MANA 1.Kitap 39.Kısım
MANA 1.Kitap 39.Kısım
Bunlar ben, Ebru ve diğer arkadaşlarımız gibi, doğal yollarla mı DNA değişikliğine uğradılar, yoksa deneyler
sonucu mu böyle oldular, bilmiyoruz.
Daha fazla detay bilgi öğrenebiliriz.
Ebru’nun Peri Ece’leri var her ülkede ve onların emrindeki periler var.
Ancak detay öğrenirken, açığa çıkma riskimiz olduğundan, sadece birkaç gün daha bu detayları öğrenme riskine
girmeyeceğiz.
Şimdilik bildiklerimiz bu kadar.
Odada bulunanlar, ilk anlatıldığındaki gibi derin bir şok yaşıyorlardı.
Selim Bey,
“Fakat bu anlattıklarınız, imkânsız şeyler.
Eğer bunlar doğruysa, bunlarla baş etmek tamamen imkânsız...
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Size nasıl bir yardımımızın olacağını da bilmiyorum.
Açıkçası, sizin bu işi nasıl başaracağını da hiç anlamıyorum.
Yani işin tekrar açıkçası, sizin bunu becerebileceğinize de ihtimal vermiyorum” dedi.
Mert, söylenen sözlerin şok halinde oluşan hezeyanlar olduğunun farkında olarak, sessizce insanların içini dökmesini bekliyordu.
Halim Bey,
“Böyle bir grup ile Türkiye sınırları içerisinde bir savaş olacağından bahsediyorsunuz.
Hem de bir iki hafta içerisinde olacağını söylüyorsunuz.
Bu kadar tehlikeli ve büyük bir olayı, bizden saklamanızı istiyorsunuz.
Alabileceğimiz hiçbir önlem akla gelmese bile…
Ne diyeceğimi bilemiyorum” dedi.
Tufan Bey,
“Sizin bu anlattıklarınız cereyan etmeye başlarsa, benim telefonu kulağıma yapıştırmam gerekecek.
Dış ülkelerden gelecek telefonlara ne diye cevap vereceğim?
Onlara ne anlatacağım?
Düşünmesi bile zor olan bu olayları, bir iki hafta içerisinde yaşayacağımızı söylüyorsunuz.
Ben ne diyeyim, diyebilecek hiçbir sözüm yok” dedi.
Mert bunun üzerine,
“Öncelikle samimi duygularınızı bizi aktardığınız için, sizlere teşekkür ediyorum.
Şunu bilmenizi istiyorum ki, biz bu savaşı vereceğiz...
Bu savaş, iyilik ve aydınlık ile kötülük ve karanlığın savaşı olacak.
Bu savaşta, sadece insanlarda yer almayacak.
Bugüne kadar filmlerde gördüğünüz, hikâyelerde ve masallarda okuduğunuz her ne kadar gözle görünen ve görünmeyen,
bilinen ve bilinmeyen canlı ve yaratık var ise, bu savaşta yer alacak.
Ama iyilik tarafında ama kötülük tarafında…
Tarafsız kalmak gibi bir lüksü, hiç kimsenin olmayacak.
Sizden ne asker istiyorum...
Ne para istiyorum...
Ne Lojistik Destek istiyorum...
Kısacası, hiçbir şey istemiyorum.
Sadece sizi bilgilendiriyoruz...
Olaylar başladığında ne olduğunu bilerek hareket ederseniz, durumu izah etmeniz ve anlatmanız, sizin için daha
kolay olacaktır.
Diyeceksiniz ki, bunlar gizliydi, bunları konuşamıyorduk, bunları konuşmak istersek, Özdemir Asaf ‘tan şiir
okuyorduk...
Nasıl anlatacağız insanlara bunları ve ne kadarını anlatacağız.”
Mert,
“Sakin olun...
Bakın şunu söylüyorum size...
Bunlar şu an, belki sadece bu akşam, belki yarın için, belki bir iki gün, belki sadece bir hafta için gizlilik
önemi taşıyor.
Sebebine gelince, bu bizim bahsettiğimiz o 20 kişilik insan ötesi güçlere ulaşmış, etkilenen insanlar var ya...
Onları, yurtdışındaki biraz önce saydığım, kötü Emel sahibi insanların eline düşmekten kurtarmak süreci bu.
Biz bu süreci belli bir noktaya getirdikten sonra, bu insanları güvence altına aldıktan sonra, hiçbir şey önemli değil...
Birkaç gün önce zaten bu işe başladık.
Belirli bir yere de geldik...
Diğer insanlara çok daha kısa sürede ulaşacağımıza da eminim.
Hatta bazılarına ulaşmaya gerek kalmayacak, onlar bizi bulacak. Ve sonrasında bahsettiğim savaş yüzünü gösterecek.
İlk olaylar cereyan ettiğinde...
Savaşın ilk izleri basın ve medya tarafından haber ediliyor iken...
