MANA 1.Kitap 5.Kısım

...

MANA 1.Kitap 5.Kısım

Yani özetle size verdiği sözü tutmuş görünüyor. Ayrıca müteahhidin de saygın bir kişiliği var.
Üstüne üstlük, burası benim dediğiniz dairenin tapusu da başkasına ait.
Bu uzun ve masraflı yola çıkmak isterseniz, elbette ki çıkalım.
Fakat sonuçtan pek ümitli olmadığımı, en baştan söyleyeyim” demişti.

Zeliha Hanım ağlıyordu ve haksızlığa uğramış mazlum durumuna düşmüş birisi olarak, Mert'in karşısında oturuyordu...

Mert üç gün önce Asaf Hoca'nın ettiği nasihatleri hatırladı.
Kader Zeliha Hanım’ı Mert’in ve Mert’i de Zeliha Hanım’ın karşısına çıkartmıştı.
Ayrıca ortada armut ağacı durumu da yoktu, Mert müsaitti.

Zeliha hanıma, “merak etme Zeliha teyze bir de ben bakayım.

Uygun yollarla yapılabilecek bir şey var gibi geliyor bana.
Duruma göre sonrasında oturur konuşuruz” dedi.

Ebru, ertesi sabah, Barış Manço Parkı’nda buluşacak olmalarına rağmen, sabahı bekleyemeyeceğini hissetti ve Mert’i arayarak,
“Yarım saat sonra stadın oraya geleyim, birileri ile iki çift laflamazsam çatlayacağım.
Tek seçeneğim sensin ve alternatifin de yok, bir bardak çay içip bunları konuşmazsam uyuyamam” dedi.

Mert için de evden kaçma bahanesi oluşmuştu ve fırsatı hemen değerlendirerek,
“Anne Ebru’ya vermem gereken bir şey var, O da bu taraftaymış, inip onu verip geleceğim, görüşürüz” dedi ve evden kaçtı.

Beyaz ya da sebebi ne olursa olsun yalan söylemeyi sevmiyordu.
Evet, Ebru’ya o an vermesi gereken bir şey vardı ve o şey de dostluğuydu.

Hava çok güzeldi, tam yürünecek havaydı ve Ebru yürümeye karar vererek yola koyuldu.

Zaten yürüyerek on beş yirmi dakikalık mesafeydi, arabaya gerek yoktu.

Büyükçekmece Köprüsü'nü geçtikten sonra, sol tarafa doğru ilerlemeye başladı.

Eski Büyükçekmece mezarlığın yanından, stada doğru çıkacaktı ki; mezarlıktan birtakım seslerin geldiğini duydu.

Dikkatlice dinlediğinde mezarlıktan gelen seslerin, kendisine seslenme sesleri olduğunu fark etti…

İsmiyle hitap ediyorlardı ve hep bir ağızdan, "Ebru Hanım" diye sesleniyorlardı.

Gayri ihtiyari mezarlığa doğru yöneldi. Yaklaştığında sesler hep bir ağızdan bir uğultuya dönüştü.

Ebru bunun üzerine,
“Bir dakika ne söylediğinizi anlamıyorum...
Lütfen bana yakın olandan başlayarak sırayla konuşur musunuz?” dedi.

Ve ona en yakın mezarın üstüne, içinde yatanın siluetine benzeyen gri kahverengi bir dumanla karışık ışık çıktı.

Ebru dikkatlice baktığında bunun bir insanın belden yukarısı şeklinde olduğunu gördü.

“Evet, buyrun sizi dinliyorum” dedi.

Mezar üstündeki siluet,
“İsmim Hasan Can” dedi ve devam etti.
“Ebru Hanım ben burada rahat yatamıyorum bir sıkıntım var.”

Ebru bunun üzerine;
“Hasan Bey öncelikle şunu söyleyeyim, ben ahiret işlerinden sorumlu devlet bakanı falan değilim ve bu duruma da karışmak istemiyorum” dedi.

“Hayır, Ebru Hanım zaten ahiret işlerini söylememize izin vermezler.

Ben tamamıyla dünya ile ilgili, yarım kalan ve herkesin iyiliği için olduğundan izin verilen bir işim için sizden yardım ricasında bulunuyorum.

Ben vefat ettiğimde kardeşim ortak olduğumuz şirketteki benim hisselerimi, Birtakım yalan düzenlemeler yaparak üzerine geçirmiş...

Eşim ve kızım çok mağdur.
Bu konuda yapabileceğiniz bir şey varsa, yardımınızı istemek üzere sizi rahatsız ettim” dedi.

Ebru düşündü ve “elbette ki bu konuda elimden gelen bir yardım varsa, size o yardımı yaparım.
Siz bana bilgileri verin” dedi ve not etti.

Diğer mezarlardan daha farklı farklı istekler vardı. Onlardan bazıları çok saçmaydı.

