MANA 1.Kitap 48.Kısım

...

MANA 1.Kitap 48.Kısım

Söyleyen ve söyleten kendisi, karşı duran yine kendisi de peki buradan çıkarı ne?
İşte insanların bilinçaltına, İsrail korkusunu sokuyordu böylece...
Hakikaten de o zamanlar istediğine ulaştı.
İnsanlar İsrail'den korktu.
Ona karşı bir hareket yapmadan önce, pek çok kere düşünme ihtiyacı hissetmeye başladılar.

Şimdi bizim durumumuz da aşağı yukarı böyle bir durum.
Sahip olduğumuz potansiyeli ve gücü evet öğrendiler.
Fakat öyle zannediyorum ki, tahmin ettiklerinden çok çok daha güçlü olduğumuzu ve bizimle baş etmelerinin çok zor olacağını da gördüler.

Bunun açığa çıkması bizim için bir zaaf gibi görünse de biraz önce İsrail örneğinde verdiğim gibi, bu karanlık güçlerin bizim gücümüzden korkarak adım atmadan önce pek çok kere düşünmelerini sağlayacaktır.

Belki de bunları öğrenmeselerdi, abuk subuk saldırılar yaparak, bir şeyler elde etmeye çalışacaklardı.

Bu esnada da gereksiz yere pek çok canlar yanacak ve can kayıpları yaşanacaktı.
Şu an ben öyle zannediyorum ki, direkt bir saldırı yapmaktan korkmuşlardır, yapamayacaklardır ve yapmayacaklardır.

Sacit abi şimdi bunlar kaçak güreşecekler...
Mertçe karşımıza çıkacak cesaretleri olamayacağından, tabiri yerindeyse bel altına çalışacaklar.

Yapacakları her türlü seviyesizliklere karşı, hazırlıklı olmamız gerekiyor ve şimdi içerdekilerin de bunu bilmesi gerekiyor...

Yoksa Allah muhafaza, arkadaş sandıkları birisi bizim söylediğimizi söyleyerek, bunları kandırıp yapmamaları gereken bir şeyi yaptırabilecekleri gibi, gitmemeleri gereken bir yere de götürebilir.

Bunu neden söylüyorum?
Casus masus dedik, Armağan’ı bulduk.
Fakat ben Amerikalı General olsam...

Bir tek kişiye, bir tek casusun sözüne göre harekât planlamazdım.
Bu nedenle de ikinci bir gözlemci olmasına dikkat ederdim.
Bu ikinci casus hem birinci casusu gözetler ve hareketleri ile söylediklerinin doğruluğu ile ilgili rapor verebilirdi.
Hem de ikinci bir göz olarak olaylara farklı bir açıdan, farklı bir boyuttan kendi değerlendirmesine göre aktarabilirdi.

Hatta hatta imkânım olsa bir üçüncü ile bu ikinciyi de kontrol ettirdim.
Şimdi üçüncü bir kişinin olabileceği ihtimalini, küçük bir grup olmamız sebebiyle pek olası görmüyorum.
Fakat ikinci bir kişinin varlığı konusunda ihtimal hislerim var” dedi.

Bu söylediklerimin yanlış olduğu noktasında bir fikri olan varsa buyursun söylesin, beni düzeltsin...
Yoksa içeriye girelim ve bunu daha büyük bir kalabalıkla konuşarak, daha net hale getirelim” dedi.

Söyledikleri mantıklıydı ve bu söylediklerinin karşısına geçip, yanlış diyecek birisi orada yoktu.

İçeriye girecekleri sırada Mert durdu ve Zeynep Hanım’a dönerek,
“Zeynep abla çalışma ofisimizdeki, ilk tanıştığımız günkü toplantı anını hatırlıyor musun?
Hani o toplantıda size Birtakım ülkeler ve birtakım isimler vermiştik.
Bunların istihbarat olarak araştırılması gerektiğini söylemiştik.
Sizinkiler bu araştırmayı yaptılar ve elinizde size ulaşan konuyla ilgili bir rapor var mı” diye sordu.

Zeynep Hanım,
“O gün verilen isimler hakkında elimizde zaten dosyalar mevcuttu...
Bu konular o dosyalara ek yapılara yeniden tarandı. Armağanın o gün verdiği bilgilerin tamamı doğru idi.
Öyle zannediyorum ki, daha sonrasında yapacağı çalışmalar çok önemli olduğundan, o an en ufak bir açık vermemesi gerekiyordu ve bize verdiği bilgilerin tamamı gerçekten de doğru idi.

O günkü istihbarat noktasında herhangi bir yanlış yönlendirme, yanlış anlatım olmadığını söyleyebilirim” dedi.

Mert,
“maalesef yanılıyorsunuz Zeynep abla” dedi.

