MANA 2.Kitap 3.Kısım

...

MANA 2.Kitap 3.Kısım

Safinaz’cım senden de rica ediyorum,
“Bahçe sakinlerine, Bahçe insanlarına haber ver...

Herkes elini yüzünü yıkasın, kuaföre, maniküre, pediküre gitsin.
Makyajını yapsın, üstünü başını dört dörtlük giyinsin herkes.
Bugün yarın televizyona çıkmaya başlayacaklar.

Sarp, bu haber kanalının normal yayın akışını oturtacağız.
Bu yayın akışında bir süre sonra, sürekli yayınlarımız olacaktır...

Bu yayınlar oluşup olgunlaşana kadar da açılan kanalın verecek bir şey olmadığında kapalı durmasını istemiyorum.

Gamze ile ve Sefer dede ile iş birliği yaparak gerçek belgeseller çekilsin.

Dünya üzerinde yaşayan hayvanlarla, bitkilerle ve de hatta dünyanın kendisi ile röportajlar yapıp, olaylara bir de onların tarafından bakarak verelim.

Besin zincirini ve hormonlu, doğal olmayan gıdaları da masaya yatıralım.

Kısacası insanların merak ettiği, yanlış bilgilendirildiği ne varsa, kimseyi kırmaktan çekinmeden ortaya koyalım.

Zeynep Hanım, pişmanlık yasasının alt yapısını hazırlatsın.

Azılı suçlulara kanaldan açık teslim olma davetiyesi yayınlayın ve süre verin.
Süre zarfında kendileri teslim olurlarsa, yararlansınlar.

Olmadı tepelerine binin ve bu ânın çekimini yapın.
Paketleyerek emniyete siz teslim edin.

Beni anladınız, artık bize sormadan, siz planlayarak devam edeceksiniz.

Bu konuda yetenekli perileri tespit edip onlara görev verin.

Fakat öyle zamanlar olacak ki, ülkedeki bütün televizyon kanallarının yayını kesip, hangi kanalı açarlarsa açsınlar bizim kanalın çıkmasını sağlamamız gerekecek...

Çok önemli bir şey söylenecekse, herkesin duyması gerekecekse, ülkedeki bütün televizyon, radyo, şudur, budur, ne kadar kanal varsa, hepsi sadece bizim kanalın yayınını verecek...

Bunun için kimseden izin istemeyecek ve rica da etmeyeceksiniz.
Korkmayın bir şey demezler.

Aksine onların kanallarında değil de sadece bizim kanalda yayın yaparsak, reytingleri sıfıra iner ki bunu istemezler.

Ve zaten o yayının peşine başka bir şey de konuşamayacak dünya...

Yani şakkadanak hiç haber vermeksizin yayınlarını keseceksin ve bizi yayına sokacaksın, haberi verip devreden çıkacaksın...

Buraya kadar tamam...
Şimdi olayın ikinci ayağına geçiyorum...

Ülkemizde, bunu, bunu, bunu, yapacaksın dedik.
Ülkemiz dışında da bizim haber kanalımız belirli bir frekanstan her zaman ülkemizde nasıl yayında ise orada da eş zamanlı yayında olacak...

Evet, ne yapacağımızı hissetmişsindir, yine de söyleyeyim.
Yunanistan'da Yunanca yayın yapacaksınız.

Zeynep abla burada Türkçe konuşsa bile, Yunan televizyonunda Onu izleyenler Zeynep ablayı Yunanca konuşuyor olarak dinleyecek.

İspanya’da dinleyenler Zeynep ablayı, İspanyolca konuşuyor olarak dinleyecek...

Yine aynı şekilde, bütün dünya televizyonlarının aynı anda bizim kanalımızı göstermesi gerekiyorsa, bütün dünyanın yayını kesilerek devreye biz gireceğiz...

O an başka yayın olmayacak.
Televizyon, diğer radyolar, vesaire de buna dâhil...

Hatta internetten canlı yayın yapan kanallar var ya, onlar bile kesilecek, onların yerine bile biz yayında olacağız.

Tabi bu çapta bir yayın sadece gerektiğinde devreye sokulacak...

