MANA 3.Kitap 48.Kısım
MANA 3.Kitap 48.Kısım
Sabah olduğunda herkes erkenden kalkmıştı.
Kararlaştırılan tüm ekip, hep birlikte ihtiyar perilerin toplantı için bulunduğu gezegene geçtiler.
Sacit Bey 32'ler grubuna gereken talimatları vermiş, ne yapacaklarını anlatmış ve hepsi de görevlerinin başında dikkatli bir şekilde bulunuyorlardı.
32'ler grubu bir iç halka gibi görev yerleri oluşturmuşlar, onların dışında pek çok peri halkası öncelikli savunma hattı olarak Sarp peri tarafından görevlendirilmişti.
Komiser Hayrettin de herhangi bir açık nokta olup olmadığı konusunda gözlemlerde bulunuyordu.
Ebru Safinaz’a,
“Safinaz bu olayı mümkün olduğu kadar kısa tutalım…
Burada çok fazla kalırsak öğleden sonraki meydan okumamıza gecikebiliriz.
O nedenle ben her ne kadar orada kalmak istiyormuş gibi görünsem de sen olayları toparla ve ayrılalım” dedi.
Safinaz,
“Ecem merak etmeyin, buradaki ihtiyar perilerin hepsine öğleden sonraki durumunuz iletildi ve öyle zannediyorum ki
hiçbirisi sizi zor duruma sokacak bir davranışta bulunmaz, rahat olun” dedi.
Aynen Safinaz’ın dediği gibi oldu.
Ebru büyük bir içtenlikle ihtiyarlık perileri kucaklamış onlarla kahvaltı ediyor, tebessümler ve gülümsemelerle
herkesin mutlu olduğu görülüyordu.
Orun Bey kesenin ağzını sonuna kadar açmış, peri büyüklerinin ihtiyaç olarak belirttikleri her ne varsa hiçbirisine hayır demeksizin hepsine tamam kaydedildi, en kısa sürede sonucu göreceksiniz diyordu.
Farklı sıkıntılar vardı.
İmparator Zoran bu sıkıntılarınızın çözümü bende merak etmeyin…
Gerek ben gerekse imparatoriçe Eli bu konuda gereken hassasiyeti göstererek sıkıntılarınızı kesinlikle
gidereceğiz” diyordu.
Avira Hanımdan da yapay zekâ ve robotlar konusunda birtakım istekler vardı.
O da bu konuları not aldığını ve gereken desteği vereceğini ifade ediyordu.
Zeyda Hanımdan bile birtakım istekler vardı ki küçük perilerin bir takım sanatsal faaliyette bulunarak kendilerini geliştirmeleri ve meşguliyetlerini bu yönde kanalize ederek hırçınlıklarını azaltmaları konusunda yardım istenmişti.
Zeyda Hanım,
“Hiç merak etmeyin bütün masraflarını biz karşılamak üzere bütün evrende, arzu ettiğiniz noktalarda bu
çalışmaların yapılacağı yerleri oluşturacağız” diye söz vermişti.
Sonrasında Zeynep Hanım ve Küt Necmi takdim edilmiş, Zeynep Hanım Ebru’ların acelesi olduğunu, onların ayrılmasından sonra kendileriyle istihbarat konusunda bir takım fikir alışverişlerinde bulunması gerektiğini ifade etmiş, sonrasında Necmi Bey kurulan racon merkezi hakkında bilgi vermiş ve de peri büyüklerinden bu racon merkezine katılmak üzere uygun olanların görev alması konusunda ricada bulunmuştu.
Peri büyükleri de bu ricayı kesinlikle geri çevirmeyeceklerini, bazı konuların kendi halklarını da ilgilendirdiği için özellikle o konseyde bulunmaları doğru olacağını ifade etmişler ve racon merkezine seve seve katılacaklarını söylemişlerdi.
Sonrasında Zeynep Hanım, Sacit Bey, komiser Hayrettin, küt Necmi, Sarp peri orada kalmış diğerleri Bahçeye dönmüşlerdi.
Bahçeye döndüklerinde kimse belli etmese de ortamda ciddi bir heyecan dalgası vardı.
Çünkü bugüne kadar yaşananlar her ne kadar heyecan verici olsa da bugün yaşanacaklar zirve noktasında bir olaydı.
Bugüne kadar giden hiç kimsenin geri dönmediği karanlık bölgeye gidilecekti ve orada ne olacağı meçhuldü.
Mert ortamdaki gerginliğe fark etmişti.
Ebru her ne kadar hazır gibi görünmeye çalışsa da panik atak geçiriyordu.
