MANA 1.Kitap 33.Kısım

...

MANA 1.Kitap 33.Kısım

Belkıs Ece, izniniz olursa size bir bardak çay ikram etmek istiyorum.
Bu arada benim de size soracaklarım var.
Ve zannedersem sizin de bana sormak istedikleriniz olacak” dedi.

Mert kendisini tanıttı.
Belkıs Ece,
“Mert Bey sizi de biliyoruz.
Aynen Ebru Ecem'in merak edildiği gibi, siz de dünya tarafından merak ediliyorsunuz.
Sizin için bu devrin Herkül’ü diyorlar.

Mert,
“Ebru'nun söylediklerinin aynısını tekrar ediyorum size...
Bu sizin, güzelliğinizden kaynaklanan iltifatlarınıza, ben de teşekkür ediyorum.
Şimdi izniniz olursa, bu çayı içerken siz her ne kadar pek çok şeyi biliyorsanız da içinde bulunduğumuz sıkıntılı ve sakıncalı durumu özetlemek istiyorum” dedi.

Mert olayı, en başından ana hatlarıyla özetleyerek anlattı.
Yaşananları ve muhtemel yaşanacaklardan da bahsettikten sonra,
“Dünyadaki bu değişim esnasında elbette ki iyiler ve kötüler arasında bir iyilik ve kötülük savaşı gerçekleşecektir.
Bunun ne zaman ve ne şekilde olacağını, hiçbirimiz kestiremiyoruz.
Yalnız, gelişmeler ışığında öyle zannediyorum ki, bu bir iki hafta içerisinde buna tanık olacağız.
Bizi bekleyen böyle zorlu günleri, sizin gibi dostlarımızın yardımıyla, atlatacağımıza inanıyorum.
Lütfen elinizden gelen yardımı, bizlerden esirgemeyin” dedi.

Belkıs Ece,
“Elbette ki sizin yanınızdayız.
Sadece ben değil, dünyadaki ve hatta dünya dışında başka yerlerde de yaşayan tanıdığımız periler var ve onlar da dâhil, bütün periler sizinle birlikte hareket edecekler.

Her şeyden önce Ebru Ecem sizinle birlikte hareket ediyor.
Yalnız böyle büyük bir savaşta, sadece insanların ve perilerin yer alacağını zannetmeyin.

Dünyada Âdem peygamberden önce gerçekleşen Birtakım olaylar var.
Dünya için milyonlarca yıl yaşında falan deseler de ve üzerinde canlı olmadan önceki zamanı öyle kabul etsek bile, dünyamıza ilk kendine ait akla sahip olan canlı, 52.000 yıl kadar önce geldi.

Ondan öncesinde Allah’ın nefsi yarattıktan sonra onu terbiye olmayı öğrenmesi için yaşattığı olaylardan oluşan milyarlarca yıl var ki orası zaten karanlık bölge…
O döneme ait haber sızıntıları var sadece ve çizgi film, animasyonlar ve bazı fantastik filmlerde görüyoruz.

Her canlı türü, 10 bin yıl yaşadıktan sonra, kıyamet diye adlandırdığımız olay ile dünya üzerindeki reel varlığını yitirdi.
İnsanoğlunun aklına gelen her şey, gerçekten de vardır Mert Bey.
İsmi olan her şeyin, cismi de vardır.
Evet, bazıları bu dünyanın paraleli olan diğer dünyalarda var olsa bile ve yaşadığımız dünyada olmasa bile vardır.

Tanrılar diye bahsedilenlerden önce Titanlar denilen topluluğun yaşadığı bir on bin yıl var.

Tanrıların zamanından bahsedilir...

Bu bahis, dünyamızda geçen 10 bin yıllık bir dönemi anlatır.
Allah’ın vücut bulan isimlerinden, yani saf esmalarından ibarettirler o Tanrılar.

Onlardan önce de bu Çin mistik dizilerindeki olan olayların geçtiği bir on bin devri var.
İlk milyar yıl sırdır ve kayıtlarda mühürlü ama Ebru Ecem sanırım açabilir bir gün o kayıtları...

