MANA 2.Kitap 9.Kısım
MANA 2.Kitap 9.Kısım
Şu an bulunduğumuz yerin ismine Bahçe demiştik.
Gökyüzünde inşa edeceğimiz adaya ise bilmiyorum tabii ne isim vereceğimizi...
Düşünülür karar verilir ama Bahçe'ye gidelim deyince burayı anlıyorduk.
O gökyüzündeki ada içinde bir kelime bulmamız lazım ki, oraya gidelim dediğimiz zaman, yine gözümüzün önünde canlanabilmesi lazım.
Elbette ki bu bahçeyi bırakmayacağız.
Bu bahçe gene kalacak.
Burada çok güzel hatıralarımız var.
Bahçe’yi özellikle ben bırakmak istemiyorum.
En azından arada sırada nostaljik olarak geliriz.
Ya da burayı bi uç karargâh gibi kullanabiliriz.
Bu karargâh kelimesi biraz sert bir kelime ve o kelime anlamıyla kullanmıyorum.
Bunu belirtmek istiyorum çünkü böyle bir Kurtuluş ordusu ya da ne bileyim bir teşkilat falan değiliz.
Kararlarımızı verdiğimiz yer manasında kullanıyorum karargâhı.
Gökyüzündeki yüzen adımıza da sanırım “Kale” diyeceğim.
Ankara Kalesi var ya böyle yüksekte…
Onun gibi gözümde canlanıyor ve çağrışım yapıyor.
Kuracağımız yeni yere Kale adını vereceğiz gibi geliyor, tartışırız.
Siz ne istiyorsanız onu veririz sorun yok.
Sizi şimdi işinizle baş başa bırakacağım.
Fakat şu kadarını söylemek isterim, Kale dediğimiz gökyüzünde yüzen adamızda, binlerce konut olmasını istiyorum.
Onlarca konferans salonu olmasını istiyorum.
Toplantı salonları, eğlence merkezleri ve hatta herkesin konutunun önünde, istiyorsa deniz, istiyorsa dağ, istiyorsa göl olmasını da istiyorum.
Kış istiyorsa kış, yaz istiyorsa yaz, bahar, sonbahar ne istiyorsa onu yaşasın, değiştirsin sıkılınca.
Nasıl bir büyük hayalin içerisinde olduğumu size öncelikle ifade edeyim ki, ne ile karşılaşacağınızı bilmenizi isterim.
Zeynep abla ve Ebru'nun gözleri kocaman açılmış, ışıl ışıl olmuş ve biraz önceki negatiflik falan gitmişti.
Ebru kıkır kıkır kıkırdıyordu.
"Sen bundan bahsettikten sonra aklıma çok güzel fikirler gelmeye başladı Mert.
O nedenle neşeliyim." dedi Ebru
Zeynep Hanım,
“kız sen yine de buna mukayyet ol...
Dünyası tersine döndürmesin.” dedi kahkaha atarak.
Mert,
“Evet, herkes yapması gerekenin peşinden gitsin.”
“Bizde Safinaz ve Ebru ile burada devam edeceğiz.
Sonra bir araya gelelim ve bu işi artık başlatalım.” dedi
…
İnsanlar gidiyorlardı ki Mert, Zeynep ablacığım ben tekrar tekrar insanları toplayıp bunları anlatmak istemiyorum.
O nedenle senden rica ediyorum.
Zemin kattaki yerde insanları toplayarak, onlara bir şeyler ikram et ve şu konuşmalarımızı özetle.
Onlar da rahatlasınlar ve kafalarında bir çerçeve oluşturmaya başlasınlar.
Çünkü toplantı deyince insanlar bana garip garip bakmaya başladılar ve kıl oldular yani resmen.
Zeynep Hanım gülümseyerek,
“O iş bende siz devam edin dedi” ve gittiler.
Mert Safinaz'a dönerek,
“Safinaz'ım şöyle güzel bir semaver çayı, yanında su böreği falan ayarla da ufak ufak biz bu işe bir başlayalım...
Ve hatta ne diyorum biliyor musunuz?
Bu akşam insanları Kaleye taşıyalım…
O derece yani…
Safinaz,
“Efendim bu söylediklerimizin hepsini yapalım fakat acil kodu ile Dr. Latif peri ve psikolog Güzin peri aynı anda
bana sesleniyorlar.
Sanırım önemli bir durum olsa gerek.
