MANA 3.Kitap 18.Kısım
MANA 3.Kitap 18.Kısım
Kâhya Xisia Bey,
“Şey Mert Bey onlar zaten sizi tanıyorlarmış…
Sizin burada olduğunuzu duydukları için yanlarına da birilerini alarak buraya gelmişler.”
Mert tekrar bir kahkaha attı ve Ebru’ya bakarak,
“Ebru’cuğum uzayda bizim buraya geldiğimizi duyup gelecek kaç tane dostumuz var?” diye sordu.
Ebru bunun üzerine,
“Zoran Bey ile Avira abla mı geldi acaba?
Uzayda tek tanıdığımız onlar” deyiverdi.
Kâhya Xisia Bey,
“Evet efendim aynen söylediğiniz gibi…
Onlar ve yanında başka misafirler birlikte gelmişler, hemen buraya alıyorum” dedi ve gitti.
Of of of of of of of of ki ne of
İmparator Zoran öyle bir giyinmiş kuşanmıştı ki…
Hani göğsünde madalya takacak yeri olmayan mareşaller gibi o derece süslü bir imparatorluk giysisi vardı.
Avira Hanım da elbette ki onun o giydiği ağır elbiseye uyum sağlamak adına çok ağır bir gece elbisesi giymek zorunda kalmıştı.
Zorunda kaldığı belliydi çünkü elbise taşıması çok zor bir ağırlıktaydı.
Hele ki üzerindeki ziynet eşyaları ve mücevherler de eklenince kadıncağız gerçekten zorlanıyordu.
Ebru bunu gördüğünde istemsiz olarak, nazik, hoş ama kahkaha olduğu belli olacak bir kahkaha attı.
Avira Hanım Ebru’ya doğru bakarak kaşlarını çattı ve
“sus kız zaten zor yürüyorum…
Bir de sen gülme, olduğum yere oturacağım bak deyince…”
Bütün salon kahkahaya boğuldu.
Mert bunun üzerine,
“Zoran abi izin verirsen müdahale etmek istiyorum” dedi.
İmparator Zoran,
“Mert ne yapacağını anlamadım ama senden bize kötülük gelmez, ne istersen yapabilirsin buyur” dedi.
Mert Safinaz’a bakarak,
“Safinaz'ım onları bir hafiflet…
Ebru ile beni giydirdiğin gibi gerçekten şık ve hiçbir laf söyleyemeyeceklere kadar güzel ziynetlerle döşenmiş,
bezenmiş güzel giysiler giydir ve hafiflesinler” dedi.
Safinaz sadece salonda bir rüzgâr estirdi ve imparator Zoran ile eşi Avira Hanım, masal kitaplarından fırlamış iki ana karakter gibi muhteşem bir spor takım elbise ve muhteşem bir spor gece elbisesi ve ziynet eşyaları, mücevherleri ile karşılarına geliverdiler.
Avira Hanım bunun üzerine olduğu yerde dönerek, bir “oh” dedi ve koşarak geldi Ebru'nun boynuna sarıldı.
Kız sen gerçekten dostsun…
Dost dediğin işte böyle olacak. Bütün samimiyetimle senin bu samimi hareketini kabul ediyorum.
Çünkü biraz önce neredeyse yere çökecektim.
Bizim Zoran kendisine uyabilmem için üzerime neredeyse 50 kilo mücevher takmıştı.
İmparator Zoran da aynı şekilde,
“Ya bizim bu madalyalı elbiseler çok güzel ama o madalyalarda herhalde bir 50 kilo var, ben de yürüyemiyordum.
Mert gerçekten dostsun, teşekkür ederim” dedi ve O da giderek Mert’e sarıldı.
Kraliçe Eli bunun üzerine,
“Ooh oh oh misafirimizi çaldırmam, öyle o onun boynuna sarılacak, o gidip ona sarılacak e biz neyiz burada”
deyiverdi.
Buradaki olayların tamamı doğaçlama ve samimi bir ortam içerisinde cereyan ediyordu ki o daha bu lafını bitirmeden, imparatoriçe Avira ve Ebru ona doğru hızlı hızlı hareketlerle yürüyerek onu da ikisinin arasına alıp böyle sarıldılar.
Kraliçe Eli ne olduğunu anlayamamıştı fakat öyle bir tatlı samimiyi duygu yayılıyordu ki o da dayanamadı ve o da
onlara sarıldı.
Bir anda komik bir görüntü ortaya çıktı.
