MANA 1.Kitap 29.Kısım
MANA 1.Kitap 29.Kısım
Kendine bir şans vermek istersen, biz seni bir toparlayalım.
Yaşamak istediğin hayatı yaşayabiliyor musun, ona bir bakalım.
Baktın ki olmuyor, ne istiyorsan onu yap.
Seni bir temizleyelim, aklayalım, paklayalım.
Kanını bir temizleyelim, onu da bir aklayalım, paklayalım.
Ortamını değiştireceğiz ve eğer bu noktaları geçebilirsen, söz veriyorum sana Bir hayal ve amaç vereceğim...
Bu hayalini gerçekleştirmek için, uğraşmanı sağlayacağım.
Amacına ulaşman için, tam destek vereceğim.
Bak yanımdaki Hanım Zeynep Hanım, kendisi istihbarattan.
Şu an burada oluş sebebi, senin bu medya önünde yapmış olduğun maymunluk nedeniyle, aldığı emir üzerine seni
paketleyip, ömrümün sonuna kadar güneşi dahi göremeyeceğin bir odaya, götürüp tıkmak üzere geldi.
Fakat Zeynep Hanım, her şeyden önce bizim dostumuz.
Biz sana kefil olursak, O da senin bir şansın olduğunu ve bunu kullanmana izin verdiğimizi söyler.
Tabii burada senin için kredimizi kullanmış olacağız.
Kullanın, yüzünüzü kara çıkarmayacağım demiyorum ama elimden geleni yapacağım diyorsan...
Sana kimse dokunmayacak ve hatta seni evimizde misafir edeceğiz.
Lafı uzatmıyorum...
Hani demişler ya, “işte Hendek, İşte Deve ya batarsın ya geçersin.”
Sana, düşünmek için verecek zamanımız olsaydı, verirdim.
Fakat maalesef, böyle bir zamanımız yok.
Biz seni burada bırakıp ayrılırsak, korkarım bir daha arasak da seni bulamayız.
Bunları, seni korkutmak için falan söylemiyorum ha!
Aptallık yaptığını anlayıp kabul edebilen insan, benim gözümde akıllı bir insandır.
Sen gerçekten akıllı bir insansın...
Yaşadığın problemleri birlikte çözeceğimize inanıyorum...
Hadi cevabını ver...
Salih,
“Peki, kendimi size teslim ediyorum ve sizin yöntemlerinizle denemeyi kabul ediyorum.
Çünkü ben bunu kendim başaramam...
Size karşı dürüst olacağım ve gerçekten deneyeceğim.
Ben ya da siz, bu denemenin sonuç vermeyeceğini gördüğünüzde devam etmenin anlamı yok.
O zaman gelirse de ne gerekiyorsa onu yapalım” dedi.
Mert,
“Zeynep abla, iznin varsa, müsaade ediyorsan, Salih'i Bahçe’ye götürelim.
Sacit abinin dediği gibi bu iş sanırım olur.
Salih’i kazanma ihtimalimiz varken, harcanmasına seyirci kalmak istemiyorum.
Fakat bunu söylerken saflığımdan dolayı da söylemiyorum.
Salih gözümüz üzerinde...
Senin için her şeyi yapacağız fakat gözümüz üzerinde bunu unutma.
Şimdi arka masada oturan iki kişi var görüyorsun.
Oradaki beyefendi Sacit Bey, Zeynep Hanım’ın eşidir.
Sana bir şans verilmesini isteyen Sacit Bey’dir ve teşekkür edeceksen, etmen gereken kişi odur.
Onun yanındaki de benim sözlüm Ebru.
Zamanla zaten herkesi tanıyacaksın...
Şimdi şunu da söyleyeyim, ben ve Ebru senin etkilendiğin o serpinti anında laboratuvarda göktaşını analiz etmeye
çalışan doktorlarız.
Sen bir etkilendin, biz ise bin etkilendik.
Fakat şimdi, gideceğimiz yerde rahat edeceksin.
Çünkü orada güçlerini engelleyen sihirli bir bariyer var.
Gerekmedikçe, güçlerini kullanamazsın orada.
Seveceksin orayı...
“Ebru’cum, hadi bizi bahçeye götür” dedi Mert Ebru'ya dönerek.
Ebru oradakileri, bahçenin avlusuna taşıdı.
Salih şöyle bir ortama baktı.
Hiç beklemediği kadar büyük ve olağanüstü lüks olan bu ortamı gördüğünde şaşırmıştı.
Salih şaşkınlıktan kekeleyerek...
“Mert, seni evimizde ağırlayacağız dediğinde ben normal bir apartman dairesi gibi düşünmüştüm...
Oysa burası, padişahları kıskandıracak kadar güzel bir saray.
Vay vay vay, neler var burada...
Ooo, bilardo masası, pinpon masası bile var...