Hiç kimseyi kırıp incitmeme derdine düşmeksizin, doğrudan bu olmaz deyip diğerine geçiyordu.
Hiçbirisi de akıllı istekler değildi.

Sonlara doğru, Hacer Hanım isminde bir mezar sakini, kendisi vefat ettikten sonra eşinin çok yalnız kaldığını ve bunun kendisini çok üzdüğünü, ona bu konuda yapabileceği bir destek varsa, yardım etmesini rica etti.

Ebru bunu da mantıklı bularak bilgileri not etti.
Sonrasında oradan ayrılarak stada doğru ilerlemeye başladı.

Bir yandan da yeni keşfettiği bu olayı düşünüyordu.
Tamamıyla öte tarafa geçememiş olan mezar sakinleri vardı demek ki.

Daha önce de okumuştu, "Araf denilen bir bölge olsa gerek burası" diye düşündü.

Araf’ta, ruh ile bedenin helalleşmesi gerekiyormuş.

Ruhun bedeni tam olarak terk edip öbür tarafa intikal edemiyorsa, geride bıraktıkları ile ilgili birtakım sıkıntılar yaşamaya devam ediyorsa, ruh bu dünyadan kopamıyormuş ve Araf’ta kalıyormuş.

Gereksiz yere Araf’ta kalanları düşündü ve “Bu durumların çözümü bize düşmez, biz bunların durumlarından ziyade geride kalanların mağduriyetlerine yardımcı olabiliriz herhalde” diye düşündü.

Sonra bir an ürperdi ve
“Dünyada diriden çok ölü var, hepsi dert yanarsa ne yapacağım” diye düşündü.

Sadece yardım etmeyi istediklerimin, bu yardıma kısmeti varmış demek ki der geçerim.

Off ya!
Ölülerle uğraş, dirilerle uğraş...

En iyisi Asaf Hocanın dediği gibi, kendimizi asla belli edip dert yüklenmemek...

Gerçekten üstümüze vazife olan durumlar hariç, “elbette, elbette, elbette” düşünceleri ile yürürken stada yaklaştığını gördü.

Mert ile buluşmak üzere stada yaklaştığında Mert de stada doğru geliyordu ve Mert'e yaklaşmasına rağmen, Mert kendisini görmemişti.

Ebru onun bir sıkıntısı olduğunu hissetti.

“Mert, Mert, buradayım Mert” diye seslendi.

Fakat Mert hala onu görmemiş ve sesini de duymuyordu.

Yanına iyice yaklaştı ve tekrar “Mert” dedi.

Mert bu defa Ebru'nun sesini duydu ve sanki kendine geliyormuşçasına başını kaldırdı.

“Mert bir sorun mu var” dedi Ebru.

Mert,
"çok şükür bizim bir sorunumuz yok ama bir tanıdığımızın sıkıntısı var ve onu bizimle paylaştı.
Üzüldük tabii ve o üzüntüyü yaşıyorum” dedi.

Ebru kısa bir suskunluğun ardından,
“Tanıdığınız kişi sıkıntısını sizinle paylaşıp azaltmış, sen de şimdi o sıkıntıyı benimle paylaşırsan sendeki sıkıntı biraz daha azalır, anlat bakalım” dedi.

Mert olayı kısaca özetledi...

Ebru söylenenleri dinledikten sonra,
“Kanunen pek bir şey yapmak zor olabilir ama işin nitelikli dolandırıcılık olduğu ortada...
Bunu çözmek zor değil Mert, sıkma canını” dedi.

Mert Ebru’nun bu konuşmasıyla epeyce rahatlamıştı ve
“Senden ne haber, sende ne var ne yok” dedi.

Ebru gülümsedi ve
“Benim işler enteresan ve komik, seninkiler gibi sıkıntılı ve üzücü değil.

Yeni bir şey keşfettim biliyor musun?
Mezarlığın yanından geçerken mezarlık sakinleri benimle konuştular.

Gerçi on dört kişiyle konuştum, içlerinden iki tanesinin konuşması işe gelir türden, diğerlerininki hikâye...

Yalnız her mezarlık yanından geçişimizde böyle olacaksa işimiz var” dedi.

Mert bunun üzerine,
“Eee sen de kendine bir sekreter tut, her işlen sen ilgilenemezsin” dedi esprili bir şekilde.

Mert bu sekreter olayını şaka olarak söylemiş olsa da Ebru bunun üzerine,
“Olabilir” dedi.

Ve hatta şöyle yapmak lazım, bu tür normal olmayan durumlar için şimdi kendime bir sekreter ayarlayayım...

Önce onunla konuşsunlar, o bir süzgeçten geçirdikten sonra, gerekli, mantıklı olanları bana iletsin” dedi.

Ve yine gözlerini kapatıp açtı “tamam hallettik” dedi.

