MANA 3.Kitap 34.Kısım

...

MANA 3.Kitap 34.Kısım

Anlatımdan da anlaşılacağı üzere bu yüzde üçlük erkek grubu damızlık olarak bulunduruluyor, bu bahsi geçen işlemlerin haricinde kalan zamanlarında kendileri için öngörülen ağır işlerde çalıştırılıyordu.
Bu yüzde 3'ün üzerine çıkma durumunda yine o topluluk içerisinde seçilen zayıf bireyler ölüm gezegene adı verilen bir bölgeye gönderilerek burada rahmetli oluyorlardı.

Ebru bunu duyduğunda irkilmiş gözleri kocaman olmuş ve
Hiç kimseye söz hakkı tanımıyorum bunu bizzat ben çözeceğim” demişti.

Demişti fakat herhangi bir planı olmadığından bir anda tekrar panik atağa kapılmış ve bunu söyledim fakat ben ne yapacağım şimdi moduna girmişti.

Safinaz kendisine hiç merak etmemesini, bunu çözmenin yolunu ve yöntemini kendisinin bildiğini, yanlarına birkaç kişi alarak bunu çok kolay çözebileceklerini ifade etmiş ve Ecesini rahatlatmıştı.

Bunun dışında federasyona girmesi kesin gözüyle bakıldığı halde girmeyi reddeden bir galaksi de Okilavya galaksisi idi.

Her ne kadar dev kelimesinin anlamı cinler topluluğunda boyları bir kavak ağacının birkaç katı büyüklüğünde olan bir topluluğa verilmiş olan isim olsa da genellikle iri cüsseli kişiler için kullanılan bir kelime olduğundan yola çıkarak, burada da buna benzer bir kullanım düşünerek şunu söyleyebiliriz.

Okilavya galaksisi içerisinde yaşayanlar, bu devler gibi çok uzun boylu ve iri cüsseli bireylerden oluşuyordu.

Aynı zamanda akıllı topluluk derecesinde bulunuyor, kendilerine yetecek üretim, sanayi ve teknolojiye sahip, mutluluk içerisinde kavgasız dövüşsüz yaşayabilen bir topluluktu.

Bizim federasyona girmemizin bize hiçbir faydası olmaz, bilakis bu sistem bizden şu an faydalanamayan farklı galaksilerin bize ulaşmak suretiyle bizden faydalanma ve bizi sömürmelerine yol açar demişlerdi.

Daha önceden yaşadıkları deneyimler çerçevesinde bu düşüncelerinde elbette ki kendilerine göre haklıydılar.

Mert,
“Sanırım bunu çözmeye işi bana ve birkaç arkadaşa gereksinim duyuyor.
Bu iş de bende olsun, kafamda birtakım çözümler var ve sanırım bu meseleyi halledebiliriz” demişti.

Asaf Hoca,
“Mert bana gelen bilgiler doğrultusunda çok kaliteli analizci grupları mevcut ve bana söylediklerine göre bu galaksiler bazındaki problemlerin dışında bir takım alt galaksi problemleri ve etnik grup problemleri de mevcutmuş.
Yine ana galaksi federasyona bağlansa dahi bunu reddedebilecek bazı alt galaksiler ve etnik grupların oluşturduğu bölgeler mevcutmuş.

Her birisinin farklı farklı çekinceleri var.
Kimisi bu çekincelerinde son derece haklı, kimisi menfaatlerine ters düştüğü için buna karşı fakat eğer bunları da çözmemiz gerekiyorsa ki mecburuz, biraz daha çalışmamız gerekecek” dedi.
Canlı Cevahir Mert’e bazı şeylerin vakti geldi demiş fakat ayrıntı vermeyerek bunlar güzel şeyler, sana sürpriz olsun diyerek konuşmasını sonlandırmıştı.

Hakikaten de güzel haberler peş peşe gelmeye başladı.
Zeyda Hanım sanat konusunda yarışacağı galaksiye meydan okumuş ve bu meydan okuma çerçevesinde canlı Cevahir’den aldığı tüyo diye nitelendirilen, birtakım özel bilgilerle oluşturduğu resmini tamamlamıştı.

8 boyutlu olarak tasarladığı tablosunda bir Hüthüt kuşu vardı ve uçuyordu.

Tablonun alt kısmında büyükçe bir kuş kafesi ve kafesin zemininde pek çok ölü kuş bulunuyordu.

Ve uçarak uzaklaşan hüthüt kuşunun ötüşü notalar eşliğinde “öl ki kurtulasın” cümlesiyle birlikte ağzından çıkıyordu.

