MANA 3.Kitap 14.Kısım
MANA 3.Kitap 14.Kısım
Safinaz,
“Ecem anlatması çok zor…
Arzu ederseniz Asım’ın canlı yayını dev ekrana vereyim.
Sizin dışarıyı gördüğünüzden farklı birtakım olaylar var.
Uzak çekimlerden onları da görmenizi tavsiye ederim” dedi ve canlı yayın görüntüsünü orada bulunan dev ekrana
verdi.
Görüntüyü büyük ekrana vermesi ile birlikte Ebru’dan bir çığlık yükseldi.
“Safinaz bu muhteşem bir şey, nasıl yaptınız bunu?” diyordu Ebru.
Safinaz,
“Ecem siz emredersiniz de biz yapmaz mıyız?
Buyurun seyredin keyfine varın” diye cevap verdi.
Görünen görüntü muhteşemdi.
Periler bark gemisini sanki faytonun arka tarafındaki oturma yeri şeklinde tutarak, altına dev tekerlekler
yapmışlardı.
Ön tarafa da periler kanatlarını çırparak hareketler yapıyorlar ve böylece önde ışık cümbüşü ile dört atın çektiği
bir fayton görüntüsü ortaya çıkıyordu.
4 tane muhteşem at görünümü verecek şekilde ve bu görüntü anlatılması imkânsız ışık oyunlarıyla süslü olduğundan,
seyredenler tarafından çığlıklarla karşılanıyordu.
Ebru bu coşku ile Safinaz a seslenerek,
“Safinaz görsel efektlerin muhteşem fakat bunları zenginleştir…
Arka tarafta uçan büyük dev kuşlar, ejderhalar, artık ne yapabilirsen süsle ve karşı taraftan bizi seyredenler böyle bir kalp çarpıntısına heyecana kapılsınlar” dedi.
Safinaz tebessüm ederek,
“Baş üstüne Ecem” dedi ve bir süre sonra dev ekranda muhteşem görüntüler ortaya çıkmaya başladı.
Su ejderhalarından Ateş ejderhalarına, rüzgarlardan fırtınalara, gökyüzü uzayda yüzen balıklardan yaa anlatmak imkânsız uçuşan perilere, öyle büyük bir tablo, görsel efektlerle süslü bir tablo oluşmuştu ki bunu anlatmak mümkün değildi.
Mert,
“Muhteşemsiniz, sizi canı gönülden tebrik ediyorum... Asım bu canlı yayınları dünyaya da gönder, dünyadaki dev
ekranlardan insanlar bu görüntüleri seyretsinler...
Tabii en başından gönder, biraz gecikmeli de olsa canlı gibi izlesinler şu anki olayları” dedi.
Bu görsel ziyafetin içerisinde ilerliyorlardı ki Mert Safinaz'a,
“Safinaz benim bildiğim kadarıyla uzayda ses iletimi yok ama bunu bir şekilde çözebilirsiniz...
Şöyle bu ana uygun güzel bir Çin müziği ile fonu destekler, bu müziği diğer gemilerin duyacağı şekilde onlara
iletirsen, ses efektleri ve görüntü birleştiğinde daha muhteşem bir şey ortaya çıkacaktır” dedi.
Bu ejderha görüntüleri ile birlikte,
Sword Snow Stride ilk parçasını çalın
Prof. Fritz Neumark,
“Tarihten Türkleri çıkarırsan ortada tarih diye bir şey kalmaz” demiş.
Sonrasında;
Arslanbek Sultanbekov'dan,
“DOMBIRA” müziği eşliğinde ve vahşi atlar koşarken
giriş yapalım.
Bu müzik çalarken vahşi Atları koşturuyorsun.
Safinaz, Baş üstüne Mert Bey diyerek mecazen aldı sazı eline…
Ortaya öyle bir şey çıktı ki anlatmaya kelimeler yetmez.
Öncesinde doğadaki vahşi atların, yüzlerce binlerce atın koşuşturmalarını seyrettiler.
Fakat atlar öyle bir muhteşem varlıklar olarak ortaya koyulmuştu ki her bir at sanki onlarca gemi büyüklüğündeydi.
Uzayda binlerce attan oluşan büyük bir sürü en önde doru bir atın liderliğinde koşturuyorlardı.
Dombıra müziği ritmine uygun olarak oluşan bu görüntüler sesli olarak Galaksi sakinlerine dinletiliyordu.
Atların geçit töreni gibi önlerinden geçmesi sonrasında atlar Ufuk çizgisine doğru ilerleyip kayboldular.