Mert,
“Ne yaptın, neyi hallettin?” diye sorunca;

“Sekreter işini işte...
Zaten patlamadan beri beni izleyen Safinaz adında bir peri varmış. Ben bu olaylara alışmadan, karşıma çıkıp rahatsız etmek istememiş.
"Her an sizin emrinizdeyim Ecem" dedi.
Adım Ebru dedim, o da bana "biliyorum Ebru Ecem" dedi.
Ecem ismini seviyor sanırım, kırılmasın diye üstelemedim. Artık “ Safinaz ” isminde görünmeyen bir yardımcım var...

Bu işlere o bakacak ve benimle uygun zamanlarda görüşecek...

Ve de ta taaam! Bundan hiç kimsenin de haberi olmayacak.
Hadi seni bir istisna yapalım onu sen de gör” dedi.

Ve bunun üzerine Mert, Ebru’nun yanında çok tatlı, şirin bir kız gördü.
Yumuşacık bir sesi vardı.
Sempatik ve çok şirin gözlükleri vardı.
Mert ile konuşarak;
“Ben Safinaz Mert Bey, bir ihtiyacınız olursa size de yardımcı olabilirim” dedi.

Safinaz Peri her an yanlarındaydı fakat hazmetme sürecinde olduklarından ses etmiyordu...

Mert, Safinaz’a teşekkür etti ve sonrasında Ebru ile göz göze geldiler.
Konuşmadan öylece birkaç saniye birbirlerinin gözlerine baktılar.

Sonrasında Ebru, sol omzunu ve sol kaşını hafifçe havaya kaldırarak, “Öyle işte” dercesine bir Eda yaptı.

Mert ‘de iki kaşını havaya kaldırarak gözlerini kapadı ve başını salladı.
Bu hareketlerden sonra ikisi de gülüştüler.

“Biz pek fazla mimik yapmayalım Mert, komik oluyor” dedi Ebru.

Mert de gülümsedi ve “evet doğru” dedi.

“Ebru sen niye buraya geldin?
Ben sizin oraya gelirdim” dedi Mert.

Ebru bunun üzerine,
“anlaşma anlaşmadır, ne olursa olsun stadın önünde buluşacağız, bir kere orada burada şurada olsun demeye başlarsak, bu iş bende karışır.
Birimiz ötekini aradığında bilsin ki stadın oraya gelirse bulur.”

“Doğru diyorsun ben zaten nezaketen söylemiştim doğrusu bu.
Evet, böyle olsun, aynen devam edelim bu şekle” dedi Mert.

“Şimdi sende bir sıkıntılı iş var.
Bende de iki sıkıntılı iş var...
Bu sıkıntıları toplayalım ne eder, üç sıkıntılı iş.
Hadi üçünü de birlikte halledelim.
Hem de böylece bunları yaparken konuşuruz” dedi Ebru.

“Hadi bakalım nereden başlıyoruz” dedi Mert.

“Bende şimdi hüzünlü eşini kaybetmiş bir amca var.
Onu teselli etmem gerekiyor...

Bundan başka, bir de ölen adamın mal varlığını üzerine geçirip çoluğunu çocuğunu sefil eden, hain bir kardeş var.
Bir de onun hakkından gelmemiz gerekecek...

Sende de şerefsiz bir müteahhit var.
Bir de onu tepeledik mi, ondan sonra sana güzel bir çay ısmarlarım” dedi Ebru.
Ve yine kıkırdama ile karışık o muzip gülüşünü yaptı.

Önce eşini kaybeden hüzünlü amcaya gittiler.

Ebru ona eşinden bir mektup getirdiğini söyledi.

Vefat etmeden önce bu mektubu mahalle kütüphanesinde yazdığını ve daha sonra orada unuttuğunu, arkasından yetişmeye çalışsak da yetişemediğimiz için bugüne kaldığını söyledi.

Kusura bakma amca ama mektubun üzerinde sadece” Güzelce ‘den Bahtiyar Bey” yazıyordu.
Seni bulmam da o nedenle biraz zaman aldı dedi.

Bahtiyar amca, açtığı mektubu gözyaşları içerisinde okuyordu...

Mert avuç içini göstererek, ne oluyor der gibi Ebru'ya bir bakış attı.

Ebru sağ elinin başparmağını kaldırdı, “O iş bende” der gibi ve avuç içini aşağı hareket ettirerek, rahat olmasını işaret etti.

Amca hakikaten mektubu okuduktan sonra derin bir nefes aldı.
“Mademki öyle istiyorsun ben de senin son isteğini kırmayacağım.
Senin son arzun buysa, ben de üzgün değil, bundan sonra neşeli olacağım.
İçin rahat olsun ve huzur içinde yat” dedi.

MANA 1.Kitap 6.Kısım için tıkla..

...

...