MANA 1.Kitap 42.Kısım

...

MANA 1.Kitap 42.Kısım

Mert, “Turan ’cım, onu buraya getirmeyelim.
Bizim için bir sorun teşkil etmez.
Fakat sen huzursuz olacakmışsın gibi hissediyorum.
Biz şimdi perilerden birisini ona gönderelim.
Yazılmış bir senaryo çerçevesinde onunla arkadaş olsun.
Bizim Peri'nin durumu gayet iyi ve zengin olsun.
Maddi olarak, yani harcamalar konusunda çok rahat olsun.
Babanı sevmiş ve ona destek olmak istiyor rolü oynasın.
Bir yandan da onu bağımlılıklarından kurtaracak şekilde tedavi etsin.
Böylelikle karnı tok, sağlığı yerinde ve yavaş yavaş düzeliyor bir şekilde yaşayacaktır.
Sen de burada onun olmasıyla, sıkıntıya girip bunalmasın.
Ha olmadı bizim tatil köyü görünümünde bir tecrit kampımız var.
Orada bağımsız bir bölüme, sanal bir tatil köyü ortamı oluşumuna nakil ederiz onu.
Öyle de çözebiliriz.
Yani sen rahat ol, dert etme.
Sarp Peri bu işi halleder uygun bir şekilde” diyerek sırtını sıvazladı.

Sorunsuz bir şekilde bunun da halledilmiş olması kendisini ve Ebru’yu rahatlatmıştı.

Mert, Safinaz Peri’yi çağırarak,
“Safinaz’ cık nüfus arttı ve artıyor...
Artık bu insanlara zemin katı kullanmayı öğretmeye başlamak lazım.
Sen yarın sabahtan itibaren bu insanları zemin katta yemek yiyecek, istediklerini içecek, eğlenecek, vakit geçirecek şekilde bir ayar çek.
Daha bu kalabalığı teras kaldırmaz. Eskiler de yavaş yavaş zemin katının sohbetlerine kayarak oraya alışırlar.

Tabii gene bizimle birlikte gelip orada bulunmak, birlikte olmak isteyenlerin, başımızın üstünde yeri var.
Meselâ Sefer dede annemlerle arkadaş oldu ve gençlerin arasına sürekli inmek istemeyebilir.

Küçük Hatice de Zeynep Hanım’ın kızları ile kaynaştı” dedi.

Sonra durdu ve “amanın” dedi.

Dört yaşında bir kızın daha geldiğini unuttum ben...
O da terasa gelmek isteyecek.
Başka dört yaşlar da olacak.
Sen en iyisi onlara bir eğlence salonu hazırla ve periler onları orada eğlendirsin, ilgilensinler” dedi.

“Elbette küçük Hatice’nin yeri, her zaman dedesinin yanı.
Fakat oyunun terasta oynanamayacağını, tatlılıkla hissettirin onlara...
Bundan sonra gelecek çocuklar için de örnek zemin olur bu durum.
Eğlence odasında sinema, tiyatro, animasyon, hobi vs. daha iyi ortam onlar için.
Ayrıca bu çocuklar yaşıtları gibi okula gitsinler burada.
Gereken sınıf sanal gerçekliğini onlara hazırlayın.” diye ekledi.

Sonra Ebru ya döndü ve
“Ebru hadi yatalım” dedi.

Ebru kekeleyerek,
“Ya, ya, ya, yatmak mı” deyince...

Mert, ister istemez bir kahkaha attı.
“Ne kadar fesatsın Ebru, aklın fikrin... Neyse...
Yatalım dediysem, yoruldum gidelim uyuyalım” dedim.

Ebru tabiri yerindeyse tongaya düşmüştü.
Yanakları al al olmuştu.
“Çok kötüsün Mert, şu ortamda lütfen yanlış anlaşılmalara sebebiyet verecek cümle kuruluşlarından kaçınalım, rica ediyorum” dedi.

Sen yekten yatalım de...
Ondan sonra uyuyalım demek istemiştim diye kıvır...
Neyse...
Hakikaten ben de turşu gibiyim.
Sabahtan beri orada burada geziyoruz.
Kıbrıs ’lara bile gittik.
Partiler verip misafirler de ağırladık.
Evet, uyumanın zamanı gelmiş Mert.

Sana en güzel geceler diliyorum ve ben de gidiyorum yatmaya” dedi ve döndü gitti.
Mert arkasından onun endamlı yürüyüşünü seyrettikten sonra, yerinden kalktı ve o da gitti yattı.
Herkes yorulmuştu ve Bahçe’de derin bir sessizlik hâkimdi.

Mert sabah olduğunda biraz geç kalktı ve terasa geldi.
Ama terasta hiç kimse yoktu.
“Safinaz nerede bunlar” diye seslendi.

Safinaz,
“herkes zemin katta...
Kimisi yenileri merak ettiği için oraya indi.
Kimisi de orayı merak ettiği için oraya indi.
Kahvaltıyı orada yapıyorlar Mert Bey” dedi.

