MANA 1.Kitap 46.Kısım
MANA 1.Kitap 46.Kısım
Bir yandan kaçmaya çalışırken, bir yandan da onlara gidin, gidin, diyor.
Onlar da onun gösterdiği yöne doğru gidiyor.
Ondan belirli bir mesafe uzaklaşan bu karakterler yok oluyor.
Demek ki bu özelliği gözle gördüğü mesafede çalışıyor gibi.
Sıcağı sıcağına, serbest bırakılır bırakılmaz yine onun olduğu yerde aynı tür olayların gerçekleştiğini gören
polisler, onu tekrar nezarete almışlar.
Polisler ne yılanları ne de akrep vs. yaratıkları görmediklerinden bunun bildiğimiz küçük yılan, akrep gibi
şeylerle halkı korkuttuğunu düşündüklerinden olay basına falan yansımamış.
Yani uzatmalı bir nezaret durumu içerisinde olduğundan, gözlerden uzak vaziyetteymiş.
Etti iki...
Üçüncü kişiye gelince onun ismi Uğur...
Uğur asker kaçağıymış.
Patlama esnasında fıskiye üzerine dumanlı su atınca...
Giysileri de açık renk...
Kirlenmesinler diye hızlı bir şekilde fıskiyenin suyundan kaçarken, polisler kapkaççı zannedip durduruyor.
Daha sonra GBT’sine bakıyorlar.
Asker kaçağı olduğunu görünce de inzibata teslim etmişler.
Uğur şu anda Hasdal'da sevkini bekliyor ve oranın nezarethanesinde tutuluyor.
Onun yaptığı herhangi bir özel durumu göremediğimiz için, Sarp Peri bir ortam oluşturup onunla görüştü ve durumu
özetledikten sonra, yeteneğini birlikte araştırdılar.
Doğada topografik değişiklikler yapabiliyor.
Yani hiç olmayan bir yere nehir oluşturabiliyor.
Var olan bir nehrin yönünü değiştirebiliyor.
Bir tepeyi yok edip, başka bir yerde bir tepe ortaya çıkartabiliyor gibi...
Hepsi bundan ibaret Mert Bey...
Bu üçünün de yeri ve durumları bu.
Siz nasıl uygun görürseniz bize yapmamız gerekeni söyleyin” dedi.
Mert,
“şimdi yapmanız gereken tek bir şey var.
Bunu yaptıktan sonra hiçbir şey yapmayacaksınız.
Çünkü bu tür şeylerin yapıldığı duyulmuş ve hissedilmiş.
Bunları oradan paketleyip getirirseniz, bir anda ortadan kaybolmaları, daha çok konuşulmalara sebep olacak.
O nedenle siz bu üç insanla da uygun bir şekilde görüşün.
Onlara, rahat edecekleri dost bir ortama nakledileceklerini söyleyin.
Daha sonrasını Zeynep abla, doğal yollardan müdahale ederek, O insanları istihbarata aldırıyormuş gibi aldırsın.
Sonrasında da onları paketlemek kolay.”
Periler, “Anlaşıldı” diyerek gittiler.
Zeynep Hanım da aynı şekilde,
“Anladım üzerime düşeni yapmak üzere ben de müsaadenizi istiyorum” diyerek o da ayrıldı.
Birkaç telefon görüşmesi yaptı ve sonra yanlarına geldi.
Tamam, hallettik, o insanlar sizin iş yerinize getirecekler.
Getiren insanlarda da bir şüphe oluşturmamak için, onların o binadan içeriye giriş yapmaları gerekiyor.
Binadan içeriye girdikten sonra, Periler onları sizin ofisinize götürür.
Oradan da paketleyip buraya getirirler.
Bizimkilerin onları gidip alması, işte Aksaray'dan Büyükçekmece'ye getirmesi, nereden baksanız Yarım saat, 45
dakika...
Yani onlar yarım saat bir saat içerisinde burada olurlar” dedi.
Mert,
“Gayet güzel, demek ki yemeğe yetişecekler” diyerek memnuniyetini ifade etti.
Sonrasında toplantıya katılmayan anne, baba ve diğer misafirlerin yanına gittiler.
Terasta onların keyfi gayet yerindeydi.
Mert onlara da bir savunma tatbikatı yapacaklarını, bu savunma tatbikatı esnasında alışılmadık birtakım metotlar kullanılacağını akıllarında tutmalarını, yani kısacası bu Savunma tatbikatı esnasında korkmamalarını söyledi.
“Birazdan, aşağıda restoranda hep birlikte yemek yiyeceğiz.
Siz de bize katılırsanız memnun oluruz” dedi.
Yemek lafını duyan Hasan Bey, “sohbete daldık hiç farkında değiliz.
Yemek vakti de gelmiş değil mi” dedi.
Her an yemek hazır olunca da yemek vaktinin pek tadı olmuyor aslında.
Biz yine eski usul sabah, öğlen, akşam, vakitlerimize riayet edelim.
Yoksa bu vücut bu kadar güzel yemeği ve bu tempoyu kaldırmaz” diyerek güldü.
