MANA 2.Kitap 22.Kısım

...

MANA 2.Kitap 22.Kısım

Zoran, “gerçekten şaşırdım…
Nasıl böyle isabetli bir tahmin yaptınız, anlayamadım” dedi.

Mert, “1300'lü - 1400'lü yıllarda, yakın doğuda yaşamış büyük insanlar var.

Büyük insan dediysem, gövdesi büyük değil, anlayışı büyük, derin anlayış sahibi insanlar var, günümüzde de var.

Bu Özbekistan’ın Buhara denilen bölgesinde o zaman yaşayan büyük bir evliya var ve ismi Bala gerdan.

Gerdan ya da oranın deyişiyle kerdan, zaten almak takmak demek.

O boyuna takılan şeyler, gerdana takıldı denir ya, tabii siz de öyle mi deniliyor bilmiyorum ama Bala da bela yani sıkıntı demek.

Bala gerdan dediğimiz zamanda sıkıntıları alan manasına geliyor.

Mübarek sıkıntısı olanları dinler ve o sıkıntıları alırmış.

Kendisinden sonra da kendisi gibi pek çok insan yaşamış o bölgede ve o bölgenin ismi Kasr-ı Ârifan olarak bilinir.

Ariflerin kasrı, yani diyarı, yaşadıkları bölge.

Kasr dediğimiz üst üste binmiş manasında kullanılıyor bizde.

Kastabala, bala'nın bizdeki bala gibi sıkıntı olduğunu düşünürsek, sonuçta Kastabala bu üst üste binmiş sıkıntıları alan, yok eden manasında olabilir diye düşünmüştüm.”

Zoran,
“Dedim ya hayretler içerisinde kaldım ve teşekkür ediyorum tek seferde doğru bildiğiniz için.”

Ebru söze girerek,
“Avira Hanım hiç konuşmuyor Zoran Bey.
Sanırım bizden hoşlanmadı” dedi.

Avira hanım, tebessüm ederek söze girdi.
“Gördüğüm ve tanıştığım kişilerin hepsi çok hoş ve tatlı insanlar.
Ben şu ana kadar konuşmadım çünkü yeni tanıdık birbirimizi ve kültürünüzü Zoran gibi bilmiyorum ben.
Yanlış bir kelime kullanıp sizi kırmaktan korktum.”

Ebru,
“Olur mu hiç Avira’cım, sendeki tatlılık bende olsa sözü başkasına bırakmam.
E zaten herkes bana bakmak için beni dinlerdi” dedi ve tebessüm etti.

Mert bir kahkaha attıktan sonra,
“Demek ki dünyadaki en güzel insan benim.
Herkes bana bakıyor ve beni dinliyor Ebru’cum” dedi.

“Mert zaten böyle bir cümle kurmazsan ben hayretler içerisinde kalırdım yani “yuh” diyorum sana.”

Tebessümler ve gülüşmeler ortamı epeyce hoş ve tatlı bir hale getirmişti.

Mert, affınıza sığınarak bir soru sormak istiyorum.
Bunu yanlış anlamayın bir kerede soracağım ki, sizleri daha iyi tanımak ve anlamak adına…

Dünyada insanlar ortalama 60-70 sene yaşar, bilemedin 80 sene yaşar ve ölür.

Mert devam ederek, “mesela ben 30 yaşındayım Ebru 27 yaşında.

Affınıza sığınarak, sizlerin yaşlarınızı öğrenebilir miyim?” diye sordu.

Zoran tebessüm etti ve “sevgili Mert ben 3217 yaşındayım.

Sizin anlatımınızla bizdeki insanlar ortalama 5000 yıl yaşıyorlar.

Sonrasında da arzu ederlerse zihin aktarımı yaparak bu süreyi uzatabilirler.

Eşim Avira 3214 yaşında.

Vücudun yaşlanmasına göre hesap edip konuşursak, bizler sizin yaş skalanıza göre 45-50 li yaşlardayız.

Ebru dişlerini göstererek,
“Atalarım yaşındasınız Zoran abi, özür dilerim ağzımdan abi lafı çıktı ama benden gerçekten büyüksün, o nedenle Zoran dede bile desem kurtarmayacak ama abi dersem kusura bakma...

Sen de kusura bakma Avira abla” dedi.

Zoran,
“bu arada bize ikram ettiğiniz, çay dediğiniz bu şey gerçekten çok güzel ve içimi hoş.
Hakikaten beğendim bu içeceği” dedi.

Mert, çay dünyada milli içecektir diyebilirim, dünyanın pek çok bölgesi çay içmekten hoşlanır.

