MANA 1.Kitap 36.Kısım
MANA 1.Kitap 36.Kısım
Ebru kesinlikle bu basit olaya şaşırmamalarını, eğer buna şaşırırlarsa, daha sonra karşılaşacakları olaylar karşısında dayanamayabileceklerini söyledi.
İlk şaşkınlığı geçen misafirler, kendi aralarında konuşmaya başladılar.
Tufan Bey,
“Benim, Pokka Kavunu Sütü sevdiğimi nereden biliyorsunuz.
Eşim bile bilmiyor bunu…
Bu içeceğe, Japonya'da görev yaptığım sırada alışmıştım.
O zamanlar Eşim ile evli değildik.
Taze ve yerinde yapılıp içilmesi gerektiğinden, daha sonra içmek hiç kısmet olmadı…
Arada sırada hatıralar canlandıkça, bu içecek gözümün önüne gelip durur.
Sizi gerçekten tebrik ediyorum ve ayrıca bana bu tadı yeniden tattırdığınız için de çok teşekkür ediyorum” dedi.
Diğer misafirler de şaşkınlık içindeydi.
Hepsinin elinde bulunan kadehlerde hoşlandıkları yemek öncesi içecekler vardı.
Asaf Hoca'nın kızı Leyla,
“Ebru ablacığım, bu gösteriyi nasıl yaptınız?
Daha önce bu yaptığınız şekilde bir gösteriyi ne duydum ne de gördüm” dedi.
Ebru gollük bir top yakalamıştı ve kale boştu.
“Leyla ’cım, burada hizmet eden, gördüğün garsonlar ve dışarıda sizi karşılayanlar, hepsi birer Peri…
Benim yönetici asistanım olan Safinaz da en üst rütbede bir Peri.
Aynı zamanda Türkiye'de yaşayan bütün perilerin doğal lideri olup, ilâve olarak da tüm dünya ve dünya dışı
perilerin de lideridir kendisi” dedi.
“Safinaz, kendini gösterir misin misafirlerimize” diye seslendi Ebru.
Safinaz, aynı Kül Kedisi masalında olduğu gibi Bir şov ile ortaya çıktı.
Ebru'ya,
“Sayın Ecem, siz nasıl uygun bulursanız ben oyum” dedi.
Ve misafirlere dönerek,
“Ebru Hanım olarak karşınızda duran kişi bizim Ecemizdir.
Evet, yanlış duymadınız Türkiye’de bulunan tüm perilerin Ece’sidir.
Aynı zamanda tüm dünya Ece'lerinin Başkanı sıfatı olan, büyük Ece unvanı da kendisine aittir.
Sadece bu da değil, aynı zamanda Güneş sistemimiz, Samanyolu galaksimiz, diğer galaksiler ve tüm bunları kapsayan
uzayı da kapsayan birinci kat semanın Büyük Ece’sidir kendisi…
Onun tevazu içinde karşınızda bulunduğuna aldanmayın.
Kendisi için gözünü kırpmadan canını verecek, sadece dünyamızda bulunan 700 milyar küsur kişilik peri ordusunun da
başkumandanıdır.
Dünya dışını da eklersek bu perilerin sayısını yazmaya sıfırlar yetmez.
En düşük rütbede bir perinin savaş gücü, normal bir insanın savaş gücünün en az yetmiş katıdır.
Fakat gördüğünüz gibi, kendisi büyük bir tevazu içerisinde…
Böyle istediği için, biz de onun isteğini emir olarak kabul edip öyle davranıyoruz.
Aksi takdirde hiçbir Peri başını kaldırıp, Büyük Ece'nin yüzüne, gözlerine bakamaz.
Cayır cayır yanar maazallah ve kimse de onu kurtaramaz…”
Ebru araya girerek,
“Safinaz piliiiiizzz” dedi.
Sonra misafirlere dönerek,
“Siz ona aldırmayın efendim, ben sizin için sizlerin dostu olan Ebru’dan ibaretim” dedi.
Misafirler bu duyduklarına şaşırmışlar, ne söyleyeceklerini de hepten şaşırmışlardı.
Leyla, sorduğu soruya pişman olmuştu.
Ebru,
“Mademki yemeği beklerken birbirimizi tanıyoruz…
O zaman burada tanımanız gereken en önemli kişi Mert Bey’dir” dedi.
Şimdi Safinaz, benim için Birtakım övgülerden bahsetti.
Ben Safinaz kadar edebiyat yapmayı bilmem.
Ama ben de Mert Bey’i size şöyle tanıtayım.
Kıbrıs Ecesi olan Belkıs Hanım Mert için, “devrin Herkül’ü” demişti.
Evet, Mert Âdem Peygamber’den on binlerce yıl önce yaşamış bir Tanrı olan Herkül’ün, bütün özelliklerini
kendisinde barındırıyor.
Fakat sadece Herkül ile sınırlayamayız Mert'i.
Herkül olduğu gibi, aynı zamanda Mert bir Ares’tir.