Sanem Hanım,
“Ay evet, hiçbir şey yemiyorum ama havamı güzel, su mu güzel, sohbetler mi güzel, kilo aldığımı hissediyorum”
dedi.
Güzide Hanım ayağındaki rahatsızlığın düzelmiş olmasından dolayı çok keyifliydi ve ayağındaki gut hastalığından
dolayı yiyemediği yemeklere, o günlerin acısını çıkartırcasına saldırıyordu.
Beyza Hanım da yanlarındaydı.
Mert Beyza hanıma,
“Herhangi bir ihtiyacınız, eksiğiniz, sıkıntınız var mı Beyza Hanım” diye sordu.
Beyza Hanım bunun üzerine,
“Cennette hiç sıkıntı olur mu Mert Bey...
Bir elim yağda bir elim balda...
Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda...
Burada da sıkıntıdan bahsedersek, Allah hesabını sorar bize.
Her şey için size sonsuz teşekkürler, bizleri içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumdan kurtarıp, tekrar bir araya
getirdiniz.
Ben eşimin o günkü yangın başlangıcına verdiği sebep ve ondaki değişikliklerden duyduğum endişeyle, bir dahaki
görüşmemiz ancak cennette olur demiştim.
Allah beni yalancı çıkartmadı.
Hakikaten de cennet gibi bir yerde tekrar görüştük” dedi.
Mert Beyza hanıma,
“Çocuklara hiç gidip baktınız mı, keyifleri yerinde mi, onların bir ihtiyacı var mı” diye sordu.
Beyza Hanım, küçük Betül'ün yanına gittiğini ve ona buna benzer bir soru sorduğunu, cevap olarak da
“Anne şu an çok önemli bir şey yapıyoruz.
Öğretmenimiz kızar, lütfen bizi rahatsız etme” dediğini söyledi ve güldü.
Onlar keyiften dört köşe haldeler...
Hiçbirimizin hiçbir sorunu yok çok şükür” dedi.
Mert bunun üzerine,
“Peki o halde elimizi yıkayalım ve yavaş yavaş restorana inelim” diyerek elini yıkamak üzere lavabo bölümüne
geçti.
Dışarıya çıktığında Safinaz kendisini bekliyordu.
“Beklediğiniz yeni misafirler, zemin kattaki salonda Mert Bey” dedi.
Mert aşağıya indiğinde sinema salonundan çıkanların, yeni gelenlerin başına toplandığını gördü.
Yeni gelenlere “hoş geldiniz” diyerek kendisini tanıttı.
Herkes herkesle, yemekte ve yemek sonrasında tanışıp kaynaşır.
Buranın ismi Bahçe.
Buranın işleyişi ve imkânlarından ne şekilde ve kolaylıkla faydalanacağınızı, size Peri arkadaşlar anlatacaklar.
Bunu dedi ama karşısındakiler anlamamış bir ifade ile bakıyordu...
“O zaman sadece şu cümlemi” dedi ve salonda bir uğultu yükseldi...
Mert,
“Tamam, tamam, yani cümlemi dediysem öyle üç, beş, on beş dakikalık bir şey değil...
Sadece gerçekten bir cümle.
Sakin olun panik yok” dedi gülerek.
Bakın bu bahçe dediğimiz yerin, Perili Köşk gibi bir yer olduğunu bilin.
Burada size yardımcı olanlar hep Periler.
Nasıl ki kendinizde normalden hariç, birtakım doğaüstü yetenekler gördüyseniz ve kabul ettiyseniz, bunları da
zamanla kabul edeceksiniz.
Sadece sizi değil, bakın sizin haricinizde de burada sizin gibi yetenekleri olan 16 arkadaşınız daha var.
Ayrıca Ebru Hanım ve ben varım.
Peri arkadaşlar size özetlemişlerdir.
O nedenle detaya girmeyeceğim.
O patlamada bulunan olarak bahsi geçen iki Doktor, Ebru ve benim...
Patlamanın etkisini yaşayan ve o patlama anında orada olan, ilk ve direkt etkilenen kişiler olduğumuz için, Ebru
ve beni o patlamada etkilenen 20 kişiden hariç tutuyorum.
O nedenle on altı artı iki dedim.
Ebru ve ben hariç yirmi kişi etkilenmişti...
On altı burada ve üç de siz geldiniz.
Eder on dokuz...
Küçük Hatice için gittiğimizde piyangodan Sefer Dedemiz de eklendi ve ne etti toplamda hazır 20 kişi.
Bir arkadaşımız da samimiyetsiz bir duruş sergiliyordu, isyanlardaydı.
Onu kendimizden uzunca bir süre uzaklaştırdık.
Yani şu anda patlamadan etkilenenlerden oluşan tüm kadro tamamlanmış durumda.
Evet, cümlem bu kadar...
Burada rahat edeceğinizi umuyoruz.
Her türlü yardımı, tamamen karşılıksız ve en kalbi duygularımızla size sunuyoruz.
Sizlerden de aynı kalbi yakınlığı ve samimiyeti bekliyoruz.