Mert Safinaz’a,
“Safinaz ucunu bağla çok uzatmayalım” dedi.
Safinaz,
“Efendim son bir şey kaldı sonrasında zaten bağlıyorum müsaadenizle onu da hazırladık gerçekleştirelim” diyerek
Sonrasında muhteşem bir bitki ve çiçek seremonisi başladı. Bununla birlikte,
“ Aşkın Yolculuğu Ney Dinletisi” çalıyordu.
O kadar güzel senaryo yazılmıştı ki öncelikle bir damla su damlası fakat su damlası dediğimiz damla onlarca yüzlerce gemi büyüklüğünde dağ gibi bir su damlası uzaya düştü...
Bu su damlasının düşmesi ile birlikte etrafında su haleleri sonrasında orta kısımda küçük bir filiz baş gösterdi.
Bu Filiz büyüdü ve uzayda muhteşem bir büyüklüğe sahip ulu bir Çınar ağacına dönüştü.
Çınar ağacının bir tarafında Mert diğer tarafında Ebru olacak şekilde ağacın önünde el ele tutuşmuşlar ve hafif eğilerek galaksileri selamlıyorlardı.
Arka planda ağacın arkasında muhteşem bir Mevlâna figürü vardı ve o ünlü Beytini kendi sesinden okuyordu.
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kâfir ister Mecusi ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Come, come, whoever you are, come again,
Come again, whether you are an infidel, a magi, or an idol worshiper.
Our lodge is not a lodge of despair.
Even if you broke your repentance a hundred times, come again...
Bu son görüntülerle birlikte karşılamaya gelen galaksi sakinleri dahi heyecanlanmış ve coşkuyla bağrışıyorlardı.
Bu son sahne yavaş yavaş silinerek gözden kayboldu ve hemen peşine gemiler ufak ufak normal şekilleri ile kendilerini karşılayanlara doğru ilerlemeye başladılar.
Mert,
“hadi bakalım hazırlanın, Ebru şöyle kendini de bizi de bir giydir bakalım...
Biz buraya misafir olarak geldiğimize göre biz onlara gideceğiz ve onlar da bizi hoş geldin ile karşılayacaklar.
Şöyle ufak bir çekirdek grup ile gidelim daha sonra diğerleri elbette ki hatta diğerleri derken bütün Bark, içerisinde olan sayısını bilmediğim ne kadar insan ve peri varsa, onlar da elbette ki gelecekler ama öncelikle Ebru, Sen, Ben, Sacit abi ve Zeynep abla, e tabii kambersiz düğün olmaz Bir de Safinaz” gidelim.
Kısa sürede herkes hazırdı Mert Safinaz'a sordu,
“Nasıl gideceğiz Safinaz oraya, ışınlayacak mısın bizi” dedi.
Safinaz,
“Hayır efendim, o zaman işin hiçbir esprisi kalmaz...
Bunca şey yaptık, yaptığımız ambiyansa uygun olarak oraya gitmemiz gerekiyor.
Safinaz böyle hani metrolarda yürüyen yerler olur ya, üstüne çıkarsınız da sizi böyle akışına belli bir yere kadar götürür...
İşte onun çok daha farklı bir versiyonunu hazırlamıştı, yerde lastik bir taban yoktu elbette ki...
Yürüdükleri yer ışık saçan çiçeklerle bezenmiş, masallarda anlatılan hatta masallarda anlatılmamış kadar güzel büyülü Bir yoldu. Bu esnada Mert Hoş geldiğimizi belli edelim demiş ve “ Hoş Geldin ” çalıyordu.
O yolda kendileri yavaş yavaş yürürken yol belli bir hız ile aktığı için süratle fakat muhteşem bir görsellikle gidecekleri yere doğru ilerliyorlardı.
Ve nihayetinde varmaları gereken yere vardılar.
Quilla galaksisi sakinleri de çok yüksek bir teknolojiye sahiptiler.
Gemilerinin balkonunda, sanki böyle bir sarayın girişi gibi bir balkonda onları karşılamak üzere bekliyorlardı.
Sahip oldukları teknoloji ile uzayın o bölmesi görünmez bir şekilde kapatılmış ve solunabilir havaya sahipti.
Elbette ki onların yaşam ortamları, yer çekimleri, soludukları hava farklı olabilirdi fakat önceden araştırmış olmalılar ki gelen misafirlerin soluyacakları hava onlara özel olarak, böyle bir tatlı meltem, yaz esintisi şeklinde, dağ havası olarak teneffüs ettiriliyordu.