Çünkü bizim İçinde bulunduğumuz savaş durumunda tüm taktiksel savaş planlarımızı o hazırlayıp uygular.
Aynı zamanda hepimizi bir araya toplayıp birbirimize destek vermemizi sağlaması, bizleri hayal etmeye yönlendirerek amaç edinmemizi sağlaması sebebiyle de kendisi bir Zeus oluyor.
Burada bulunanların içerisinde sadece benim babam Hasan Bey ve Mert'in annesi aynı zamanda müstakbel Kayınvalidem Sanem Hanım dışında herkeste Yunan mitolojisindekilere benzer Tanrısal bir özellik mevcut.
Bu detaylarla bayanların canını sıkıp, onların aklını zorlamayalım.
Yemekten sonra, toplantı odasında size daha detaylı bir bilgilendirme yapacağız dedi.
Yemek demişken,
“Yemek hazır mı Safinaz” Efendim, biliyorsunuz burada her an, 7/24 yemek her daim hazır…
Sadece sizin sohbetinizin bitmesini bekliyoruz.
Ebru, Asaf Hoca’nın kızı Leyla’ya dönerek,
“Leyla ‘cım sen gel, yemekte bana yakın otur.
Seni çok sevdim…
Bundan sonra da sık sık görüşelim” dedi.
Misafirlerin şaşkın bakışları altında yemek salonu bölümüne geçildi.
Misafirlerin tamamı, üst düzey bürokrat sıfatını taşıyorlardı.
Bu nedenle dünyanın pek çok yerinde pek çok davete katılmışlardı.
Fakat bugüne kadar nereye gitmiş olurlarsa olsunlar, şu an bulundukları mekânın ihtişamını oralarda görmeleri
imkânsızdı.
Yemek salonunu anlatmaya kelimeler kâfi değildi.
Yemek masası hilal şeklinde dizayn edilmişti.
Yemek yerken herkes birbirini görebiliyordu.
Hilal'in açık ucunda yıldız pozisyonunda yöneticinin oturacağı bir masa mevcuttu.
Herkes, kendisine gösterilen yerlere oturmuştu.
Fakat o masaya, yöneticiyi sıfatı ile kimin oturacağı da herkes tarafından merak konusuydu.
Mert o masanın yanına geçerek, “Buraya kimin oturacağını merak ettiğinizi hissediyorum” dedi.
“Asaf hocam bu masa sizin…
Lütfen buraya gelir misiniz” dedi.
Asaf Hoca, onların yaptıkları şovun farkına varmış olacak ki, hiç çaktırmadan söylenenleri yapıyordu.
Mert'in yanına geldi.
Mert,
“Hocam Müsaade ederseniz, yemeğe oturmadan önce birkaç cümle söylemek istiyorum” dedi.
Asaf Hoca’nın
“Elbette, buyur evlâdım” demesiyle…
Sayın hocam ve kıymetli misafirler…
Şunun çok iyi anlaşılmasını istiyorum ki…
Her ne kadar Türkiye'de doğmuş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği taşıyor olsak da…
Kaderin bize biçtiği rol, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları ile sınırlı değil.
Ve hatta sadece dünyamız ile de sınırlı değil…
Safinaz Peri biraz önce, Güneş sistemimizi, Samanyolu galaksimizi, diğer galaksileri, uzayın tamamını ve bunları da sarmalayan birinci kat Sema’yı sizlere söyledi…
Yani bizim sorumluluğumuz, çok çok çok çok geniş bir sorumluluk…
Şunu bilmenizi istiyoruz ki, biz gerçekten milliyetçi insanlarız.
Yani milliyetçiliğin ne olduğunu bilmeden, milliyetçi olduğunu iddia ederek çıkarları doğrultusunda şov yapanlar
gibi şov yapma derdimiz yok.
Biz gerçek anlamda milliyetçiyiz.
Ülkemizi ve birlikte büyüdüğümüz insanları, gerçekten seviyoruz.
Sizlere, aslında toplantı odasında bahsedecektim ama şu an yaşamakta olduğumuz ve bir iki hafta içerisinde
yaşayacağımız, çok büyük zorluklar var.
Bu noktada ülkemizin, elbette ki dostu olarak yanında olacağız.
Fakat sizden ricam şu…
Sorumluluk taşıdığımız çok büyük bir harita varken, bu haritanın üzerinde bir toplu iğne başı kadar yer kaplayan
Türkiye bizi sahiplenmeye ya da Birtakım kişisel emeller ve amaçlar için yönlendirmeye sakın ola ki kalkışmasın…
Çünkü bunlarla uğraşacak ne vaktimiz var ne de sabrımız…
Sizleri seviyoruz, sayıyoruz ve de bizleri anlayacağınızı umuyoruz.
Bu sıkıntıların içerisinden hep birlikte çıkacağız…
Çünkü birinci olarak, şu an hedef Türkiye'dir.
Böyle olması herhangi bir sebebe bağlı değil.