Haydi, hep beraber restoran tarafına geçelim ve Periler sizler için çok güzel yemekler hazırladı, onlardan
afiyetle yiyelim.
Çünkü sonrasında yapacak çok çok işimiz var” dedi.
Restoranda Periler abartısız, doğal fakat doğaüstü bir şekilde hizmet ediyorlardı.
Herkese gerçekte en sevdikleri şeylerden oluşan menüler hazırlamışlar ve onların şu an sevdiği ve yemek isteyeceği
şeylerden oluşmuş yemekleri ikram ediyorlardı.
Önlerine sevdikleri yemekler gelen insanlardaki mutluluk görülmeye değerdi.
Herkes keyifle, gülüşerek, konuşarak, samimi bir ortamda yemeklerini yedi.
İkramların sonrasında salona geçildi.
Mert,
“Anladığım kadarıyla, sinema salonunda başladığımız toplantı herkes buraya oturduğuna göre burada devam edecek,”
dedi.
Sacit Bey,
“Evet biz ana çizgimizi oluşturduk.
Masamızı oluşturduk.
Yan masaları oluşturduk.
Öğleden sonramızı, sizin bize verdiğiniz dosyalardaki insanlara ve mutantlara göre, senaryolar hazırlayarak
geçireceğiz” dedi.
Mert,
“Sacit abi şimdi bir cümle söyleyeceğim desem buradakiler bana yine kızacaklar...
O nedenle şöyle kenara geçersek, ben sana söyleyeyim, özel olarak hassasiyet duyduğum bir iki noktayı...
Onu da planları hazırlarken göz önünde bulundurursun” dedi.
Sacit abiyi alarak avluya çıkıyordu ki geri dönerek,
“Zeynep abla, Ebru Sizler de gelin lütfen” dedi.
Hep birlikte avluya çıktılar.
Mert Sacit Bey’e,
“Şu ana kadar olan çalışmalarınızı bozmaması için size bir şey söylemedim...
Bu söylemediğim şeyi Ebru ve Zeynep abla konuştuk.
Fakat sizinle konuşmadık.
Şimdi burada biz sadece konuşuyoruz ancak, size uygulama noktasında çok önemli bir rol düşecek.
Bakın Sacit abi, şimdi sizler savunma planı için ön hazırlık yaptınız ya...
İşte öğleden sonra da bu savunma planlarına göre senaryoları oluşturacaksınız ya...
Bu planları oluştururken aslında şu an söyleyeceğimin zeminini hazırlayacak şekilde bir plan yapmanızı istiyorum.
Biz sizlerden savunma planı yapmanızı istedik.
Fakat aslında savunma yapmayacağız.
Bizzat saldırıyı biz yapacağız...
Yani tutup da gidip Amerika'ya saldırmayacağız.
Biz bir senaryo gereği, Ebru ile birlikte bir olayın peşine düşüp, bu insanlara kendimizi belli edecek şekilde
ortaya çıkıp, bize ani bir saldırı planı ile saldırmalarını sağlayacağız.
Bu saldırıya ayrı ayrı mı gelirler, yoksa hepsi birden mi saldırırlar...
Bilemiyorum işte...
Senaryolar farklı farklı durumlara göre oluşturulmalı.
Siz şimdi öyle bir senaryo oluşturacaksınız ki, sanki savunma yapıyor muşsunuz gibi bunlar ayrı ayrı gelirlerse ne
olur, çok zayıf ihtimal ama birlikte gelirlerse ne olur, gelenlerin güçleri bu olduğuna göre bunlara nasıl karşı
dururuz...
Anladınız mı beni?
İşte bu çizgide Birtakım savunma planları oluştururken, aslında biz önden gideceğiz ve daha sonra size periler
gelerek, bizim saldırıya uğradığımızı, bu saldırının beklendiği gibi bahçede değil de dışarıda filanca yerde
gerçekleştiğini, aynı savunma mekanizmasını oraya taşıyarak oluşturulan planların orada uygulanması gerektiğini
söyleyecekler.
Yalnız bir fark olarak burada olsaydı sadece savunma yapacaktık...
Oysa durum gereği gittiğimiz yerde hem kendimizi ve birbirimizi savunurken, aynı zamanda da saldırmak zorunda
kalacağız diyecekler.
Sizin de işte insanları bu yönde motive etmeniz gerekiyor.
Yani böyle ince ve hassas bir plan hazırlamanız gerekiyor.
Tabii bunu söylerken, ani bir baskın yiyerek burayı savunmak zorunda da kalabiliriz...
Sizin hazırlayacağınız savunma planları bu tür durumlar için hazırlanırsa, bu savunmanın yeri değiştirildiğinde
insanlar bocalamayacaktır.
Ben mümkün olduğu kadar öyle bir savunmanın, İstanbul'un içinde olması taraftarı değilim.
Mesela neresi olabilir?
İzmit, Adapazarı arasında insanların olmadığı büyük alanlar var.
Edirne Babaeski taraflarında ya da Kırklareli taraflarında askeri tatbikat alanları var.
Ne bileyim Atatürk Barajı taraflarında koskoca boş Harran Ovası var.