”Gidelim görelim bakalım Safinaz’cım, teşekkür ederim” dedi Mert.

Mert aşağı indiğinde aşağısı panayır yeri gibiydi.
Yeni gelenlerden İsmail ve Alparslan bilek güreşine tutuşmuşlar, insanlarda onları destekliyor ve tezahürat yapıyordu.

Ebru, Ayşe ve Güzide Hanım’ın yanındaydı.
Ebru kesin Güzide hanımın durumunu merak etmiş, onu soruyordu.
Mert kulak kabarttığında tahminin doğru olduğunu gördü.

Tevfik, küçük kızı Betül ve eşi Beyza ile hasret gideriyordu.
Tamamen kendisini onlara odaklanmış ve hiçbir şey umurunda değildi.

Turan babasının sıkıntılarından kurtulmuş, Sanem Hanım, Hasan Bey, Salih ve Sefer dede ile sohbet ediyordu.

Armağan Orhan ile oturmuş, durumlarındaki benzerlik ve farklılıkları tartışıyordu.

Nusret Bey Hulki ile Felsefi bir sohbete girişmişti.
Zeynep Hanım ve eşi Sacit Bey onlarla birlikteydiler.
Fakat katılmaktan daha çok onların derin sohbeti dinliyorlardı.

Ortalıkta çocuk gürültüsü yoktu.
Mert, “isabetli bir karar vererek, çocuklar için olan yeri açmışız” diye düşündü.

Figen ile Sevda beklenmedik bir şekilde bilardo oynuyorlar, bir yandan da çalan müziğin ritmine uygun olarak, bilardo masasının etrafında kendi kendilerine dans ediyorlardı.

Mert'in geldiğini gören, minnet dolu bir gülümsemeyle ona bakıyor ve başını sallayarak, gönülden teşekkür ediyordu.

Mert Safinaz'a, “Safinaz Silent” dedi.
Safinaz Mert'in bir süre sessizlik sağlamasını istediğini anladı ve müziği kesip, birkaç kere ışıkları yakıp söndürüp, birkaç kez de minik bir çan sesi çıkarttı.

Herkes birisinin bir şey söylemek için bunları yaptığını anlayarak, yaptığı işi bıraktı ve arkasına yaslandı.

Mert Hiç beklemeden konuşmaya girerek,
“arkadaşlar bir toplantı yapmamız gerekiyor.
Herkesin tam katılımıyla tabii ki...
Yapacak bir işi olan halletsin.
İhtiyacı olanlar ihtiyaçlarını gidersin...
45 dakika sonra sizleri sinema salonuna alacağız...

Benim annemin, Ebru'nun babasının, Güzide Hanım’ın, Beyza Hanım’ın toplantıya katılımına gerek yok.
Arzu ederlerse arkada sadece dinleyici olarak bulunabilirler.

Sacit Bey’i özellikle rica ediyorum.
Sacit abi lütfen sen muhakkak katıl...

Çocuklar, zaten kendileri için oluşturulan eğlence bölümündeler...
Orada hem eğleniyorlar hem de öğretmenleri onları ders çalıştırıyor.
Onlara dokunmayalım...

Zaten bir tek içlerinde küçük Hatice var katılımı gereken.

Onunla konuşma işini de toplantı sonrası Sefer dede yapar zaten...

Evet, kahvaltı etmeyen varsa, buyursun beraber kahvaltı edelim.
Kahvaltınızı etmişseniz 45 dakika sonra sinema salonunda görüşmek üzere...
Toplantıya kadar herkese sohbete ve eğlenmeye devam diyorum” dedi.

Mert kahvaltısını yapmak için Bahçe’nin avlusuna çıktı.
Safinaz’ı çağırarak kendisine çok ağır olmayan hafif bir kahvaltı söyledi.

Sonra Safinaz'a,
“Safinaz’cım kahvaltıyı sana söylemek için çağırmadım seni.
Eğer öyle anlaşıldı ise özür dilerim” dedi.

Safinaz,
“Estağfurullah Mert Bey, beni kahvaltı için çağırmadığınızın farkındayım...
Hoş çağırmış olsaydınız da size kahvaltı getirmekten gocunmazdım, bilakis hoşnut olurdum.
Fakat siz sanırım bana, başka bir şey söyleyeceksiniz” dedi.

Mert,
“Evet Safinaz’cım, şimdi ben ayrı ayrı Sarp ve Asım ile konuşmak yerine sana söyleyeceğim, sen organize edersin...

Ondan önce söylemek istediğim, sinema salonundaki konuşmadan sonra, bu insanları restorana alalım ve şöyle güzel bir menü hazırlayalım...

Her şey doğal seyrinde olsun, ekstra bir şov yapmaya gerek yok.
Fakat tabii vejetaryen olan birisinin önüne de et koymayalım.

Yani insanların hoşlandıkları şeylerden yine bir çalışma yaparsın sen...
Güzel güzel yemekler yedirelim onlara ve keyifleri yerine gelsin” dedi.

Safinaz,
“Tamam merak etmeyin o iş bende...
Herkesi memnun edecek şekilde çalışma yaparız, sorun yok” dedi.