Üçü birbirinin omuzlarından sarılmış olarak, üçlü bir kapalı halay çeken bayanlar gibi oldukları yerde zıplayarak
dönmeye başladılar.
Orada bulunan Quilla’lılar şaşkınlık içerisinde ağızlarını açmış tekrar kapayamıyorlardı.
Xisia Bey zaten donup kalmıştı.
Mert onun ruhunu teslim etme durumuna girebileceğinden endişe ettiği için,
“Kâhya Bey işte gördünüz, sizi de kendimize benzettik” dedi ve bir kahkaha attı.
Sayın imparatorum Zoran ve eşi Avira dünyada birkaç saat kaldılar onları bu hale getirdik.
Sizin burada da biz bir gece kalırsak vay halinize, siz ne hale geleceksiniz artık düşünün” dedi ve bir kahkaha
daha patlattı.
İmparator Zoran Elindeki bardağa kaşıkla çın çın çın vurarak ortamın normale dönmesini sağladı.
Sonrasında,
“Mutluluğunuzu bölmek için vurmadım bardağa… Sadece buraya yalnız gelmedik ve o nedenle yanımızdaki gelen
misafirlerimizi de sizlere tanıtmamız gerekiyor…
Daha sonra onlar da size uyarlarsa…
Hep birlikte nasıl deniyor sizin orada…
Hep birlikte halay çeker…
Bir laf daha vardı neydi Mert Bey, halay çekmek gibi ama sizin böyle ülkenizin o Türkiye dediğiniz ülkenizin Kuzey
tarafında, halay çekmeye benzer bir yaylı çalgıyla yapılan müzik eşliğinde halay çekmeye benzer bir şey vardı,
neydi o?”
Mert bir kahkaha daha attıktan sonra,
“Horon tepmek sayın imparatorum, horon tepmek” dedi
İmparator Zoran,
“İşte aynen o…
İsterseniz biraz sonra horon da tepebilirsiniz, halay da çekebilirsiniz ama önce misafirlerimizi tanıtalım…
Belki onlar da size katılmak ister” dedi ve belki de tarihte ilk defa imparator Zoran kahkahaya benzer bir ses çıkarttı.
Çünkü Avira Hanım bir anda ona döndü ve belki de ilk defa duyduğu bu ses karşısında heyecanla
“Zoran sen kahkaha mı attın” deyiverdi.
İmparator Zoran,
“Avira’cım lütfen karıştırma, ipler koptu zaten…
O nedenle şu an olanların tamamı istemsiz bir şekilde gerçekleşiyor.
Fakat tüm bu istemsizliklerden dolayı mutluyum, lütfen bu samimiyeti bozmayalım” dedi.
Bir yandan da Asım, Mert ile göz göze gelmeye çalışıyordu.
Küçük küçük el işaretleri yaparak kendisine bakmasını istiyordu.
Mert zaten Asım’ın ona ne sormak istediğinin farkındaydı ve
“Ver gitsin Asım, madem ipler kopmuş inceldiği yerden kopmaya devam etsin, ver gitsin” dedi.
Asım, bu görüntüleri dünyaya naklen yayınlamaya devam edeyim mi?
Çünkü garip şeyler oluyor manasında soracaktı ki aldığı cevap üzerine,
“Baş üstüne Mert Bey, Asaf Hocam epeyce keyiflenecek” dedi ve kayboldu.
Asaf Hoca sözünü duyan Ebru Safinaz’a dönerek,
“Aaa Safinaz’cım biz Leyla’yı unuttuk.
Bak Avira Hanım burada…
Avira Hanım'ın burada yemekte olduğunu ve onu çağırmadığınızı duyarsa…
Leyla var ya bizimle bir daha ömür boyu konuşmaz.
Hemen iki dakika içerisinde onu giydiriyorsun ve alıp buraya geliyorsun.
Annesi Zehra Hanım da müsaitse ve isterse onu da getirebilirsin.
Fakat önceliğimiz Leyla'nın buraya gelmesi…
Lütfen Leyla’yı ve arzu ederse annesini giydir, iki dakika içinde kap gel buraya” dedi.
Ebru 2 dakika demişti ama 20 saniye geçmeden Safinaz Leyla ve annesini çok şık bir şekilde giydirmiş olarak oraya getirmişti.
Leyla Avira Hanım’ı gördü ve hiç kimseye selam vermeden koşup onun boynuna sarılarak ağlamaya başladı.
“Avira abla, Avira abla, Avira abla, Avira abla, kaç kere seni rüyamda gördüm biliyor musun Avira abla, hiç aramadın, hiç sormadın, hiç haber göndermedin” diyerek gözyaşı döküyordu.