Ben gidip ilgileneyim mi, yoksa onları buraya mı getireyim?” diye sordu.
Mert,
“onların bizler için yaptıkları, ödenemeyecek büyüklükte bir iyilik.
Gelsinler hem bir selamlaşalım hem onlara teşekkür edelim hem de sorun neymiş hep birlikte dinleyip, birlikte
çözelim.
Zannedersem bu şekilde hareket etmemiz, işin daha seri ve kısa sürede yapılmasını sağlar” dedi.
Safinaz, acil kod devam ediyor olmalıydı ki hiç uzatmadan, Güzin peri ve Latif periyi alarak geldi.
Selamlaştılar...
Mert ve Ebru samimi teşekkürlerini söyleyerek, gönüllerini aldılar.
Güzin peri ve Latif peri, hafif yere doğru eğilmiş ve yüzleri yere bakar vaziyette konuşuyorlardı.
Ebru, kendisine olan saygının bir ifadesi olduğunu anladı ve
“sizden rica ediyorum ve de hatta rica yetmezse emrediyorum…
Bundan böyle bana olan saygınızı, biz bize olduğumuz zamanlar bu şekilde göstererek beni üzmeyin.
Daha başka ortamlar olabilir ve sizin o ortamlarda sadece eğilmek dışında, daha ağır saygı hareketleri dâhi
yapmanız gerekiyor olabilir.
Onlara bir şey demiyorum...
Ne gerekiyorsa, nerede nasıl davranmanız gerekiyorsa, öyle davranın. F
akat şu an olduğu gibi biz bize olduğumuz zamanlarda, lütfen benim dostum gibi, arkadaşım gibi olun” dedi.
Güzin peri,
“Baş üstüne Sayın Ecem…
Sizin arzularınız bizim için emirdir.
Bu emir ile de sizin enerjinizden korunup yanmamızı önlediniz.
Bundan böyle, arzunuza uygun hareket edeceğiz” dedi.
Latif peri söz alarak,
“Efendim ciddi bir durum var.
Konu bahçe sakinlerinden Sakine teyze ile ilgili.
Malumunuz kendisi, başkalarının göremediği canlıları görüp duyuyor.
Ben nasıl söyleyeyim, ölmüşlerin ruhlarını çağırıp konuşabiliyor.
Kendisi bunları yapabiliyor fakat şu an acil olarak nitelendirdiğimiz konu, biraz daha farklı.
Kendisine bir hayaletin musallat olduğunu söylüyor.
Biz bahsettiği hayaleti tespit edemedik fakat bizim birtakım ölçümlerimiz var ki Sakine teyzenin gerçekten böyle bir musallata tabi olduğunu anladık.” …
Ebru,
“Haydaaa” dedi.
Safinaz durumu bana biraz açar mısın?
Tam olarak bir anlayayım nedir, ne değildir?
Bu hayalet meselesi nedir?
Niye göremiyoruz?
Niye yakalayamıyoruz?
Musallat olmasındaki amaç ne olabilir…”
Safinaz,
“Sayın Ecem bu hayalet durumları biraz farklı…
Hani ölmüş olsa ve 49 gün geçmemiş olsa ona bir şekilde ulaşabiliriz.
Yaşıyor olsa ona yine bir şekilde ulaşabiliriz.
Hani siz Büyükçekmece’de eski mezarlıkta birtakım mezar sakinleriyle görüştünüz ya…
Onlar için henüz dünyadan helallik alıp bağlarını kesememişler o nedenle Araf’talar demiştik.
Evet, onlar Araf’ta idiler.
Fakat Araf’ta olmanın da bir kontrolü var.
Araf birtakım meleklerin kontrolü altında olan bir bölge.
Allah öyle arzu etmiş.
Ruh ’un bir müddet yaşadığı bedenle helalleşip, ahirete intikal edeceği…
Bedenin de toprağının bu dünyadan alındığı, yine bu dünyada çürüyerek, toprağa iade edileceği buyurulmuştu.
Helalleşme noktasında bir direnme söz konusu ise, onlara Araf’ta helalleşmeleri için belirli bir süre veriliyor zannedersem…
Şimdi bu hayalet mevzu yine Araf’ta olan bir olay fakat…
Nasıl söylesem?
Yanlış anlatarak yanlış anlaşılmaya sebep olmak istemiyorum.
Ama şöyle söyleyeyim…
Kontrol dışı kalmış, kontrolden kaçmış bir Ruh’dan bahsediyoruz.