Bizimkiler bu nezaketten çok memnun olmuşlardı.
Ve tebessüm içerisinde,
“ merhaba ” dedi Mert.
Kraliçe Eli muhteşem bir yumuşak ses ile
“ hoş geldiniz dostlarım ” diyerek onların selamını kabul etti.
Ve birlikte kraliyet gemisinin içine doğru yürüdüler.
Her ne kadar Bark gemisi sözde anlatılamayacak kadar güzel bir dizayna sahip olsa da bu gemi çok farklı bir güzelliğe sahipti.
Her şeyden önce gemi muhteşem bir teknoloji ile donatılmış fakat bu teknolojiyi öyle güzel gizlenmişti ki geminin içi masallardaki gibi bir kraliyet sarayını andırıyordu.
Kraliçe Eli, yumuşak dost sesi ile
“Dostlarım lütfen kendinizi evinizde gibi hissedin...
Sizleri üzerinizi değiştirmeniz ve rahatlamanız için uygun bir ortama alacaklar.
İzninizle ben sizden kısa bir süre izin istiyorum.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra saat 7'de lütfen akşam yemeğinde buluşalım ve daha sonrasında da konuşalım” dedi ve
bir baş selamı ile herkesi selamlayarak kendi bölümüne geçti.
Bizimkileri gerçekten muhteşem döşenmiş, Orta çağ kraliyet saraylarını andıran eşyalarla donatılmış ancak aynı zamanda modern teknolojinin en son izlerini taşıyan muhteşem bir bölüme getirdiler.
Mert,
“Bizim Periciklerimiz var ve tüm bunları yapıyorken, burada perilerin yaptıklarını teknoloji ile yapıyorlar demek
ki” diye düşündü.
Her şey sanki bir film seti gibi idi ancak tek farkı buradaki her şey gerçekti.
Odalarında istedikleri yiyecek ve içeceği alabilecekleri madde sentezleyicileri vardı.
Çaysa çay, kahve ise kahve, her ne isterlerse bu makinalar istediklerini anında sentezleyebiliyorlardı.
Önceden kültür araştırması yapılmış olsa gerek ki Mert makinaya,
“Sivas kalesinde içtiğim o çaydan yapar mısın?” dediğinde, makine hiç tereddüt etmeden çayı sentezledi ve sundu.
Mert merak içinde hemen çaydan bir yudum aldı ve
“İnanamıyorum aynı tat, aynı lezzet” dedi
Safinaz kaşlarını çatmıştı.
“Mert Bey ne zaman bizden Sivas kalesindeki içtiğiniz o çaydan istediğiniz de size sunmadık” diye çıkıştı.
Mert,
“Hayır Safinaz bunu söylemek istemiyorum.
Elbette ki sizin bize ikramlarınız bununla kıyaslanmaz.
Sadece uzayın bilmem ne galaksisinde, bilmem ne köşesinde, Sivas kalesindeki o lezzetli çayı istiyorum ve maddeyi
sentezleyen makineler var.
Ben burada sadece teknolojiden bahsediyorum.
Safinaz düşünsene sen bize ikramda bulunuyorsun fakat bizim dünyamızdaki o milyarlarca insan ki son müdahalelerden sonra epeyce azalmasına rağmen aç olan insanlar var.
O insanlara bu madde sentezleyicilerden dönünce vermemiz gerekir mi diye düşünüyor ve sizinle istişare etmek üzere
sonraya bırakıyorum.
Bu makine mesela bir Afrika kasabasına koyulur ve oradaki insanlara limit tanınır.
Misal o kişi 1 ayda bu makinadan filanca kilo un, yağ, et, deterjan vs. isteyebilir.
Fakat şunu söylemem gerekir ki bu galaksiler arası teknoloji alışverişi olayları başka bir boyuta taşıyacak ve eminim ki bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Öyle zannediyorum ki dünyaya döndüğümüz zaman tüm dünyayı baştan sona yeniden yazmamız, her şeyi değiştirmemiz ve bu galaksiler arası alışverişe uygun hale getirmemiz gerekecek.
Ebru düşünceli düşünceli yere bakıyordu ve sonrasında,
“Mert yapılacak o kadar çok şey var ki biz bu arada düğünü yapabilecek miyiz acaba?” diye sordu
Bunun üzerine Zeynep Hanım'dan dehşet denecek derecede bir kahkaha yükseldi.