“Yanılgınız, size verilen ülkeler ve bu ülkelerde bu işlerle uğraşan sabık insanlarla ilgili değil.
Bu arada konuya açıklık getirmek açısından, araya girerek şunu eklemeliyim.
Bu hissetmelerim ve planlama yeteneğim eskiden yoktu.

Bu yetenekleri de laboratuvar patlaması sonrasında elde ettim sanırım.
O nedenle, bir şey hissediyorsam doğru olduğunu biliyorum.
Bir planda bir eksiklik görüyorsam da gerçekten bir eksiklik olduğunu biliyorum.
Uzatmayayım, size bir şey diyorsam beni ciddiye almanızı öneriyorum.
Şimdi devam edeyim nerede yanıldığınız konusuna.
Yanılgınız size verilen ülkeler ve bu ülkelerde bu işlerle uğraşan sabık insanlarla ilgili değil dedim.
Evet, o isimlerin doğru olması gerekiyor ve doğrudur da...

Ancak Armağan’ın bize bu isimlerle çalışan mutantlar konusunda verdiği bilgilerin, doğru olduğunu sanmıyorum.
Bu ismi ve yeteneği söylenen mutantlar, uzun süreden beri ellerinde gerçekten olsaydı, yer yerinden kırk defa oynardı bu zamana kadar.
Hatta bizim yaylaya gök taşı düşmeden önce de bunların var olduğu söylendi ki, asla doğru olamaz.
Dediğim gibi doğru olsaydı, bunları kırk defa kullanırlardı bu adi insanlar.

Fakat ellerinde ne tür bir çalışma var, bunu da bilemiyoruz tabii ki...
Muhtemelen birtakım sentetiklerle, kas ve zihin gücünü artırıcı çalışmalara sahiptirler en çok.
Ya da bunlar var olsa bile tam kontrole sahip değildirler şu an” dedi.

Şimdi ters mantığa dönüp ekliyorum ki, söylenenden daha vahim bir durum ve daha çok mutant da olabilir.

Kesin böyledir falan dediğime aldırmayın ben sadece o noktada yoğunlaşmanız açısından öyle konuşuyorum.
Yoksa gelen ağam giden paşam, çok da tın yani...

İçeriye girdiler...

Mert,
“Arkadaşlar hepimiz için can sıkıcı ve üzücü Birtakım durumlar mevcut.
Öncelikle hepimizin buraya gelişi anından başlayarak, bu ana kadar olan süreç içerisinde aramızda bir casus olduğunu öğrendik.
Biz daha önce, bu konu hakkında herhangi bir bilgi ya da elimizde bir delil olmadığı halde bu konuda temkinli hareket ediyorduk.

Aslında casusluk yapmasının bizim için çok da bir önemi yok.
Ha ne oldu, burada kaç kişi olduğu ve güçlerinin neler olduğunu yabancılar bilmiyordu, şimdi biliyor olabilirler, varsın bilsinler...
Hatta daha da iyi oldu.
Artık saldıracakları kişilerin, aslında yemediği için saldıramayacakları kişilerin, kimler olduğunu ve tırsmaları gereken güçlerini öğrendiler.
Öğrenmeden önce saldırı planlayacak ve saldırı yapacak durumları vardı, şimdi sekiz yüz kere düşünmek zorundalar.

Artık kurgulanmış senaryolar çerçevesinde taktiksel çalışmalara da sahip böyle bir topluluğa saldırmak, öyle her babayiğidin harcı değil.

Hatta edindikleri istihbarattan hiç hoşnut olduklarını da sanmıyorum.
Şu anda keşke bunları öğrenmeseydik de rahatça saldırabilseydik diyorlardır.

Sadece sizin bilmediğiniz, sizin bilmediğiniz derken söylememiş olma sebebimiz de size güvenmemek falan değil, sadece vakit olmadı detaylara girmeye...

Biz düşmanı baskın bir saldırıyla ele geçirmek, mağlup etmek istiyorduk.
Bunu yaparken de bu savaşın burada olmasını değil de insanların zarar görmeyeceği, ne bileyim askeri tatbikat alanları ya da böyle hiç kimsenin olmadığı Konya Ovası, Harran Ovası gibi bir yere taşımayı düşünüyorduk.

Sacit Bey savunma planlarını yaparken, farkında olmadan sizi buna hazırladı.
Biz Ebru ile bir yere gidecek ve bu insanların bize saldırmaları sağlayacaktık.

Periler sizi o an oraya taşıyacaklar ve burada çalıştığınız taktiksel planlar çerçevesindeki savunmayı, orada yapmanızı sağlayacaklardı...

Ve en başında konuştuğumuz, en iyi savunma saldırıdır ki zaten savunma yaparken bu savunmayı bertaraf etmek, savuşturmak için ne tür saldırılar yapacağınızı da çalıştınız...