Avira Hanım ne yapacağını şaşırmıştı.
Leyla’dan düşen gözyaşlarına baktı ve o da ona sanki eşlik etmek mecburiyetindeymiş gibi ses tonu böyle buğulandı,
çatallandı, gözlerinden birkaç damla yaş damladı, ağzından daha bir cümle çıkmamıştı ki imparator Zoran,
“Eee kimimiz gülüyor, kimimiz ağlıyor, hakikaten biz bittik Avira” dedi.
Kraliçe Eli artık bilerek mi, gayri ihtiyari mi, ne şekilde olduğunu anlayamayacağımız bir şekilde,
“Ohhooo siz zaten uzayı fethetmişsiniz biz de size Uzay’ı tanıtmaya çalışıyoruz.
Baksanıza herkes birbirini tanıyor.
Bir ben yabancıymışım, bu vesileyle ben de aranıza katıldım.
Yoksa ne beni arardınız ne sorardınız ne de benimle tanışırdınız.
Biz de uzaktan tribünlerden sizi izlerdik.
Ebru onun yanındaydı ve tekrar ona dost bir şekilde sarılarak,
“Eli ablacığım sen çok hoş bir insansın ve gerçekten seni çok sevdim…
Avira abla benim için neyse sen de bundan sonra olsun” dedi ve tekrar ona bir sarıldı.
Daha önce yaşanmamış şeyler yaşanıyordu.
Kraliçe Eli’nin de gözünden hafif hafif bir iki damla yaş süzüldü.
Xisia Kâhya kraliçeye bir şey oldu zannederek tam müdahale edecekti ki kraliçe Eli,
“Xisia Bey sakin olun, Zoran Bey'in dediği gibi sadece ipler koptu bu akşam…
Rahatsızlık ya da rahatsız olunacak bir durum söz konusu değil, siz de rahat olabilirsiniz” diyerek onu
rahatlattı.
İmparator Zoran,
“Hımmm” diyerek, konuşmasını paramparça ettiklerini ifade edercesine kaşlarını çatmış bir vaziyette onlara
bakıyordu.
Ebru,
“Zoran abi özür dilerim, lütfen lütfen devam eder misiniz, sakin bir şekilde sizi dinliyoruz “dedi
İmparator Zoran Hafif yana çekilerek,
“Beraberinde gelen misafirlerim Bazira galaksisinin imparatoru Orun Bey ve Hanımı Zeyda Hanım ile kızları Gubi”
diyerek yanlarında gelen misafirleri tanıttı.
Zeyda Hanım onlara göre biraz daha olgun ve hani dünya yaşıyla onlardan 5-10 yaş daha büyük gösteriyordu.
Sanki böyle ebruların kuşağı değilmiş de onlardan bir önceki kuşağın sonuymuş gibi bir görüntüsü vardı.
Ebru içinden,
“Biz buna sarılıp horon tepemeyiz…
Olsun bir tane de ablamız olsun” diye geçirdi.
Eşi Orun Bey de aynı şekilde imparator Zoran’a kıyasla 5-10 yaş daha büyük gösteriyordu ama böyle yanakları dolgun dolgun, tonton bir yapısı vardı.
Kızları Gubi, Leyla'nın akranı ve ona çok benzeyen bir yapısı vardı.
Mert,
“Sayın Orun Bey ve sayın Zeyda Hanım ve de sevgili Gubi, ortamın sıcaklığını ve samimiyetini gördünüz.
Aynı samimi duygularla sizlere de hoş geldiniz diyorum” dedi.
Dedi ama bunu der demez, Zeyda Hanım sanki böyle yarım adım kadar geriye çekilerek, hani onun üzerine de atlayıp birlikte horon tepeceklermiş korkusuyla, kendini böyle bir korumaya aldı.
Kimse fark etmese de Avira Hanım bunu fark etmiş olacak ki,
“Kız gel yanımıza, öyle kasım kasım kasılıp da geri adımlar atma, kimse senin üzerine atlamaz burada korkma” dedi
Fakat Zeyda Hanım hâlâ tereddüt ediyordu.
Bunun üzerine,
“Bak geldin geldin, gelmedin hep birlikte biz senin oraya geliyoruz der demez, Zeyda Hanım böyle yarım adımlarla
da olsa hızlı hızlı bir şekilde onların yanına geldi ve
“Hoş geldiniz” diyerek o tehlikeyi atlattı.