Biz şimdilik sadece kendi kanalımızdan normal yayın akışımızı sürdürelim.

Artık olaylar bu noktaya gelmiş iken, kendimize saklamanın bir manası yok.

Şu dakikadan itibaren, her türlü gizem ters teper.

Zeynep abla, bunu herhangi bir istişare yapmadan, tepeden inme bir şekilde, emrivaki yaparak işleme koyuyorum...

Ancak senin gördüğün üzere, bu artık gerekli ve bu konuda kiminle istişareye yaparsak yapalım, bize tamam yapın diyebilecek bir makam yok.

Çünkü her kim buna evet tamam derse, bir yerde suça ortak oluyormuş gibi olacağı için, çekincemede kalacaktır...

Olsa olsa sadece Asaf hocam buna, “Yürüyün be çocuklar, kim tutar sizi” der.

Onun dışında Herkes bir adım geri çekilecektir.

Sizden bu noktada rica ediyorum, ne yapıyor bunlar diye sorduklarında…

Benimle herhangi bir istişareye ihtiyaç duymadan ve kimseye danışmadan “aldığımız bir karar dediler” diyerek, sende kendini suça ortak olmaktan kurtar lütfen...

“Safinaz, Asım, Sarp, şimdi siz gidiyorsunuz ve benim bu söylediklerimi öncelikle harfiyen yerine getiriyorsunuz.

Artı olarak bu çerçevede, benim söylemediğim fakat yapılması gereken ne varsa da onları üzerine ekleyerek olayı tamamlıyorsunuz...

Size söyleyecek başka bir şeyim yok.
Siz gidin, işinize gücünüze bakın” dedi.

Periler söylenenleri yerine getirmek üzere ayrıldılar.

Mert,
“şimdi konuşma da bitti, icraat da bitti, biz bize olarak Zeynep abla sana soruyorum...

Söyleyeceğin sözlerin hiçbir bağlayıcı hükmü yok.
Ne söylersen söyle, olan oldu, biten bitti.

Ben sadece sizlerin, senin ve Sacit abinin bu konudaki görüşlerinizi ve fikirlerinizi, saygı ile merak ettiğim için soruyorum...

Lütfen fikir yürütün ve yorum yapın, dinliyorum” dedi.

Zeynep Hanım,
“Mert, akla hayale gelmeyecek kadar sıkıntılı olaylar yaşandı...

Bu olayların üstüne gidiş şeklin ve çözüme ulaşmak için verdiğin çaba ve de gayretler, tamamıyla altına imzamı atacağım kadar uygun.

Kendinizi dünyaya ilan etme hususuna gelince...
O noktada da vakit bir gün gelecekti, demek ki gelmiş...

Bunun dün olmuş olması, bugün oluyor olması, ya da yarın olacak olması, hiç önemli değil.
Önemli olan, siz buna hazır mısınız?

Gördüğüm kadarıyla, gayet kararlısın ve bu da demektir ki hazırsınız.

Zaten hastaya antibiyotiği bile, 6 saatte bir şu kadar içeceksin diye veriyorlar.

Yoksa tüm günün içerisinde içeceği dozu, tek seferde vermiyorlar...

Yani demem o ki, bir plan çerçevesinde kendinizi duyuracağınızdan eminim.

Mert, sonuçta yaptıkların yanlış değil fakat doğru da diyemem.
Neden doğru diyemem?
Çünkü doğrunun tanımına uyumuyor...

Bir şeye doğru diyebilmeniz için, bir dayanak noktanızın, bir karşılaştırma yapabileceğiniz örneğinizin olması lazım...

Bu başınıza gelenler ve planlayıp yapacağınız şeyler, hiçbir dayanak noktası olmayan ve öncesine ait örnekleri de olmayan şeyler olduğundan, şu an yapılanlara sadece mantıklı diyebilirim.

İleride buna benzer bir olayı olur da bu olaylarla kıyas edebilirsek, o zaman ona doğru ya da yanlış diyebilirim...