Sonra size kahve ikram edelim, onun da tadına bakın.

O da çay gibi fakat günde bir kere veya 2-3 günde bir kere içtiğimiz bir içecek, çay kadar sık içmiyoruz onu.”

“Özür dileyerek bir soru daha sormak istiyorum izin verirseniz.

Zoran,
“Elbette aklınızdaki bütün soruları sorun.
Bizim de aklımıza sorular var ve biz de onları size sormak istiyoruz.

Böylece biz buraya niye geldik, sizden ne istiyoruz, sizin bunları anlamanız, bizim de bu istediklerimiz sizde var mı, yok mu onları anlamamız gerekiyor.” dedi

Mert,
“Sözü ağzımdan aldınız ben de tam bu soruları soracaktım.”

Bizde misafire hoş geldiniz denir.
Neden geldiniz denmez.

Yanlış anlamayın fakat neden geldiniz?

Zoran tebessüm ederek, Mert Bey sizde bize ait bir şey var sanırım.
Size nasıl ulaştı ya da kimler tarafından gönderildi bilemiyorum, araştırıyoruz halen fakat bizim için çok değerli bir mücevherden bahsediyorum.

Sadece bizim galaksimiz değil tüm 79 galaksi içinde en değerli olan bir taş var.

Bu taşın ismi “ Canlı Cevahir ”.

Sizdeki değerli taşlar gibi parlar.

Nasıl örnek vereyim...
Sizin skalanıza göre altın renginde gibi görünür ama elmasa benzer .

Organik bir DNA formuna sahip ve gerçekten canlıdır.
Renk değiştirir, parlar, ışık yayar…
Böyle bir taşla karşılaştınız mı?” dedi.

Ebru,
“maalesef karşılaştık” dedi.

Zoran bunun üzerine,
“Ne ne ne nasıl ne?
Karşılaştınız mı?
Nerede şimdi o taş?”
diye hayrete düşmüş bir halde peş peşe sorular sordu.

Mert,
“O sizin bahsettiğiniz taş, zannedersem bizim bahsettiğimiz taşla aynı ve bir gök taşı içerisinde, çekirdek olarak düştü dünyaya.

Tabii bu taş ya da buna benzer bir taş, daha önce dünyamıza düşmemişti.

Biz zaten bunu incelerken bu taş patladı ve Ebru ve benim DNA yapımızla birleşti.

Eğer şu an taşı görmek istiyoruz derseniz, bana bakacaksınız, Ebru’ya bakacaksınız ve bu kale dediğimiz, gökyüzünde yüzer adada bulunan, bizim haricimizde 20 kişiye bakacaksınız.

Taş patladığında, Ebru ve benim DNA’larımız ile kaynaştı ve uzaktan geçen insanlara da su ile karışarak bir serpinti halinde bulaştı.

Ve neticede bizde, normal harici, doğaüstü dediğimiz birtakım güçlerin oluşmasına sebebiyet verdi.

Zoran, “Oofff” dedi.

“Bu bahsettiğim taşın, değer ve kıymetini biliyor musunuz?”

Mert,
“Öyle değer biçecek bir vaktimiz olmadı daha taşa, bu nedir diye bakarken patladı.

Bir daha da görmedik taşı zaten.
Daha sonra da bizim DNA yapımızla bütünleştiğini öğrendik, hepsi bu.”

Zoran o taşın değerini anlamanız için size şöyle örnek vereyim.
100 milyar tane bu dünyayı düşünün…
100 milyar tane dünyayı, içindekilerle birlikte teklif etsen, o taşı almak için değerini ulaşamamış olursunuz…
O kadar kıymetli bir taş.

Kıymeti de şuradan geliyor.
O taş bütün evrenin hafızasıdır ve aynı zamanda bütün evrenin gücü o taştan gelir.

On binlerce yıldır bizim gezegenimizde muhafaza altındaydı.
Sonra ne oldu, nasıl oldu çözemedik.
Şimdi de siz, böyle böyle oldu diyorsunuz.
Bunu da anlayamıyoruz.
Fakat anlayamasak da gerçek ortada.

Buraya nasıl ve kimler tarafından gönderildiği muamma.

Ancak taşın sizi seçerek, DNA yapınızla bütünleşmiş olması da enteresan bir gerçek.

Bizler çok gayret gösterdik fakat taş ilk insanımızdan bu yana kimseyi seçmemişti.

Zannedersem yapabileceğimiz bir şey de yok bu saatten sonra.