Dördüncü 10 binde yaşayan kadimler topluluğu var ve bunlar ilimde sınırsız bir ilerleme kaydetmiş bir topluluktu.
Atlantis gibi anlatılan efsaneler bunların zamanına ait olaylar.
Onların kıyameti de vücutlarını terk edip, enerjiye dönüşmeleri ile oldu.

Halen enerji formunda yaşamlarını dünyada ya da başka yerlerde başka bir boyutta sürdürüyorlar.
Yeryüzünden silinmiş olsalar bile, bir kişi de olsa, birkaç kişi de olsa, sonraki 10 bine nakledici olarak kalmıştır.
Yani o 10 binden, mutlaka zamanımızda gözlemci sıfatı ile yaşayan birileri vardır.
Elbette, bu devre direk müdahaleleri olamaz ama nakillerle dolaylı müdahaleleri her zaman olmuştur.

Âdem Peygamber’den önceki 10 binde yaşayanlar, İblis ve emrindeki Yecüc ile Mecüc kavmi.
Her şeyden önce insanlar, iblis ve şeytanı aynı kişiyi zannediyorlar.
Fakat iblis, şeytan-ı lâin’in üvey babasıdır.
Aynen Musa Peygamber’de olduğu gibi, iblisin hanımı nehirde bir sepet ve içerisinde bir çocuk buluyor.
Bu çocuğu, kendi çocuğu olmadığı için, evlat edinmek istiyor.
İblisin izin vermesi üzerine, ona Azazil ismini vererek evlat ediniyor.
Hikâye uzun, uzatmayacağım.
Peri kütüğündeki kayıtlarda detayları mevcut.
Söylemek istediğim şu, o zaman iblisin emrinde Yecüc ve Mecüc denilen Birtakım askeri kavimler vardı.
Bunlar karanlık, kötü tarafı temsil ediyorlardı.
Bir de bunların karşısında iyi taraf vardı.
Onlarda Can ile Canan Kavmi.
Can Kavmi dediğimiz, bildiğimiz Cin kavmi.
Tabii bunların çoğunluğu iyi olmasına karşılık, bazıları İblis’ in emrine girerek, karanlık ve kötü tarafı hizmet etmiş.

Canan kavmi de melekler ve biz perilerden oluşuyor.
Melekler ve perilerden, kötü ve karanlık tarafa hizmet eden hiç kimse olmadı.

Mert Bey bunları neden anlatıyorum?
Sizin bahsettikleriniz üzerine, bu bir iki hafta içerisinde olacağını söylediğiniz olaylar, aynen geçmişteki bu benim anlattığım olayların çizgisinde ve birebir aynı şekilde gerçekleşecektir.

İblis ve yardımcıları, kadimlerden gelen teknolojiyi sihir ve büyü adı altında bir oluşuma çevirmişlerdi.
Sihir ve büyüde o kadar ileri idiler ki, büyü ile melekleri gökyüzünden yere düşürüp, köle yapabiliyorlardı.
Allah, Azazil’e Can ile Canan kavmini, iblis ve beraberindeki Yecüc ve Mecüc kavmine karşı olan savaşlarında eğitmek üzere Emir veriyor.

Üvey babası İblis ‘in, bütün büyülerini bilen Azazil, onlara kötülükle nasıl savaşılacağını öğretiyor.
Sonradan şeytan olarak adlandırılacak olan Azazil, bu sebepten meleklerin hocasıdır.

Ama ne hocasıdır?
Savaş sanatları hocasıdır.

Bu savaş öyle 3 günlük, 5 günlük bir savaş değil.
Yılların, yılları kovaladığı, uzun bir savaş.
Sonuçta Allah'ın izniyle, iyilik kazanıyor.