Kaderin bir cilvesi…
O göktaşı, Tokat'ın Perşembe yaylasına düşmemiş olsaydı…
Bunun yerine, İsviçre Alplerine düşmüş olsaydı…
Burada şu anda bunları konuşuyor olmazdık.
Neyse, sizler beni anlayacak kadar güngörmüş, eğitimi ve kültür düzeyi üst seviyede insanlarsınız.
Ben de sanırım anlatmak istediklerimi, sizleri kırmadan anlatabilmişimdir.
Hep birlikte taşın altına elimizi sokmaya mecburuz…
Bizden ne isterseniz, sizin için seve seve canımız da dâhil veririz.
Ama lütfen bu istekler, şahsi çıkarlar ve siyasi ihtiraslar için olmasın.
Ülkemiz için, bölgemiz için, dünyamız için, insanlık için ne gerekiyorsa hep birlikte, üzerimize düşeni yapalım diyorum.
Ve ikinci cümleyle geçiyorum…
Korkmayın bu ikinci cümle, birinci cümlem kadar uzun değil.
İkinci olarak şunu söylüyorum, Asaf hocamız bizim gerçekten takdir ettiğimiz, saydığımız, bir babadan da dahi ileri gördüğümüz, büyüğümüzdür…
O nedenle, bu masaya oturması için kendisini buraya davet ettim.
Şu ana kadar, bize hep doğru yolu gösterdi.
Tavsiyelerinin her bir kelimesi, bizim için mücevherlerden daha kıymetli…
Ve bize büyüğümüz olarak, yol göstermeye devam etmesini kendisinden hassasiyetle rica ediyoruz.
Sözünü dinlediğimiz ve şu ana kadar sözünden çıkmadığımız bir insan olarak, bu masaya oturma hakkının onun
olduğunu beyan ediyorum.
Hocam lütfen buyrun, masanıza oturun” dedi.
Asaf Hoca,
“Peki çocuklar, sizin arzunuzu kırmayacağım” diyerek geçti ve masaya oturdu.
Mert misafirlere,
“Sizinle birlikte yemek yemesi için, Bahçe sakinlerini davet etmek istiyorum…
Size önce şunu söyleyeyim ki, “burası herhangi bir tesis ya da başka bir şey değil.
Burası Ebru ve benim şahsi malımız.
Her bir taşı, sihir ile yapıldı.
Burada olması da şart değil aslında.
İki dakikada içindekilerle birlikte tüm tesisi Hindistan’a taşıyabiliriz ve burası tarlaya döner.
Zaten Ebru'nun arzusu, işleri yoluna koyunca Bahçe'yi, Malezya'nın Redang Adasına taşımak yönünde…
İşleri yoluna koymada burada zorluklarla karşılaşırsak, erken taşırız Bahçe'yi oraya…
Bunu da hassasiyetlerimizi vurgulamak adına belirteyim…
Şu an burada Ebru’nun babası müstakbel kayınpederim Hasan Bey ve benim annem Sanem Hanım dışında Sefer dedemiz, onun torunu küçük Hatice, Hulki, Armağan, Aycan Hanım, Salih ve Gamze mevcut.
Anne babamız hariç, bu saydığım isimlerin her birisi, insanüstü özelliğe sahiptir.
Fakat hiçbirisi insanlığını kaybetmemiş, bütün erdemleri taşımaya devam etmektedir.
Biz insanüstü özellik taşıyanların iyilerine, insani varlık diyoruz.
Bir de var ki insanlıktan çıkmış insanüstü özellik taşıyanlar var.
Bunlara da filmlerde duymuşsunuzdur, “Mutant” deniliyor.
Biz de öyle diyoruz.
Yani masamıza davet edeceklerimizin her birisi, birer insani varlıktır.
Şu ana kadar bu saydığım 7 kişi ve bir de insanı varlık olarak nitelendiremediğimiz, mutant diye tabir ettiğimiz
gruptan olan, karanlık tarafa kaymış Sezai Bey var.
Sezai Bey’i, Dünya dışında kurmuş olduğumuz bir tecrit kampına gönderdik.
Şimdi yemeği geciktiriyorum ama iki dakikanızı daha alayım…
Çünkü kafanızda sorular oluşuyor.
Bu soruları bir kere netleştirelim, sonra güle oynaya yemeğimizi yiyelim istiyorum…
Tokat'ın Perşembe yaylasına düşen göktaşından bahsetmiştik.
İşte bu göktaşının içerisinde bulunan çekirdeği bulan bir çift, onun benzersiz parıltısı karşısında onu elmas
sanıyor.
Elmas sandıkları çekirdeği, iyi fiyata satmak için İstanbul'a giderlerken, otobüste gelişen birtakım ve benzer
rahatsızlıklar sonucu, otobüs önce Gerede ve sonra da Bolu’da karantinaya alınıyor.
Sonunda bu taş, incelememiz için bizim önümüze geldi.
Ben doktorum ve aynı zamanda genetik mühendisiyim.
Ebru da doktor ve aynı zamanda nükleer biyoloji uzmanı.
Neyse biz bu taşı incelerken, bu taş patladı.