Mert,
“Salih ’cim bak şimdi, burada yok yok...
Her şeyden önce şunu bilmeni isterim ki, burası perili bir Bahçe.
Evet, bu tesisin adı da Bahçe.
Tesis dediğime bakma, burası herhangi bir devlet tesisi falan değil.
Ebru ve benim tapulu malımız.
Sizler de bizim misafirimizsiniz.
Ebru'nun bizi misafirhaneden buraya ışınlar gibi getirmesini gördüğünde anlamışsındır.
Ebru da Birtakım sihirli güçleri var ve Perilerin Ece'si kendisi...
Dolayısıyla, bir peri ordusunun başında ve peri dostları var.
Burada da bizlere hizmet etmeye, gönüllü oldular. Bak yanlış anlaşılmasın sakın.
Sadece sana değil, buradaki herkese söylüyorum...
Periler bizim hizmetçimiz falan değiller.
Hepsi arkadaşlarımız, bize destek veren ve yardım eden dostlarımız.
Ecelerinin yanında olmak adına, bu desteği içtenlikle ve kendi istekleriyle veriyorlar.
O nedenle onlara yapılacak saygısızlık, bize saygısızlıktır...
Rica ettiğiniz her şeyi verirler.
Rica ettiğin her şeyi, senin için yaparlar.
Her şey dediysem, sakın onlardan uyuşturucu madde falan isteme...
Bu tür Absürt istekleri olanların önüne, tuzluk koyuyorlar.
Günün hangi saatinde olursa olsun, gecenin hangi saatinde olursa olsun, karnın acıktığında her ne yemek istiyorsan
iste, sana verirler...
Gecenin üçünde portakallı Pekin ördeği istesem verebilirler mi diye sorarsan, evet onu da verirler.
Şimdi sana 2. katta bir oda vereceğiz.
Odanda her şey mevcut ve yine her istediğini de verecekler.
Sana hizmet de edecekler orada.
Kirlilerini çamaşır sepetine atarsın, temizlenip ütülenmiş olarak biraz sonra, yatağın üzerinde bulursun.
Çay, kahve ne istiyorsan istediğin anda getirirler.
Odanda her şey var...
Televizyondan bilgisayarına, müzik setinden, jakuzi banyona varıncaya kadar her şey...
En üst kat teras, sadece bize ait...
Fakat henüz kalabalık olmadığı için, televizyonu falan oradaki misafir salonunda hep birlikte izliyoruz.
Daha sonra burada nüfus...
Biz bu serpintiden etkilenmiş olanlara insani varlık diyoruz.
Kötülük taşıyan bir yapıda ise mutant diyoruz.
Daha sonra burada nüfus, Ebru ve benim haricimde etkilenen yirmi kadar insani varlık ve belki de yanlarına almak zorunda olacakları aileleri ile birlikte elli, altmış veya iki yüz kişiyi bulunca bu mümkün olmayacak...
Ve zemin katta, yine her şeyin en güzeli mevcut ve aradıkları her şeyi orada bulunacaklar.
Bizim ailelerimiz, anne babalarımız ve Zeynep Hanım gibi, sürekli istişare yapmamız gereken kişiler, sadece en üst katta kalıyoruz. Ayrıca toplantı odası, brifing salonu, haber masası gibi birimler mevcut.
Bak senden de kimseden de bir şey saklamadık, saklamayacağız da...
Ama lütfen bu istismar edilmesin, affetmem bilesiniz...
Evet, biz terasta kalıyoruz ama elbette ki gelip bizimle orada her zaman çay içebilirsin...
Elbette ki bir şey danışacağım zaman, teklifsiz gelebilirsin...
Kısa zamanda senin benim gibi olaydan etkilenen diğer kişiler de buraya gelmeye başlayınca, yalnızlık çekmeyeceksin ve pek çok arkadaşın olacak.
Yani bunları zaten göreceksin ve hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceğini sana anlatmak için konuşuyorum.
Bir de her gelene ben bunları anlatamam, vaktim olmayacak.
Duyanlar duymayanlara anlatmakla yükümlü diyelim. Yeni gelenlere sizler anlatın ve yardımcı olun lütfen.
Her şeyden önemlisi burada güvendesin.
Hiçbir eksiği olmayan, yedi yıldızlı, eşsiz bir sosyal tesiste bulunuyorsun ve bir süre buradan çıkmayacaksın.
Çünkü yüzünü bir kere medyaya gösterdin, seni gördükleri yerde didelerler.
Yok yani biz yokken bir şeye danışma ihtiyacı hissedersen ve direk bize sorman gerekirse, sen havaya konuş o durumda bulunduğumuz ortama göre yazılı ya da sözlü mesaj olarak bize ulaşır.
Hadi şimdi odanı gösterelim.
Güzelce bir temizlen, yun, yıkan...