Sizin artık, bunu gizlemeniz gibi bir lüksünüz olmayacak.
Benim size tavsiyem, o gün geldiğimizde hiç kimseden hiçbir şey gizlemeyin.
Bildiğiniz her şeyi, tüm açıklığı ile herkesle paylaşabilirsiniz.
Ve hatta özellikle paylaşın...
Bakın size, hem ortamı yumuşatıp, heyecanınızı bastırmak için...
Hem de gerçekten durum bu olduğu için bir hikâye anlatayım.
Bir diyarda bir kral varmış ve onun bir de güzeller güzeli prenses kızı.
Bir gün prenses, akşam yatmış uyumuş ama sabah uyanmamış.
Günler geçmiş, uyku devam ediyor. 1001 hekim bakmış, ama çare bulamamış.
Vezir demiş ki, hekimlerin haricinde derin ilimlerle uğraşanlara soralım.
Hepsi de gelmiş, gene çare yok.
Vezir bu defa demiş eskilere soralım, bu duruma daha önce rastlanmış mı?
Kralın babasının veziri, çok yaşlı bir halde halen yaşamaktaymış.
Ona gitmiş ve sormuşlar.
Yaşlı vezir demiş ki,
“evet, dedeniz zamanında da bu durum olmuştu.
O zamanlar, ben ufaktım ama hatırlıyorum.
Çok uğraştılardı da uyandıramamışlardı prensesi.
Sonra bir hekim, ülkede yetişen bir elma ağacının meyvesi bunun çaresi demişti.
Dediği gibi de olmuştu.
Gencin biri, bir sepet elma ile gelmişti de prensese o elmanın suyundan bir parça içirdiklerinde hemen uyanmıştı.”
Yaşlı vezirin bu söylediklerinin üzerine, hemen ülkeye tellallar çıkartıldı.
Ve her kim, biricik prensesi uykusundan uyandıracak elmayı getirirse, o elmayı getiren kişi çevresi tarafından seviliyor ve vatana ihanet gibi bir suç işlemedi ise, kralımız onu prensesle evlendirecek ve tahtının varisi yapacak denildi.
Ülkenin dört bir yanından elmalar geliyordu.
Fakat nafile bir faydası yoktu.
Tekrar tellallar çıkartıldı ve bu tellallar ülkenin en ücra köşelerine seslendi.
Bir dağ köyünde üç oğlu ile birlikte yaşayan bir ihtiyar vardı.
Bahçelerinde çok güzel meyve ağaçları vardı.
Tellal köye gelip seslenince, oğullarını topladı ve dedi ki
“Daha önceki elmanın da bizim bölgemizden gittiğini anlatırlardı. Götüren de prenses nişanlı olduğu için prenses
ile evlenememişti ama çok güzel hediyeler almıştı.
Şimdiki hediye daha güzel, kral kızıyla evlendirecek elmayı götürecek genci.
Belli mi olur, kısmet belki de sizindir.
Hadi bakayım, alın bir sepet elma götürün de nasibinizi arayın.”
Bunun üzerine üç oğuldan en büyüğü, bir sepet elma ile yola çıkmış.
Saraya yaklaşırken, yolda duran bir ihtiyara rastlamış.
İhtiyar sormuş sepetinde ne var delikanlı?
Bizimkisi işkillenmiş ve sepette elma olduğunu söylersem çalarlar diye düşünmüş ve de sepetimde üzüm var amca
demiş.
İhtiyar bunun üzerine, öyle olsun delikanlı demiş, uzaklaşmış.
Delikanlı, sepet ile saraya varmış ve kapıda soran nöbetçilere, sepetimde elma ile geldim demiş.
Nöbetçiler kontrol ettiklerinde sepette üzüm olduğunu görmüşler ve sen bizimle dalga mı geçiyorsun diye, bir temiz dayak atıp göndermişler.
Evine dönüp durumu anlatınca, elmaları çaldırmışsın, fark ettirmeden değiştirmişler demek ki demişler.
Sonrasında yeni bir sepet elma ile ortanca oğul yola koyulmuş.
Aynı yerde aynı ihtiyar ile karşılaşmış ve ihtiyar sormuş, sepetinde ne var delikanlı?
Ortanca oğul da işkillenmiş ve sepette elma olduğunu söylersem çalarlar, zaten abimin elmaları da bunlar çalmış olsa gerek, diye düşünmüş ve sepetimde incir var amca demiş.
İhtiyar bunun üzerine, öyle olsun delikanlı demiş, uzaklaşmış.
Delikanlı sepet ile saraya varmış ve kapıda soran nöbetçilere, sepetimde elma ile geldim demiş.
Nöbetçiler kontrol ettiklerinde sepette incir olduğunu görmüşler ve sen bizimle dalga mı geçiyorsun diye, buna da
bir temiz dayak atıp göndermişler.
Evine dönüp durumu anlatınca, sen de elmaları çaldırmışsın, fark ettirmeden değiştirmişler demek ki demişler.
