru Ecem sanırım izin alarak, 10100 hızına ulaşabilir.
Bundan da daha büyük hız var mı derseniz...
Cebrail As. Miraçta, Hz. Peygamber Muhammed Mustafa sav. Efendimiz ile ışık hızının 10100 katı hızında seyahat etmiş.
Refref denizine geldiklerinde ki, erimiş demirden bir deniz Refref...
Ölçmüş biçmiş ışık hızının 10100 katı hız ile hareket etse bile karşıya geçmeye ömrü yetmiyor.
“Ya Resul Allah, benim yolum buraya kadar...
Benim bu denizin karşısına geçmeye ömrüm yetmiyor, geçilmez” demiş.
Peygamber Efendimiz cevaben;
“O denizi geç ve bana gel” diye emretti Rabbim...
Ben bu denize atlarım...
Geçirip geçirmemek ya da nasılı ona kalmış” diyerek, erimiş demirden oluşmuş olan Refref denizine atlamış.
Atladığı anda da karşı taraftan çıkmış.
Nasıl bir hız hayal edebiliyor musunuz?
İşte bu aşkın, muhabbetin, teslimiyetin hızı ve hesaplanması bile imkânsız bir hız.
Şimdi sorunuza dönersek Mert Bey, biz işte ışık hızından çok kere daha hızlı iş işlediğimizden, sizin 3 ay sürer dediğiniz iş bizim için 3 saniye bile değil.
Sizden 2 dakika ayrıldığımda ben o zaman süresinde 8 saat uyuyor, özel işlerimi de görüp dönüyorum.
Mert, Ebru ve Safinaz'a dönerek,
“uppsss diyor ve oltaya gelmeyerek, bu konulara şu an hiç girmiyorum” ...
“O zaman bunu bir yarım saat içerisinde tamamlayalım ve sonra oraya giderek, bu yaptığınız plana eklemeler çıkartmalar yapmamızın gerekip gerekmediğini yerinde görelim.
Bu işi hakikaten uzatmadan bitirelim” dedi.
Yarım saat sonra Safinaz,
“her şey tamam” diyerek geri döndü.
Mert bunun üzerine,
“kaldır perdeyi Safinaz, tüm dünya görsün” dedi.
“Onlar bunun şokunu yaşayıp haberini yaparlarken, bizde sizinle oraya gidelim ve eklenecekleri çıkartılacakları yerinde konuşalım” dedi.
Yanımıza Sefer dedeyi ve Armağanı da alalım derim…
Bizler iyice beynamaz olduk, hiç olmazsa sefer dede oranın açılışı için bir dua okur ve bizim adımıza Allah'a bir
teşekkür eder.
Armağan da zeki çocuk bize bazı konularda fikir verebilir.
En azından o burada gözler üzerinde sıkılmıştır onu biraz kurtaralım.
Kısa bir süre sonra hep birlikte gökyüzündeki kaleye geçtiler.
Ebru Kaleyi çok sevmişti.
Zıplaya zıplaya yürüdüğünden belliydi.
Armağan hayretler içerisinde sağa sola bakıyordu.
Sefer dede elinde tesbih, şükür halindeydi.
Safinaz,
“gelin sizi gezdireyim” diyerek öne geçti.
Mert Bey aynen planladığımız gibi Kalenin merkezine bir salon yerleştirdik.
Meclis binasına benziyor.
Epeyce daha kapsamlısı elbette…
Merkezdeki salon çok boyutlu bir bina…
Normalde bin kişilik bir salon fakat gerektiğinde 100 bin kişilik bir stadyuma dönüşebiliyor.
Kubbe dediğimiz bir kısım oluşturduk.
Orası izleme ve savunma merkezi gibi düşünüldü.