Ama şu an doğru ya da yanlış demekten ziyade, haklısınız, düşündükleriniz mantıklı ve bu çerçevede ilerlerseniz faydalı şeyler yapacağınızı umuyorum diyerek cümlemi bağlıyorum” dedi.

Sacit Bey,
“eşimin bu söylediklerinin üstüne, söylenecek hiçbir söz yok.
Kesinlikle aynı düşünceleri paylaşıyorum.
Sadece şunu eklemek istiyorum...

Bu çalışmalarınızda da her zaman olduğu gibi yanınızdayız ve bize görevler vererek yardımımızı her zaman isteyebilirsiniz.

Sanırım Bahçe insanları tanıtılacak ve onların yetenekleri bir ölçüde ve de bir koreografik senaryo çerçevesinde sergilenecek...

O işin plan ve projesi, senaryosu bende.
Onca çalışıldı ve aynen devam edeceğiz” diyorum.

Mert Ebru'ya dönerek,
“Sözlücüm, bu ne sessizlik, sen ne diyorsun bu duruma” diye sordu.

Ebru,
“daha önce de söyledim, ben plan yapmaktan anlamam fakat anlattıklarını, söylediklerini dinledim...

Zeynep abla ve Sacit abi güzel cevap verdiler.
Ben zaten seni herkesten daha iyi tanıyorum ve vakit geldi diyorsan vakit gelmiştir, bunu da biliyorum.

Ne diyeyim hayırlı olsun diyorum…

Pardon Sefer dede sözde bahsetmişti ve sen de bana vapurda anlatmıştın.
Allah katında hayırlı olan cennettir ve hayırlı olsun dersen o olayda cenneti kazanmana sebep olsun diye bol bol çile verir diye…

O nedenle senin dediğin gibi lütuflu olsun diyorum.
Yani Allah lütfu ile bedelsiz ve karşılıksız versin…

Yoksa ben gerçekten dayanamıyorum artık…
Gereksiz yapım sebebiyle çok yıprandım.
Ve izninizle ben gerçekten duş almaya gidiyorum...

Mert sende duşunu aldıktan sonra terasa gel...
Bu olaylar beni epeyce acıktırdı.
Güzel bir yemek yemek istiyorum seninle” diyerek ayrıldı.

Duşlarını alıp kendilerine çeki düzen verdikten sonra, her ikisi de terasa çıktığında, Safinaz'ın heyecanlı heyecanlı bir o tarafa, bir bu tarafa görünür vaziyette gidip geldiğini gördüler.

Mert Safinaz'ın bir sıkıntısı olduğunu fark ederek,
“Hayırdır Safinaz ne oldu” dedi.

Safinaz,
“Armağan Armağan Armağan burada...

Hep buradaymış...

Arka tarafta, misafirhane adını verdiğiniz nezarethanede imiş...

Ne yapalım onu buraya mı getireyim, yoksa siz mi oraya geçersiniz” diye sordu.

Mert,
“Tabii ki buraya getir Safinaz...

Bizim oraya gitmemiz hiç uygun olur mu?
Hemen kap gel onu buraya.

Konuşacağız, öğreneceğiz...
Neymiş, ne değilmiş, bunlar konuşmadan dinlemeden öğrenilebilecek konular değil.

Safinaz, Armağanı aldı ve geldi.

Armağan çok kötülemişti ve perişan bir haldeydi.

Mert,
“Armağan, ne oldu sana böyle, lafı hiç dolandırmadan, mevzuya ortasından gir ve bizim öncelikle anlamamızı sağla...

Her ne varsa, ondan sonra gelsin” dedi.

Armağan konuşmaya çalışıyordu fakat ağzından kelimeler bir türlü çıkamıyordu.

“Mert abi, Mert abi, ben sizi üzecek yanlış bir şey yapmadım Mert abi...
Her ne yaptıysam, mecbur olduğum için yaptım Mert abi.
Yine de yaptıklarım, size zarar verecek şeyler değil...
Ne olur beni affedin...

Benim hakkımda neler konuştuğunuzu ve neler düşündüğünüzü biliyorum.
Fakat emin olun ki, hiçbir şey sandığınız gibi değil...

MANA 2.Kitap 4.Kısım için tıkla..

...

...