Dedim ya, taşın gücü çok büyük ve şu anda o taş sizinle birleşmiş durumda…

Yani sizin gücünüzün sınırı yok.

Bütün Galaksi birleşip üstünüze gelse, dünyanızı yok etse dâhi size bir şey yapamaz…
Sadece bunu söyleyeyim...”

Mert Zoran Bey'in sözünü keserek,
“çok özür diliyorum…
Size ait olan bir şeyi zorla elde etmişiz gibi bir durum var.
Ama emin olun bunda hiçbirimizin bir kabahati yok.
Tamamen kaderin bir cilvesi.
Gelip büyüklerinizden, Kastabala’nın başkanından özür dilerim eğer arzunuz buysa.
Bunun dışında da elimizden ne gelir onu bilemiyorum.”

Zoran tebessüm etti ve
“şu an bu sorunuza, bu söylediklerinize verecek bir cevabım yok.
Zaten bizim gezegenimizde hatta galaksimizde en yüksek makam sahibi kişi benim ki, özür dilenecek bir durum da yok.
Tamamen sizin deyiminizle, kaderin bir cilvesi dediniz değil mi?
Yani elinizde olmadan başınıza gelmiş bir işten bahsediyorsunuz.
Benim asıl düşündüğüm, bunu kim hangi amaçla size gönderdi…

Araştıracağım konu bundan sonra bu olacaktır…

Ancak o taş gezegenimizi ve galaksimizi koruyordu.

Sadece bizim gezegenimizi ve galaksimizi değil, bütün galaksileri, bütün evreni koruyan bir taştı.

Anladığım kadarıyla bundan sonra bütün evreni Ebru Hanım ve siz koruyacaksınız.

Bir sıkıntımız olduğu zaman, artık taşa gitmeyeceğiz size geleceğiz” dedi ve güldü.

Ebru,
“yalvarıyorum ne olur artık şu problemler bi dursun.
Lütfen bi dursun, hakikaten yoruldum, bi dursun…

Avira abla neden böyle dedim biliyor musunuz?
Biz Mert ile sözlendik.
Bizde sözlenme nedir onu da anlatayım size.

Erkek ve kadın hayatlarını birlikte geçirmeye karar verirler.
Birbirlerine bu konuda söz verirler ve aile büyükleri de bu söze şahitlik eder ve de izin verir.

Evet, Mert ile biz bunu yaptık.

Yaptık ama bunun sonrasında, kadın tarafında bir eğlence düzenlenmesi ve insanlara bu mutluluğun aktarılması gerekiyor ki buna da nişan diyoruz.
Bu olaylar yüzünden buna vakit bulamıyoruz.

Daha iş nişan dediğimiz olayla da bitmiyor.
Ondan sonra da düğün dediğimiz bir olay var ki… Orada da erkek tarafına mutluluk aktarımı var.

Sonrasında da kanunlar ve yaradan huzurunda edilecek bir yemin ile gerçekten karı koca oluyorsunuz.

Ben ne diyeyim herhalde biz sözlü yaşar, sözlü ölürüz bu gidişle.”

Avira hanım çok samimi, içten bir kahkaha attı…

“Bizde erkek ve kadın buna karar verdiklerinde, küçük bir tepe var onun üzerine çıkarlar ve ellerini havaya kaldırarak, havada ellerini birleştirirler.
Hepsi bu…

O dakikadan sonra artık karı koca sayılırlar.
Sizin iş gerçekten çok zor ve uzunmuş Ebru.”

Ebru,
“Avira ablacığım ne olur bizi yanınızda götürün.
Sizin kardeşleriniz olarak, sizin gezegeninizde yaşamak istiyorum ve Mert ile o tepede ellerimizi birleştirmek istiyorum.” dedi hüzünlü hüzünlü…

Avira hanım,
“Ebru’cuğum sen çok kötü batmışsın, nişana vakit bulamayan birisi bizim gezegene zor gelir.
Fakat nişanında, düğününde de senin yanında olacağım.

Eğer bir zorluk olup gelememe durumuyla karşılaşmazsam söz veriyorum” dedi.

Mert,
“Sizde bu yeme içme durumları nasıl? Ne yiyorsunuz? Ne içiyorsunuz?” diye sordu.

Zoran bey,
“Sizinle büyük bir farkımız yok.
Hemen hemen aynı bile diyebiliriz.
Siz sanırım hayvansal gıdaya et, pişirilecek bitkilere de sebze diyorsunuz.
Pişirip yiyorsunuz…

MANA 2.Kitap 23.Kısım için tıkla..

...

...