Periler kanını da temizleyecekler, arındıracaklar.
Sihirli olan dolabında ihtiyacın olan bütün giysiler mevcut.
Üstünü başını bi yepyeni giyin...
Sonra bizler terastayız, gel terasa ve sana ilk yemeğini ısmarlayayım.
Salih’i bırakıp terasa çıktıklarında Sacit Bey, Mert’e kendisini dinleyerek, Salih’e bir fırsat tanıdığı için teşekkür etti.
Mert,
“Sacit Bey, doğru her yerde doğrudur ve doğruyu gösteren kişi de bizim için doğrudur...
Siz doğru bir insansınız Sacit Bey...
Asıl bizi doğruya doğru yönlendirdiğiniz için, biz size teşekkür ederiz” dedi.
Eşine yapılan iltifatlar, Zeynep Hanım'ın çok hoşuna gitmişti ve keyifli keyifli gülümsüyordu.
Ebru Mert'in yanına yaklaşarak,
“O konuşmaların ne kadar karizmatik bir konuşmaydı öyle...
Benimle de öyle karizmatik konuşman için, yanlış mı yapmam gerekiyor” diye takıldı.
Salih biraz sonra, tertemiz, yunmuş, yıkanmış, tıraş olmuş, üstüne başına da çeki düzen vermiş vaziyette yanlarına geldi.
“Mert sizi dinleyerek gerçekten doğru bir şey yaptığımın, şimdi daha iyi farkına vardım.
Allah utandırmasın...
İnşallah birlikte hem beni toparlarız hem de içinde bulunduğumuz durumu toparlarız.
Bahsettiğin kadarı bile ürkütücü olan bir durumun içerisinde olduğumuzu hissediyorum.
Bu konuda bana düşen her ne olursa yerine getirmek için elimden geleni yapacağım bilmeni isterim.
Ayrıca sosyoloji okudum ve yüksek lisansım da var.
Bu konuda size, arzu ettiğiniz zaman yardım edeceğimi bilin” dedi.
Mert,
“Boş ver onları hallederiz, sen şimdi ne yemek istiyorsun bana onu söyle...
Ben sana yemek ısmarlayacağıma söz verdim, sözümü yerine getireyim ki verdiğim sözü tuttuğumu anlayasın” dedi.
Salih şöyle bir tebessüm ettikten sonra, “o halde sizi biraz zorlayayım” dedi.
Uzun süredir burnumda tütüyor ama köprü altında bulmak imkânsız, yaprak sarma istiyorum.
Şöyle bol kepçe bir, kelle paça çorbası istiyorum.
Camından görüp imrendiğim halde paramın olmaması ve üstüm başımın pis olması sebebiyle, lokantaya girip
yiyemediğim o piliç çevirmeyi istiyorum.
Tereyağlı pilav istiyorum.
Cacık istiyorum.
Hasretini çektiğim ve istediğim pek çok şey var daha ama anca bunları yiyebilirim şimdilik herhalde” dedi.
Orada bulunan Sanem Hanım,
“Vah yavrum vah, şimdilik bu akşam böyle idare et.
Ben daha sonra sana, ellerimle yaprak saracağım söz” dedi.
Mert gülümseyerek,
“Salih, bu benim annem Sanem Hanım, yanındaki de Ebru'nun babası Hasan Bey.
Zeynep Hanım ve Sacit ağabey ile tanıştın zaten.
Bak orada oturan Sefer dede ve yanındaki de torunu küçük Hatice.
Arka taraftaki arkadaşımız, Hulki.
Hulki ile sohbet eden, Aycan Hanım.
Burada olduğu halde vücudu olmayıp, sadece gölgesi olduğundan göremediğin arkadaşımız, Armağan...
Armağan tüm olaylara, her şeyiyle vakıftır.
Ona istediğini sorup, hatta ondan nasihat isteyebilirsin.
Seni de bizi de utandırmaz” dedi.
Hep birlikte, Salih'in iştahla yemek yiyişini seyrettiler.
Sonrasında onu utandırmamak için, başından dağılıp televizyon odasına geçtiler...
Vakit ilerlemişti...
Sefer dede,
“Bana müsaade namazımı kılmadım daha... Sonrasında da yatalım ki, sabah namaza kalkalım” dedi.
Tam ayrılacağı sırada televizyonda Zeytinburnu'nu farelerin bastığı fakat işin garibi, fareler ile birlikte pek çok kedinin de geldiği, ancak kedilerin farelere dokunmadığı ile ilgili bir haber vardı.
Mert,
“Sefer dede sen yatar biz batar” dedi.
Sonra ekledi,
“Ayvayı yedik, bu saatte kol gibi dalı tuttuk, bir olay daha var.
Kimse farkına varmadan gidip, şu Fareli Köyün Kavalcısını da toparlayalım, getirelim” dedi.