Kısacası, biz orada onlar tarafından kapana kıstırılmışız gibi bir izlenim verirken, siz tepelerine binecektiniz ve canlarını okuyacaktınız.

Şimdi ne oldu bunu öğrendiler de?
Gafil avlayamayacağız onları...

Fakat nerede yakalarsak yakalayalım, tepelerine bineceğiz...

Emin olun bunu da öğrendikleri için şu an mutlu değil, aşırı derecede mutsuzdurlar.
Yani bu casusluktan dolayı bizim aslında hiçbir kaybımız yok.
Bu yaptığımız taktiksel planları, senaryoları herkese de açıklayabilirdik.
Televizyonlardan bile ilan edebilirdik.
Çalışmalarımızla ilgili naklen yayınlar bile yapabilirdik.
Yani gizleyecek, saklayacak aslında bir şeyimiz yok.

Bizim tek düşündüğümüz, masum insanlar böyle bir savaşın ortasında kalıp zarar görmesinler noktasıydı.
İnşallah yine bunu sağlayacağız.
Kimsenin zarar görmeyeceği bir şekilde onları tepeleyeceğiz.

Şimdi arkadaşlar asıl önemli noktaya gelelim.
Ben Amerikalı generalin yerinde olsam, Armağan’ı casus olarak buraya göndersem, bir tek Armağan’ın sözüne bakarak plan yapmazdım...

En az bir tane daha casus bulundururdum ki, hem armağanı gözetlesin, onun kendilerine karşı herhangi bir dönekliğine karşı da onu gözetlesin...
Hem de ikinci bir göz olarak farklı bir bakış açısıyla olayları bildirebilirdi.

Bu nedenle de şu an içimizde Armağan’ın haricinde onun bilmediği ikinci bir casusun olma ihtimali de hem var hem de yok.
Var olma ihtimali var mı var.
Var olma ihtimali neden olmayabilir?
Küçük bir topluluğuz ve bu ikinci casus olayını henüz gerçekleştirememiş olabilirler.
Fakat biz her ihtimale karşı varmış gibi düşünüp hareket etmeliyiz.

Bakın şurası önemli...
Ben bunu söylüyorum ama hiç kimsenin, hiç kimseden şüphelenmesine falan gerek yok.
Hatta Armağan'ın farklı bir durumu da olabilir ve casus falan da olmayabilir.

Varsa bile boş verin bu dakikadan sonra bir şey de yapamaz, uçuracağı haberin de bir önemi yok artık.

Dediğim gibi, şu dakikadan itibaren buradan naklen yayın bile yapabilirim.
Olanı biteni hiç kimsenin öğrenmesi ile ilgili herhangi bir endişem falan da yok...
Peki, öyleyse bunları size niye söylüyorum?
Beni endişelendirebilecek tek bir nokta var.
O noktada da gafil avlanmayın diye anlatıyorum size bunları...

Bakın arkadaşlar şimdi bu casus olayları duyulmasaydı, Armağan’ın casus olduğu ortaya çıkmasaydı, Allah muhafaza bu insanlar rapor almanın dışında başka bir şey yapabilirlerdi de burada...

Aslında ben bu olayın sadece sözde casusluk şekilde cereyan etmesinden dolayı son derece memnunum.
Ne yapabilirlerdi?
İçinizden bazılarını kandırabilirlerdi.
İçinizden bazılarını ben söylemişim gibi bir şeyler yapmaya yönlendirebilirlerdi.
İçinizden bazılarını ben söylemişim gibi başka bir yere götürebilirlerdi.

O zaman ne yapıyoruz?
Şu andan itibaren ben söylüyorum olsam dahi şöyle bir düşünüyoruz.
Artık ben size siz hariç yanımızda iki kişi daha olmadan hiçbir zaman önemli sayılabilecek hiçbir şey söylemeyecek ve istemeyeceğim.

Ben bu şekilde sizden yanımızda iki kişi daha varken bir şey istesem dâhi, yanımızda Ebru ya da Safinaz Peri’nin olup olmadığını kontrol edin.

Eğer yanımızda en az iki kişi artı Ebru ya da Safinaz yok ve ben birebir size çok önemli bir şey söylüyorsam...
Karşı tarafın kılıp değiştirebilen bir mutantı da olabilir benim kılığımda.
Benim kılığıma girerek size bir şey söylüyor olabilir.
Herkesi atlatırlar ama Perilerin kılığına giremezler unutmayın.

O nedenle yanımızda iki kişi daha olursa, benim kılığına girmiş olsa bile aynı anda onların da kılığına giremeyeceği için, o insanlar da verilen görevi ya da istenilen şeyi mantıkları ile ölçüp biçip tartacakları için, siz bir yanlışa düşmezsiniz.

MANA 1.Kitap 49.Kısım için tıkla..

...

...