Mert Safinaz ile konuşurken, Zeynep Hanım ve Ebru da yanına gelmiş, masasına oturmuşlardı ve Mert'in Safinaz'a söylediklerini dinliyorlardı.

Mert devam etti ve Safinaz’cım ikinci olarak söyleyeceğim şey asıl önemli konu...

Bak şimdi burada eskiden beri, yani bir hafta, on gündür bulunan misafirlerimiz var...

Bunları bir şekilde Birtakım olaylar sonucunda misafir ettik buraya.
Dün gece de yeni dokuz kişi geldi.
Bu dokuz kişinin yanında bakmak zorunda oldukları insanlar da olduğundan onlar da geldi.
Nüfus epeyce kalabalıklaştı...

Yani böyle bir kalabalığa bakabilirsiniz, bakamazsınız, baş edebilirsiniz, baş edemezsiniz, bunları hiç düşünmüyorum...

Buradaki insan sayısı altı yüz bile olsa, sizin hiçbir sıkıntıya girmeden onları ağırlayabileceğinizi biliyorum.


Ben buraya bunca insan geldi derken, direkt söyleyeceğim... Bu gelenlerin içerisinde büyük bir ihtimalle gerçek yüzünü bize göstermemiş birileri vardır.
Şimdi bu gerçek yüzünü bize göstermemiş olan derken...
İki türlü gerçek yüzünü bize göstermemişlik olayından bahsediyorum...

Birinci durum büyük bir sıkıntısı olduğundan anlatamamıştır...
Utanacağı bir durumu vardır ve utandığından anlatamamıştır.
Başkasını utandıracağı için anlatamamıştır.
Dır dır da dır dır...

Yani bir sebepten, kendisine tam olarak bize ifade etmemiştir.
Bu ifade etmeyişin sonucunda da mutlaka onun için, bizim için, çevre için, sıkıntılı bir durum ile karşılaşacağımız gerçeğini, aklımızda tutmamız gerekiyor.

Bu noktada böyle bir durum ile karşılaşırsak, bunu öyle ya da böyle, kafa kafaya verip çözeceğimizden eminim.
Beni düşündüren sıkıntılı bir durum yok.
Sadece sizlerin de benim düşündüklerimi bilmenizi ve bu paralelde sizin de düşünmenizi istediğim için bunları size aktarıyorum.
Borcu olan vardır ödeyin.
Ertelenemez söz vermiş olan vardır, halledin gibi.

İkinci durum ise gerçekten önemli ve hepimiz için tehlike arz ediyor.

Bakın hiç kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum...
Kesinlikle bildiğim veya delile dayalı bir şey yok.
Bunu da belirterek sadece nasıl dersiniz, bir his mi, yoksa gelişmeye uygun gerçekleşme ihtimali yüksek olan bir senaryo mu, ne derseniz deyin bunu da direkt söylüyorum.

İçimizde bir veya daha fazla veya hiç de olmayabilir...
Ama büyük ihtimalle casus ya da casuslar olabilir...

Bakın bunu sizi paranoyaklaştırmak için söylemiyorum.
Sadece böyle bir his ve düşünceye sahibim ve de bunu sizinle paylaşıyorum.
Safinaz’cım, senden Sarp’a ve Asım’a, bu konudaki hassasiyetimi iletmeni istiyorum...

Bizim adımıza tedbirli olsunlar.
Kulakları delik olsun.
Gözleri açık olsun.
Böyle bir şey varsa ve gerçekleşmeden önce haberdar olursak, tongaya düşmeyiz...
Bunu düşünmüş olup, bir ön hazırlık yapıyor olmamız bile, bizim için oldukça iyi bir şey...
Olur, olmaz, gerçekleşir, gerçekleşmez...

Gerçekleşmezse zaten ne kadar güzel...

Ben bunları, sıkıntı çıkmasını dilediğim için söylemiyorum.
İnşallah öyle bir şey yaşamayız ama yaşarsak da hazırlıklı olalım diyorum” dedi.

Ebru hafiften panik atağa giriyordu ki Mert, “Don't panik Ebru!
Sadece varsayım bunlar.
Panik atak geçirecek, endişelenecek bir durum yok” dedi.

Ebru,
“Ya Mert!
Ne olursa olsun bunun düşünmek bile insanı yoran bir şey.
Of ya, ne yapalım...
Ne olacaksa olacak.
E tabi bende de panik atak olacak” dedi...

Zeynep Hanım,
“Mert bu düşüncende haklı olup olmaman önemli değil.
Bunu düşünmüş olman, benim için fevkalade sevindirici bir durum...

Evet, olumsuzluklar yaşamasak dahi, olumsuzluklara karşı da hazırlıklı olacağız.

Aynen Asaf Hoca'nın dediği tevekkül durumu bu...
Eşeğini sağlam kazığa bağlamak lazım.
Sonrasında ne olursa olsun, pişmanlık duymazsın.”

MANA 1.Kitap 43.Kısım için tıkla..

...

...