Yüzüklerin efendisi filmindeki Gandalf işte Azazil ‘dir.
Adamlar filmini bile yaptılar o zamanki olayların.
Fakat İblis ve yardımcısı kavimler bizatihi yok edilemiyor.
Başka bir boyuta zorlukla hapsediliyorlar.
Zaman içerisinde bu boyut kapısını kırıyorlar ve Zülkarneyn Peygamber ve Hızır As. Birlikte, tekrar o kapıyı mühürlüyorlar.
Tam konuya vakıf olmasalar da “Çin Seddi” diye bunun da filmini yaptılar.

Sonrasında bu boyut kapısının tekrar kırılacağı, Hz. İsa’nın yeryüzüne dönerek bunlarla mücadele edeceği de rivayet...
Bu rivayete göre de bu boyut kapısı Çin'de ve açıldığında İblis ‘in kavmi, Suriye-Membiç taraflarına akın yapacak ve şu an oradaki kavgalar, olaylar başlamadan önceki yer tutma kavgası.
Şimdi de aynı şey gerçekleşecek.
İyilikle kötülüğün bir savaşı, bu size anlattığımız.

Yüzde 3 kuralı diye bir kural vardır.
Hiçbir değer Yüzde 3 ün altına inmez.
İyiliğin içindeki kötülük Yüzde 3 ün altına inmez ve tersi için de aynı şey geçerli...
Ayetlerde de geçer, herkes iyi olsa, kötü olup sonra tövbe eden kavimler yaratılacağı...
Beyazın içerisinde başka renkler olmasa, beyaz'ı göremezdiniz.
Perilerle diyalog kurmuş durumdasınız.
Bu savaşta başka kimler yer alacak iyilik yanında? Onu da zaman gösterecek.

Fakat Şunu bilin ki bu savaş sadece sizlerin savaşı değil.
İyilik ve aydınlık ile kötülük ve karanlığın bir savaşı olacak.
Bu savaşta da mecburen herkes bir taraf tutacak.
Kimse çekimser kalamaz.
Ancak bilinen bir kayıt da var ki, Âdem Peygamberin soyunun yeryüzünde 50 bin yıl yaşayacağı.
Milattan önce 10 binli yıllarda yeryüzüne geldiğini göz önüne alırsak...
Daha insanoğlunun yeryüzünde yaşayacağı 38 bin sene mevcut.
Fakat hemen gevşemeyin.
Bu 38 bin seneyi kaybetmiş, esir ve köle olarak geçirirsiniz, bu savaşta kaybederseniz.

Neyse bunlar çok derin ve uzun meseleler...
İnşallah vaktimiz olursa, bunları uzun uzun konuşuruz...

Şimdi sizin buraya geliş sebebinize gelelim.
Şans hırsızı, kumarbaz Sezai’yi arıyorsunuz.
Size eşlik etmesi için, yanınıza yardımcılarımdan birisini vereceğim.
Sizi doğru yere götürecek.
Orada da gerektiğinde size gereken desteği verecek.
Şimdilik İzninizle, görüşmemiz bu kadarla kalsın.
Yeniden görüşmeyi diliyorum.
Ebru Ecem, sizi gerçekten sevdim...
Davet ederseniz, ben de sizin çayınızı içmeye gelirim bir gün.”

Ebru,
“Belkıs ablacığım o ne demek?
Kapımız size her zaman açık, çayımız da sizin için her zaman taze ve de kaynar vaziyettedir.
Teklifsiz çıkıp gelebilirsiniz.
Sizi ağırlamaktan onur duyarız” dedi.

Sonrasında Sezai'nin bulunduğu gazinoya geçtiler.
Salih onlardan ayrılarak, onları hiç tanımıyormuşçasına, kapıdaki korumalara bahşiş vererek içeriye girdi.
Mert ve Ebru onun girişinden sonra, birkaç dakika beklediler ve sonra onlar da Casino’ya girdiler.

Onları karşılayan bir gazino görevlisi, kendilerini biraz sonra kumarhane tarafına alacağını, beklerken birer içki ikram etmek istediğini söyledi.