Resmin tamamı bundan ibaret gibi görünse de Zeyda Hanım sihirli dokunuşlarla yedi rengi tonlandırmış ve resme bakan olayı yaşıyordu.

Mert bu hikâyeyi daha önce annesinden dinlemiş ve olaya aşina olduğu için tablonun sırrını zaten biliyordu.

Hüthüt kuşu Bir Avcı tarafından tuzağa düşürülerek yakalanır.

Sonrasında Avcı hüthüt kuşunu alarak evine götürür ve daha önce yakalamış olduğu kuşların bulunduğu bir kafese hapseder.

Özgürlük ve vatan hasreti çeken kuşlar acıklı acıklı ezgilerle öterler ve bu ötüşten çok büyük bir haz alan Avcı onları dinleyerek keyiflenir.

Zaman içerisinde kuşlar birbirleriyle dostluk kurmaya ve o kafesten nasıl kaçacaklarını konuşmaya başlarlar.

Her bir kuşun farklı bir kaçış planı olsa da bu planların hiçbirisinin çalışma garantisi yoktur.

Onlar bu kaçma planlarını gerçekleştirmek üzere gayret içerisinde iken hüthüt kuşu kafesin dibine kendisine pat diye bırakır.
Avcı bunun üzerine kafese yaklaşarak o gürültünün neden çıktığını öğrenmek için bakar.

Kafesin dibinde ölü taklidi yapan hüthüt kuşunu gerçekten ölmüş olabileceğini düşünerek, onu kafesin tabanında yattığı yerden alır ve pencereden dışarıya atar.

Pencereden dışarıya atılan hüthüt kuşu göz hizasından kaybolacak kadar düştükten sonra kanat çırpmaya ve uçarak oradan uzaklaşmaya başlar.

Avcı sonrasında kafeste bir kuşun ölmesi sebebiyle bulaşıcı bir hastalık olabileceği endişesine kapılır ve kafeste bulunan diğer kuşları da öldürür.

Sonuçta hüthüt kuşu kurtulmuş kafeste kaçma planı yapan diğer kuşlar ise gerçek ölümle tanışmışlardır.

Hüthüt kuşu oradan ayrılırken “öl ki kurtulasın” diye seslenerek ötüp uzaklaşır.

Bu hikâyede 3 boyutun haricinde 4 boyut olan zaman çalışmış ve bu zamanla birlikte 5 boyut olan bir olasılık olarak Avcı’nın kendisini ölü sanması ihtimali gerçekleşmişti.

6 boyut olan nasip dediğimiz kaderin bir sonucu olarak karşımıza çıkan, aynı zamanda mükemmel zamanlama olarak da adlandırılan olay yerine gelmiş ve Avcı’nın orada onları dinlerken, bu olayın gerçekleşmesi sonucu bir zincirleme olaylar zinciri başlamıştı.

7 boyuttan Avcı bu olayı düşünmüş kendisine göre bir idrak noktasına ulaşmış ve oradan hüthüt kuşunun öldüğünü anlamıştı.

Sonrasında 8 boyut olan kabullenme gerçekleşmiş ve Avcı bu olayı kabullenerek hüthüt kuşunu alıp camdan dışarıya fırlatmıştı

Hüthüt kuşunun giderken söylediği öl ki kurtulasın cümlesi akılla anlaşılabilecek bir cümle değildi.

Burada anlatılan, yaşayan bir varlığın her türlü hırs ve ihtiraslarından geçerek, dünyevi Arzu ve emellerini terk ederek, aynen bir gassalin yani ölü yıkayıcının elinde, teneşir taşının üzerinde yıkanan bir ölü haline gelmesi durumu söz konusuydu.

İşte dünyevi zevklerden geçebilen bir varlığın, uhrevi dediğimiz dünyanın ötesinde var olan gerçek değerlere ulaşmasının yolunun açılacağı müjdesiydi.

Evet bu resim belki bakıldığında birtakım kılıç hareketlerini barındırmıyordu ve bakana anlama ve kabullenme noktasına ulaştığında bazı kılıç tekniklerini öğretmiyordu.

Ancak iyi olmak üzere yola çıkmış bir canlının ne şekilde gerçek iyiliğe ulaşabileceğinin bir mesajını veriyordu.

Mert düşündü ve demek ki 8 boyutun tamamını görüyorum diyen ve anladığını iddia eden birisi dâhi, gördüğünü doğru değerlendiremeyip, idrakini doğru yönde kullanamayıp, anlama yeteneğini doğru bir şekilde yerine getiremeyerek, bir şey görüp öğreneceğim derken yanılgılar aleminde kaybolup, yanlışlar üzerine yanlışlar yapabilirdi.