Öyle kaçabiliyorsa intikam için kaçmıştır, kötülük yapabilir.
Tekrar burada parantez açıyorum ki gene yanlış anlatmayayım…
Ruh Allah'tan geldi Allah'a gidecek.
Ruh kötü olmaz, olamaz.
Allah'a ait bir şeyden bahsediyoruz.
Fakat buradaki durum şöyle bir durum…
Ruh halen dünyada vücutta olduğu zamanki gibi davranıyor.
Henüz cesedin etkisinden kurtulamadığı için, ruh sıfatını alabilmiş değil.
Sanırım yanlışa düşmeden anlatabildim Ecem.
Sonuçta bunu biz intikam peşinde koşan, kendisine yapılan haksızlıklara karşı bir şeyler yapmadan gitmek istemeyen ya da bizim halkla ilişkiler Sude peri gibi çok yaramaz bir yapısı olan bir Ruh’dan bahsediyoruz.
Ebru,
“Safinaz'cım o kadar güzel anlattın ki kendimi bir an üniversitede, çok sevdiğim botanik profesörümü dinliyormuşum
gibi hissettim.
E peki ne yapacağız?
Şimdi yakalayacak mıyız bu hayaleti.”
Mert,
“şimdi durup dururken, onca insan varken bu hayaletin gidip Sakine teyzeye musallat olması olayı biraz
netleştiriyor.
Öncelikle yakalamak vesaire gibi kötü imalarda bulunmayalım.
Şu an burada olduğundan ve bizi izlediğinden kesinlikle eminim.
O önemli değil, önemli olan şu;
Bu hayalet onca kişiye musallat olabilecekken, sakine teyzeye gitmiş.
Onun kendisini anladığını görmüş ve ona bir şey anlatmak için gitmiş.
Ya onun vasıtası ile bir şey isteyecek ya da kendisini sadece o gördüğü için, ona yaramazlık yapan bir afacandan ibaret karşımızdaki hayalet.
Yani öyle korku hikâyeleri yazmaya gerek yok, durum bundan ibaret.
Şimdi Sakine teyzeyi buraya getirin ve bu hayaletcik ile onun vasıtası ile görüşelim.
Anlattığınızdan anladığım kadarı ile biz hayaletlerle herhangi bir temasla bulamıyoruz.
Ebru sen o mezarlıkta bazıları ile temasta bulundun fakat onlar senin söylediğine göre, izin almışlardı ve senden ricada bulunuyorlardı.
Burada ise bir kaçak durumu söz konusu.
Seninle yine konuşmak isterse, zannederim onunla konuşabilir ve onu görebilirsin.
Fakat anladığım kadarıyla, burada bir kaçak afacandan söz ediyoruz ve zannedersem seninle de konuşmayacaktır.”
Ebru,
“vay yaramaz vay” dedi.
Mert bir an Ebru için, korkup panik atağa girecek diye korkmuştu.
Safinaz Sakine teyzeyi getirmişti.
Mert,
“Sakine teyze nasılsın?
Şeker, tansiyon herhalde halledildi…
Doktorun Latif Bey de bak burada” dedi.
Sakine teyze,
“Allah ondan da sizlerden de razı olsun.
Hiçbir sıkıntım kalmadı çok şükür.
Şu anki olay da aslında sıkıntı denecek bir olay değil.
Sadece sizin bu yetenek dediğiniz şeyi ben hiç kullanacak vakit bulamamıştım.
Bahçe sınırlarında zaten yetenekler kullanılamıyor.
Hastaneden de direkt buraya geldim, dışarıda da hiçbir şey yapmamıştım.
Şimdi ilk defa böyle bir şeyle karşı karşıya gelince daraldım” dedi.
Mert,
“Sakine teyze bu böyle endişe edilecek bir durum değil.
Şu an seninle oynayan küçük bir çocuk hayalet.
Senin gibi tonton bir teyze dururken, gelip benimle oynayacak değil ya…
Elbette ki seninle oynayacak.
Şimdi biz ona sesleneceğiz ama o bize görünmek istemezse biz onu göremeyiz.
Fakat sende yetenek var.
Safinaz senin yeteneğini bahçe içerisinde açacak şimdi.
Sen onunla bir iletişime geç.
Bir derdi, bir sıkıntısı varsa sor” dedi.
Sakine teyze,
“peki evladım nasıl diyorsanız öyle yapalım, siz daha iyi bilirsiniz.” dedi.