Mert Ebru'nun kulağına eğilerek,
“Onların vereceklerini reddedersek şüphe çekeriz.
Bize muhtemelen şimdi verecekleri içki sert alkollü.
Ebru, sen o içkileri, Osmanlı şerbeti ile değiştirirsin değil mi” dedi.

Ebru hiçbir şey söylemedi.
Sadece başı ile o iş bende dercesine işaret yaptı.

Garson onlara birer bardak içki getirdi.
Onlar da Osmanlı şerbeti ile değişmiş olan içeceklerini içtiler.
Birkaç dakika sonra, gazino görevlisi gelerek,
“Ne kadarlık oynayacaklarını sordu ve ona göre fiş getireceğim” dedi.

Mert,
“Bunlarla bizi uğraştırma, birkaç yüz bin dolarlık getir işte” dedi ve elindeki çantayı görevliye verdi.

Görevli çantayı açtığında çantada birkaç yüz bin dolardan çok daha fazlasının olduğunu görerek,
“Buyurun kumarhaneye geçelim, ben fişlerinizi hazırlatıp getireceğim” dedi.

Kumarhane tarafına geçtiklerinde Mert her ne kadar briç oynadım falan dediyse de daha önce böyle bir ortam görmemişti.
Ebru, hiç mi hiç böyle bir ortam görmemişti ve şaşkınlık içerisinde etrafı inceliyordu.

Mert Ebru'ya,
“Meleğim arkamda dur ve şansımı şahlandır, bugün bizim günümüz olsun” dedi.

Ebru meleğim lafına tam kıkırdıyordu ki, kendini toparladı.
“Günün sonunda ne kadar şanslı olduğunu göreceksin hayatım” dedi.

Görevli fişlerini getirdi ve
“Ne oynamak istersiniz” diye sordu.

Mert,
“ben öyle çok fazla karışık oyunlardan anlamıyorum.
Biraz poker oynayacağım.
Pokerde aradığımı bulamazsam, biraz da zar atıp barbut oynarım” dedi.

Görevli,
“hay hay Efendim, buyurun size büyük masada yer ayarlayayım” diyerek onları bir masaya götürdü.

Masaların hepsinin boyu aynıydı.
Bahsettiği büyüklük, galiba ortada dönen paranın büyüklüğüydü.

Mert yerine oturduktan sonra, masadakilere başıyla selam verdi ve gözleri Salih’i aradı.
Salih'in az ilerde rulet masasında olduğu bilgisi geldi.

Kartlar dağıtılıyor, yüksek miktarda fişler ortaya sürülüyor ve Safinaz Peri'nin desteğiyle, Mert sürekli kazanıyordu.

O kazandıkça, Ebru rolü gereği şımarık bir şekilde onu alkışlıyor ve şuh edalı gülücükler saçıyordu.

Onun bu sürekli kazanıyor olması, dikkatleri üzerine çekmişti.
Safinaz Peri, Sezai'nin kim olduğunu Mert'e işaret ederek gösterdi.

Mert'in sürekli kazanıyor olması, Sezai'nin hemen ilgisini çekmişti.
Önce masaya yaklaşarak bir süre oyunu izledi.

Daha sonra kaybetmekten sıkılıp, masadan kalkan birisinin yerine oturdu.
Topladığı onca kişinin şansının kendisinde olmasına rağmen, Mert yine de kazanıyordu.

Bu durumda Mert’in şansını alması gerektiğini düşünerek, Mert yüksek bir miktar kazandığı an elini uzattı ve
“tebrik etmek istiyorum sizi” dedi.

Mert de onun elini tutarak teşekkür etti.

Sezai, Mert'in elini tutması ile birlikte, onun şansını aldığına inanıyordu ve rahatlamış bir şekilde oyunda bahsi yükseltmeye başladı.

Fakat Mert yine kazanıyordu.
Sinirlenmeye başladı.
Bahsi daha da yükseltti.
Mert yine kazandı.

MANA 1.Kitap 34.Kısım için tıkla..

...

...