MANA 3.Kitap 17.Kısım
MANA 3.Kitap 17.Kısım
Bizim bu sentezleyici, gıda sentezleyicisine ya da ne bileyim elbise sentezleyicisine ihtiyacımız yok.
İlginiz için Xisia Bey teşekkür ederiz.
Bizim Safinaz’ımız var.
O gereken neyse bize yapacaktır.
Konuşacaklarımız bundan ibaret.
İzniniz olursa biz soyunup döküleceğiz, üzerimizde değiştireceğiz.
Sizin de yapacağınız işler vardır sonuçta ve size de müsaade ediyoruz gidin işinizi halledin.
Zaten çok da bir vakit kalmadı şurada...
Bakın 43 dakika kalmış.
Her zamanki gibi çok konuşmuşuz demek ki...
Biz bu giyinme işimizi halledip yemek olacak yere geçmek üzere kapıdan çıktığımızda, siz bize mihmandarlığa devam edersiniz, şimdi izninizle” dedi.
Xisia Bey çıktıktan sonra Mert,
“Evet arkadaşlar şimdi topu Safinaz'a atıyorum.
Safinaz’ım bilmiyorum burada nasıl bir giyim tarzı gerekir.
Burası kraliyet sarayı gibi bir yer...
Bizi nasıl giydireceksin bilmiyorum ama Ebru Ecen olsun, ben, Zeynep abla, Sacit abi...
Bak Necmi abi, Hayrettin...
Sen bizi şöyle güzel bir giydir, güzel bir şekle şemaile sok, bu yemeğe hazırla...
Ondan sonra on bir gelir...
Ne diyeyim ya işte ne yapacaksan yap, yorulduk.
Hadi bismillah, hazırlığımızı yapalım ve yemeğe geçelim. dedi
Safinaz rüzgâr gibi esiyordu.
Ondan ona, ondan ona, ondan ona geçiyordu ve pek çok pericik çağırmıştı.
Kimi kuaförlük yapıyor, kimisi kreasyon ve dekorasyon noktaları ile ilgileniyor, kimi takılarla ilgileniyor, kimi makyajla ilgileniyor, bir sürü şeyle ilgilenen bir sürü pericik vardı.
Sonuçta Mert gözlerini kapatmış, sadece sakin sakin onların bu yapacaklarını bitirmelerini bekliyordu.
Herkeste farklı bir heyecan vardı, herkes güzelce işini tamamlamıştı ki Safinaz geldi ve
“Mert Bey siz de dahil olmak üzere işlem tamam” dedi
Mert gözlerini açarak ayağa kalktı ve kendisine aynada baktığında Uhh diyebildi. Safinaz onu Ebru'nun yanında
duracak şekilde muhteşem bir takım elbiseyle hazırlamıştı.
Bu takım elbise muazzam bir spor takım elbiseydi.
Kravat takım elbisenin aksesuarlarında bulunmuyordu fakat farklı taşlarla elbisenin farklı yerlerinde süslemeler
mevcuttu.
Bütün olarak bakıldığında muhteşem bir görüntü ortaya çıkıyordu.
Ebru'yu anlatmaya gerek yok...
Ebru Ecelerin Ecesi olacak şekilde süslenmiş, giydirilmiş ve aksesuarından mücevherine tasarlanmıştı.
Ebru bazı görüntülerin tüm uzaydaki perilere izletilmesini istemişti ve öyle yapılıyordu.
Zeynep Hanım ve Sacit Bey aynı şekilde Necmi Bey ve komiser Hayrettin en güzel, en yakışıyor şekilde hazırlıklarını tamamlamışlardı.
Mert,
“Safinaz’ım kendini de hazırla.
Senin de böyle ışıl ışıl yanımızda olmanı istiyoruz.
Herkesin göreceği şekilde bizimle birlikte o masaya oturmanı rica ediyorum deyince,”
Safinaz'dan iki damla gözyaşı süzüldü.
Perilerin ağlaması da deniz kızlarının ağlaması gibi gözyaşları yere düşerken inci olarak düşüyordu.
Safinaz’ın gözünde yere pıtır pıtır inciler dökülmeye başlamıştı.
“Mert Bey sizi çok seviyorum ve başka da bir şey demiyorum” dedi ve Ebru'nun yanına koşarak biraz daha yere İnci
döktükten sonra vakit artık gelmişti.
Akşam yemeği vakti gelmiş saat 7 olmuştu.
Hepsi yemek için hazırdı ve dışarı çıkmak üzere kapıyı açtılar.
Kapının dışında Xisia Bey onları bekliyordu.
Onun mihmandarlığı yani yol göstermesi eşliğinde yemek salonuna doğru yürüdüler.