Çünkü avcının yaptığı buydu.

Sonra tekrar düşündü, dünyada dinlemiş olduğu bu hikâye nasıl buralarda da biliniyor ve resme dökülebiliyordu.

Bunları düşünürken canlı Cevahir onun düşüncelerine cevap verircesine, bu hikâye sizin hikayeniz fakat Zeyda Hanım’a hikâyeyi anlattım ve 8 boyutlu resme dönüştürmesini istedim.
O nedenle bu hikâye size tanıdık gelecektir elbette dedi.

Zeyda Hanım resminin sunumunu yaparken, orada bulunanlara bu hikâyeyi de anlatmış ve arkasındaki gizemi de aktararak büyük alkış almıştı.

Onunla birlikte yarışanların yaptığı resimler de çok güzeldi fakat bu derinlikte bir anlam ifade etmedikleri için havada kalmışlardı.

Ve bu yarışmada mağlup olan sanat galaksisi verdikleri söz gereğince derhal galaksiler federasyonuna katılmış ve sözlerini tutmuşlardı.

Peşinden Gubi aradı ve
“Mert abi katıldığımız mimarlık yarışmasını kazandık müjdemi isterim” dedi.

Gubi canlı Cevahir’in kendisine verdiği integral denklemlerini kullanarak, Safinaz’ın Selimiye Camii’nin kopyasını yaparken 6 katlı integrali 8 katlı integrali çıkarması gibi o da çiçek binasını 10 katlı integrale formül ederek muhteşem bir eser meydana getirmişti.

Çalıştığı Eser o kadar güzeldi ki bu kullandığı formüller ve malzeme sebebiyle bina aynı zamanda yapay zekâ barındırıyor ve yapay zekanın ötesinde Avira Hanımdan aldığı birtakım bilgileri de uygulamasına eklediğinden bir ruh kazanmıştı.

Çiçek mimarisinde sizin birtakım düğmelere ki binada bu düğmelerin karşılığı belirli noktalardaki belirli taşların farklı şekillerde hareket ettirilmesi prensibine dayanıyordu.

Ancak işin içerisine duygu yüklü bir yapay zekâ girdiğinde, siz söylediğinizde bu işlemi gerçekleştiriyor, hatta ona genel bir izin verirseniz, sizin söylemenize bile gerek kalmadan sizden aldığı sinerjiyi, negatif ya da pozitif enerji, yüz ifadeniz gibi temel değerleri göz önünde bulundurarak sizin o anki ruh halinize uygun şekilde yapılara dönüşüyordu.

Kişinin bunalmış bir vaziyette eve geldiğini hissettiğinde evi havuzlu bir villaya çeviriyor

Eğer kişi sabah uyanmakta zorlanıyor ise ona huzur dolu kuş sesleri eşliğinde çiçeklerle bezenmiş bir bahçe sunuyor, tatlı bir melodi eşliğinde onun kalkmasına ve güne başlamasına yardımcı oluyordu.

Yine benzer şekilde orada bir toplantı yapılacaksa kendisini bir ofis ortamına ya da özel bir toplantı ise büyük bir toplantı masasının yer aldığı, alan büyüklüğünde gerçekleştirdiği bir şato görünümüne de geçebiliyordu.

Binanın temel yapısında nano teknoloji kullanıldığından, nonitler duruma göre azalıp çoğalabiliyor ya da şekil değiştirebiliyorlardı.

Çiçek bina bunun gibi pek çok özelliğe sahipti ve duygu yüklü yapay zekâ çok güzel çalışıyordu.

Nusret Bey telekinezi yani cisimleri zihin gücüyle hareket ettirebilme yeteneği, İsmail ise tabiatın şeklini değiştirme yani olmayan bir yere bir tepe oluşturmak ya da var olan bir tepeyi düz bir zemine dönüştürmek gibi yeteneklere sahip olması özelliklerini, çiçek binanın yapay zekâyı özümsemesi noktasında kullanmışlar, yani onu örneklerle eğitmişlerdi.

Elbette ki bu yapılan çalışma neticesinde bütün rakiplerini geride bırakarak şampiyonluğu kazanmış ve yine bu mimari galaksi, verdiği söz gereği meydan okumayı kaybettiği için galaksiler federasyonuna kaydını yaptırmıştı.

MANA 3.Kitap 35.Kısım için tıkla..

...