Kraliçe Eli dönüp dönemeyeceği imparatorluğunu idare etme görevini, evli olmadığı ve eşi ve çocukları bulunmadığı için kime emanet edeceği endişesine sahipti.
Ayşe annesi ile vedalaşıyor ve
“Hakkını helal et anne, ne olursa olsun üzülme, buradakilerin hepsi senin evladın, sen de buradakilerin annesisin,
seni sıkıntıda koymazlar, için rahat olsun” diyordu.
Raz peri bile bütün o vahşi tabiatına rağmen duygusallaşmış ve Safinaz’ın yanında ürkek gözlerle sağa sola bakıyor ve bir şeyler konuşuyordu.
Mert doğal olarak müdahale etme mecburiyeti hissetti.
“Arkadaşlar ne yapıyorsunuz?
Herkeste bir panik atak, bir hüzün, bir vedalaşma, bir gidip de dönmeme havası var.
Kendinize gelin lütfen” dedi.
“Yani bu kadar sıkıntı içerisindeyseniz, imparator Zoran abi ile Sefer dedeyi alır yanıma giderim.
Oranın da ifadesini alır geliriz Evelallah.”
İmparator Zoran,
“Mert boş ver bunları, hadi gidelim göğüs göğüse çarpışalım orada.
Ne olacaksa olur…
Bunları şimdi böyle göndereceğiz bir başlarına, ondan sonra düşünüp duracağız.
Şu hallerine baksana…
Giderken bize moral vereceklerine, onlar dönene kadar biz dokuz doğuracağız burada” dedi.
Sefer dede,
“Mert evladım haklı…
Siz durun biz gidelim.
Allah'ın izniyle halledip dönelim.
Siz de hiç canınızı sıkmamış, üzülmemiş olursunuz” dedi.
Bunların hepsi iyi niyetle söylenmiş olsa da Ebru ve beraberindekilerin kafasına sanki birer çivi çakılıyormuşçasına darbelerle vuruyordu.
Ebru,
“Helal olsun size, bizi iyi ezdiniz…
Daha artık bundan sonra panik atağımız bile varsa gösteremeyeceğiz.
Hadi Safinaz, Raz kalkın bakalım.
Eli abla bunların diline düşmeyelim gidelim…
Ne olacaksa olsun ne göreceksek görelim halledelim gelelim” dedi.
Kraliçe Eli,
“Evet Ebru haklısın.
Allah bunların diline düşürmesin. Bir an önce burayı terk edelim ve karanlık bölgeye gidelim.
Çünkü şu an buradaki ortam, karanlık bölgeden bile daha korkutucu” dedi.
Mert bir kahkaha attı ve
“Hah şöyle… İlla kendinize gelmeniz için sizi silkelememiz mi gerekiyor?
Kendinize gelin.
Biriniz evrenin en büyük imparatoriçesi, en kudretli imparatoriçesi…
Öbürünüz bütün evrenin Ecesi, öbürünüz perilerin reisi, öbürünüz güya perilerin kendisinden tırım tırım tırstığı
Raz Peri…
Cık cık cık” dedi.
Ebru,
Abla kaçalım…
Biraz daha burada kalırsak, ben karanlık bölgeye mücadelesini burada vermeye başlayacağım.
Önce Mert’e dalacağım.
Ne olur bir an önce gidelim” dedi.
Mert,
“Güle güle gidin, güle güle gelin, hepiniz benim canım ciğerim güzellerimsiniz…
Sizler için burada en samimi şekilde dualar edeceğim ve tüm iyi dileklerimle sizleri kucaklayacağım.
Bilin ki orada kesinlikle sizinle birlikte olacağım.
Ebru ayrıca unuttuğun bir nokta var…
Cevahir abi her ne kadar bende ise bir o kadar da sende…
Her ne kadar sende ise bir o kadar da bende…
Yani aramızdaki iletişim bağını hiçbir zaman için kaybetmeyeceğiz.
Çünkü Cevahir abi hem benimle, aynı anda hem de seninle olacak.
Yani orada başınızda bir büyüğünüz ki büyüklerin büyüğü bir büyüğünüz var, hiç endişeye kapılmayın.
Bu arada öyle zannediyorum ki bu konuşmanın ardından Cevahir abinin bana hissi de olsa bir fısıldaması mevcut, size aktarayım.
Zangobar ve arkadaşlarının da orada sizin yanınızda olacağını söylüyor.
Öyle bir ekip saydık ki size bu saydığımız ekiple bırakın karanlık bölgeyi, kapkaranlık bölge bile olsa dalıp
çıkmanız lazım.
Siz onlardan korkmayın, onlar sizden korksunlar.
Öyle bir ekiple gidiyorsunuz ki şu an orası tir tir titriyordur, rahat olun” dedi.