Sıra en küçük oğlana gelmiş ve yeni bir sepet elma ile üçüncü oğul yola koyulmuş.
Aynı yerde o da aynı ihtiyar ile karşılaşmış ve ihtiyar ona da sormuş, sepetinde ne var delikanlı?
Üçüncü oğul bunun üzerine, amca sepetimde prensesi iyileştirecek elmalar var demiş.
İhtiyar bunun üzerine, öyle olsun delikanlı demiş, yine uzaklaşmış.
Delikanlı sepet ile saraya varmış ve kapıda soran nöbetçilere, sepetimde prensesi iyileştirecek elmalar ile geldim demiş.
Nöbetçiler kontrol ettiklerinde sepette gerçekten çok güzel elmalar olduğunu görmüşler.
Üçüncü oğul biraz şaşırmış.
Çünkü kendisinin yola çıkarken, bahçelerinden aldığı elmaları değilmiş bu elmalar.
Çok daha iri ve sulu güzel elmalarmış.
Velhasıl, elmaların suyunu içirince prenses hemen uyanmış.
Kral da delikanlıyı kızıyla evlendirip, varisi yapmış.
Sonralarda o yolda karşılaştığı ihtiyara rastlamış ve konuşunca, prensesi iyileştirenin elmalar değil, o ihtiyarın ettiği öyle olsun duası olduğunu anlamış.
Sizler de vakti gelince her şeyi doğru bir şekilde anlatın insanlara ve hayır dualarını isteyin.
Tüm hassasiyetimiz, şu kısa süre içerisinde bu masum üstün güçlere sahip arkadaşlarımızın, zarar görmeden buraya, Bahçe'ye getirilmesi sürecidir.
Onların zarar görmemesi dışında tehlikeli bir durum da şu ki...
Onları ele geçirirlerse, bize karşı kullanmak için eziyet edip zorlayacaklar onları...
Biz de onlarla da savaşmak zorunda kalacağız.
Belki de işte biz dostumuz, kardeşimiz diyeceğimiz bu insanları karşımıza alıp, sebebi ne olursa olsun, onlarla
bir mücadele içine girmemek için gayret ediyoruz.
Dediğim gibi, savaş işaretlerini görününceye kadar sizler sabredin, sabır içerisinde olun, metanetini olun.
Aklınıza gelebilecek ya da tartışmanızı gerekebilecek her konuda bize ulaşın.
Bize ulaşması ve bizimle konuşması gereken herkes, “Asım Peri, Mert Bey ile görüşmem gerekiyor” diye fısıldasın.
Asım Peri uygun bir şekilde onu alıp bize getirecektir.
Ya da daha iyi anlayasınız diye söylüyorum, sizi bizim yanımıza ışınlayacaktır.
Araba ya da şoför kullanmanıza ya da bulunduğunuz yerden, ilden kalkıp bizim yanımıza yolculuk yapmanıza gerek yok.
İnşallah bu sıkıntılı günleri alnımızın akıyla atlatırsak, Ondan sonra ülkemiz için, dünyamız için neler yapabileceğimizi hep birlikte oturup konuşacağız ve İnşallah da güzel şeyler yapacağız.
Evet, sanırım benim söyleyeceklerim bu kadar, sizin sorabilecekleriniz de bu kadar...
Ve dolayısıyla bu toplantı da bu kadar... Çok uzatmaya da gerek yok zaten...
Bu anlatılanlar ve burada konuşulanları, sizin düşünüp hazmetmeniz, zaten birkaç gün sürecektir.
Bu birkaç günün sonunda da zaten olaylar başlayacaktır.
Sizin hiçbir şey gizlemeye ya da sıkıntı çekmenize gerek kalmadan, yetkili ağızlar olarak bunları gerek ordumuz
için gerek devlet ve milletimiz için gerekse dış ülkeler için konuşan ağızlar olacaksınız.
Onları bizim adımıza, siz bilgilendireceksiniz.
Sizin bilgilendirdiklerinizden, bize ulaştırması gerekenleri ulaştıracaksınız.
Karşı tarafa cevap verilmesi gerekiyorsa ya siz vereceksiniz ya istişare ederek birlikte vereceğiz.
Durum bundan ibaret...
O zaman şimdi ne yapıyoruz?
Şimdi yapacağımız şey, bu konuştuklarımız kadar önemli...
Ne yapacağız, haydi gidip çay içelim.
Konuş konuş nereye kadar” dedi Mert.
Terasa geçtiklerinde herkes neşe içerisindeydi ve kahkaha sesleri geliyordu.
Safinaz peri, onları sanal gerçeklikte çarşıya götürmüş, mağazaları gezdirilmiş ve beğendikleri, arzu ettikleri
her şeyi, onlara almıştı.
Aycan da zamanı yavaşlattığından, onlar çarşıda beş altı saat gezip geldikleri halde burada yarım saat geçmişti.
Elleri, kolları, kucakları, çantalarla doluydu.