Yemek salonuna vardıklarında İngilizlerin Kraliyet Sarayı’ndaki yemek salonuna benzeyen bir yemek salonu ile karşılaştılar.
Mert bu noktada gayri ihtiyari olarak, istemsizce sormak durumunda hissetti.
“Sayın Xisia Bey şimdi burası bizim dünyamızdaki İngiltere'deki İngiliz Kraliyet Sarayı’nın hemen hemen bir
kopyası…
Size sormak istediğim soru şu;
Siz hep böyle mi yaşıyorsunuz yoksa bizim için yapılmış bir düzenleme mi bu.
Eğer hep böyle yaşıyorsanız söyleyecek bir sözüm yok, saygı ile karşılarım ancak bizim için böyle bir düzen
hazırladıysanız kesinlikle yanlış.
Sebebini söylemek isterim ki;
İngilizler her ne kadar araştırmalarınızda ön plana çıkmış olsa da şu anda burada bulunan bizler en azından
Osmanlı torunlarıyız.
Bize tarih boyunca Türkler derler.
Yani İngilizlerin tarihi Türklerin tarihi ile kıyaslanamaz.
Elbette ki bir Osmanlı sarayı ve Osmanlı saray mutfağı ya da bir Osmanlı misafir ağırlama masası konsepti vesaire
gibi bir uğraş içerisine girmiş olmanızı istediğim için söylemiyorum.
Ben isterdim ki;
“Bizi ağırlamak için bizi taklit etmiş olmanız yerine, sizin kendi konseptinizi, güzelliklerinizi, özelliklerinizi
görmek isterdim.
Ve bunu nezaketen de söylemiyorum, bu konuda ısrarcıyım…
Öyle zannediyorum ki sizin tarafta herkes bu konsept üzerine hazırlık yapmış ve belki yiyecekleri, giysiden takacakları takıya kadar bu konsept üzerine hazırlanmış bir vaziyette olarak şu anda bizi bekliyordur.
O nedenle şu anda burada gerçekleşecek olan bu yemek etkinliği için geçerli olmamak kaydı ile bundan sonraki yemeklerimiz ve toplantılarımız için lütfen bu görüntüyü ortadan kaldırın.
Biz sizi siz olarak görmek ve size misafir gelmek istiyoruz.
Yoksa dünyamızdaki İngiltere sarayına değil.
Xisia Bey afallamıştı, ne söyleyeceğini bilemez bir şekilde ağzından birkaç harf çıktı fakat cümlesini, kelimesini tamamlayamadı.
Sadece,
“Emin olun çok üzgün bir durumdayım. Çünkü tüm bunları ben planladım…
Ben planladım ama rahat edeceğiniz bir ortam sağlamak adına bu planlamayı yaptım… Böyle olacağını ben ben ben bilemedim.”
Mert bunun üzerine;
“Xisia Bey sizi teselli etmeyeceğim ve önemli değil falan da demeyeceğim…
Çok önemli bizim için…
Şu anda yapacağınız düzenleme elbette ki işleri karıştıracaktır fakat sizden hassasiyetle istirham ediyorum ki;
Lütfen şu dakika itibariyle bizi Quilla galaksisi ve Quilla galaksisinin sevilen Kraliçesi Eli ve de onun Galaksi
İmparatorluğu'nun halkı olarak karşılayın.
Bu konseptte neyseniz onu görmek istiyoruz.
Aksi takdirde bundan sonraki toplantıları başka bir yerde yapacağım.
Çünkü bu durum beni fazlasıyla rahatsız etti.”
Bu konuşmalar yapılırken yürümeye devam ediyorlardı ve yemek salonuna gelmişlerdi.
“Efendim sizi bir dakika burada bekletip yerlerinizi hazırlayayım ve daha sonra davet edeceğim…
Müsaadenizle bana bir dakika izin verir misiniz” dedi ve Xisia Bey kraliçe Elinin yanına gitti.
Kraliçe Eli çok tatlı bir bayan görünümünde olmasına rağmen gözleri çakmak çakmak olmuş ve kaşları çatılmıştı.
Xisia Bey durumu anlatmış ve kraliçe onu paylıyordu.
Bu durum üzerine Kraliçe Eli onlara doğru yöneldi.
Endamlı adımlarla yürüyerek yanlarına geldi.
Mert Bey tüm galaksimiz adına sizden hassasiyetle özür diliyorum.