Ebru koşarak geldi ve Mert’e sarıldı.
“Mert bu yola çıkarken korkudan yapılan bir vedalaşma değil…
Orada olduğum sürece seni özleyeceğim.
Onun için gitmeden önce sana sarılıyor ve sevgi depoluyorum” dedi ve sımsıkı sarıldı.
Mert de ona sımsıkı sarılmıştı.
Bir süre öyle kaldılar…
Sonrasında Ebru geri çekilerek,
“Hadi Allah'a ısmarladık, bizi dualarınızla ve iyi dileklerinizle destekleyin dostlarım” dedi ve dörtlü ekip
oradan ayrılarak karanlık bölgenin olduğu yere geçtiler.
Karanlık bölgeye bir mağaradan geçiriyordu.
Mağaranın önünde herhangi bir engel, herhangi bir kapı ya da herhangi bir korkutucu durum yoktu.
Ebru ve beraberindekiler biraz ürkerek de olsa cesaretlerini toplayarak mağaradan içeriye girdiler.
Mağaraya hiçbir yerden ışık girmemesine rağmen mağaranın içi loş bir aydınlığa sahipti.
Duvarlarda laciverte kaçan turkuaz parıltılar mevcuttu.
Mağara aslında sonu görünen, çok da büyük olmayan basit bir mağaraydı.
İleride bir kapı olabileceğini düşünerek mağaranın sonuna doğru yürüdüler.
Mağaranın sonuna varmaya az bir mesafe kalmıştı ki bir anda ortamda değişik parıltılar oluşmaya başladı.
Bu parıltılar çubuk makarna kalınlığında floresan lamba gibi parlayan parıltılardı.
Başlangıçta birkaç tane idiler fakat bir süre sonra onlarca yüzlerce olmaya başladılar ve ortam o Beyazlığın baskısıyla göz görmez bir hal almaya başladı.
Bir süre sonra bu parıltılar yavaş yavaş yok olmaya başladılar ve bizimkiler kendilerini bambaşka bir ortamda
buldular.
Bulundukları yerin enteresan bir havası vardı.
Sanki böyle ortamda helyum gazı vardı.
Hepsinin kafası iyi gibiydi.
Ufak ufak kıkırdamaya başladılar.
Kıkırdamalar gülüşmelere, gülüşmelere kahkahalara döndü fakat duramıyorlardı.
Gözlerinden yaş geldi, karınlarına sancı saplandı fakat hala gülmeye devam ediyorlardı.
Bir süre sonra ortamın havası hafif esen bir rüzgarla dağıldı ve her şey normale döndü.
Yakınlarındaki bir ağacın dibinde Beyaz bir tavşan gördüler.
Tavşanın ön ayakları yaralıydı ve hafif kanıyordu.
Tavşana doğru yürüdüler.
Ebru Safinaz’a,
“Safinaz bir şeyler bul da şu tavşancığın ayağını saralım, yarasını tedavi edelim” dedi.
Safinaz belindeki kuşağını çıkartarak Ebru’ya verdi.
Ebru şaşırmıştı.
“Safinaz olay bu mu?
Biraz oksijenli su, tentürdiyot, gazlı bez, pamuk, sargı bezi…
Bunları versene…
Neden belindeki kuşağı veriyorsun?” diye sordu.
Safinaz,
“Ecem siz henüz farkında değilsiniz fakat burada güçlerimiz çalışmıyor.
Siz de ben de burada sıradan normal insanlarız.
İsteğinize verebileceğim en fazla cevap belimdeki kuşağı vermek.”
Ebru afallamıştı.
O da bir şeyler yapmaya çalıştı fakat Safinaz doğru söylüyordu.
Burada hiçbir şekilde sihir çalışmıyordu.
Yine de o tavşancığın ayağını sildiler ve sonrasında o kuşağı parçalayarak yarasını sardılar.
Orada onu o şekilde bırakırlarsa kurda kuşa yem olmasından korktuklarından, kucaklarına alarak ileriye doğru yürümeye başladılar.
Biraz ilerlemişlerdi ki böyle büyükçe bir kedi, sanki bir Vaşak onlara hırlar vaziyette karşılarında belirdi.
Safinaz Ebru'nun arkasına saklanmış, kraliçe Eli de Safinaz’ın arkasına saklanmış vaziyette titrer bir şekilde sonlarını bekliyorlardı.
Raz peri zaten ne yapacağını şaşırmıştı.
Öylece olduğu yerde beton direk gibi kalakalmıştı.
Ebru kızgın bir ifadeyle,
“Bu mudur ekip ruhu?
Bu mudur yani?
Hepiniz arkama saklandınız, ben mi savaşacağım bu vaşakla” dedi.