Şunu bilmenizi istiyorum ki ben sizin galaksinize sizin dünyanıza geldiğimde, beni Quilla galaksisinin şartlarını
taklit ederek karşılamış olsaydınız ve bunu yaparken de gerçek Quilla’yı değil de böyle Quilla’yı temsil etmeyen
bir bölgenin konsepti ile karşılamış olsaydınız, sizin hassasiyetinizin emin olun aynısını, hatta daha da
fazlasını ben de gösterirdim.
Bu cümlemden sonra gerçekten samimiyetle özür dilediğimi anlamanızı umuyorum…
Bu sizin deyiminizle ve benim de aynı fikirde olmamla gerçekten kabul edilemez bir durum ve bunu geçiştirmek de yanlış olur, şöyle çözeceğiz…
Şimdi sizleri terasa alıp bir ön aperatif sunacağım…
Lütfen bize 20 dakika fazladan süre verin.
Sizler o aperatifleri yiyip iştah açıcı şerbetlerinizi içerken, buranın gerçekten bizi yansıtır bir hale gelmesi
için çalışmaların tamamlanacağını size söz veriyorum.”
Mert,
“Hay hay efendim ve hoş bir durum oluştu.
Özür dilemenize de gerek yok.
Ben sizi görmek istediğimi belirttim yoksa dünyadaki İngiltere Kraliyet Sarayı’nı görmek benim için hiç önemli
değil.
Siz 20 dakika dediniz ama ben size daha uzun bir süre vereyim.
Bu sürede dışarıda bize ikram edeceğiniz yemek öncesi iştah açıcı aperatifleri memnuniyetle kabul ediyoruz.
Sonrasında sizi ve sizin galaksinizin mutfağını görmek istiyorum.
Şunu söyleyeyim, yine bunu yaparken de Mert Bey ne yemeği seviyor diye ona göre bir çalışma yapmayın.
Zaten benim yiyemeyeceğim bir şey olursa ben size samimi bir şekilde, ben bunu takdir ediyorum fakat yiyemem, onun
yerine şöyle bir yiyecekle bana ikramda bulunabilir misiniz diye söylerim…
Lütfen ben sizi görmek istiyorum, sizin mutfağınızı görmek istiyorum, sizin ihtişamınızı görmek istiyorum…
Buyurun terasa geçelim ve sohbetimize orada başlayalım” dedi ve hep birlikte terasa geçtiler.
Garsonlar yanlarına gelerek bir takım iştah açıcı ön aperatif yiyecekler sundular.
Bunlar ayaküstü yenecek türden, böyle kürdana takılmış küçük kanepeler gibi yiyeceklerdi.
Onun yanında ne içmek istediklerini sordular.
Mert,
“Şöyle hafif bir Osmanlı şerbeti gerçekten iştahımızı açar, şahsen ben ondan istiyorum, diğer arkadaşlar ne
istiyorsa kendilerine sorun” dedi.
Diğer herkes de ne içmek istiyorsa onu rica etmişti ve ufak aperatiflerle birlikte içeceklerini içiyor, biraz
önceki tatsızlık tamamen unutulmuş olarak hoş bir şekilde sohbet ediyorlardı ki;
Telaşlı bir şekilde Kâhya Bey kraliçe Elinin yanına geldi.
“Efendim davetsiz fakat başımızın üstünde yerleri var buyursunlar diyeceğiniz birtakım misafirlerimiz geldi…
İzin verirseniz onları da buraya alayım mı?” diye sordu.
Kraliçe Eli,
“Kim olduklarını sormuyorum, bize de sürpriz olsun, buyurun misafirleri davet edin, her kim olurlarsa olsunlar
buyursunlar diyeceğiniz misafirler diye tanıttığına göre kesinlikle dostlarımızdır.
Onları burada yemekte yanımızda görmekten elbette ki memnuniyet duyarız.”
Xisia Bey Mert’e doğru böyle utangaç tavırlarla bir bakış attı.
Mert bunun üzerine bir kahkaha koyuverdi ve
“Neden güldüğümü söyleyeyim fakat yanlış anlaşılabilir olsa da söyleyeceğim…
Çünkü bizim oralarda böyle bir deyim var, bu kötü niyetle değil iyi niyetle söylenen bir deyim…
İlk başta yadırgansa bile gerçekten samimiyet ifadesi olan hoş bir deyim.
Misafir misafiri sevmezmiş, ev sahibi hiçbirini sevmezmiş derler bizim oralarda.
İçimden geldi söyledim.
Lütfen kimse alınmasın.
Elbette ki bizi misafir olarak sevgiyle kucakladığınızı biliyorum, gelenler de sizin dostunuz olduğu için o
misafirleri de aynı şekilde biz de canı gönülden kucaklıyoruz.
Kâhya Bey lütfen davet edin onları ve tanışalım.”