MANA 1.Kitap 27.Kısım

...

MANA 1.Kitap 27.Kısım

Ebru, yine Mert’in omuzuna yasladı başını ve çay içerek uzun uzun sohbet ettiler.
Sohbet ettikçe birbirlerini daha iyi tanıyorlar ve mutlulukları perçinleniyordu.
Buraya geldiklerinde Türkiye’de saat 12 olmasına karşılık, Malezya’da saat akşamüzeri 5 idi.
İki saat kadar sohbet ettikten sonra, hava hafiften kararmaya başlamıştı.
Fakat İstanbul'da saat öğlen 2 olduğundan aceleleri yoktu.
Ufak bir kamp ateşi yakarak, Safinaz'ın tutup getirdiği harika balıkları pişirdiler.

Yemeklerini yedikten sonra, ateşi söndürüp dağınıklığı topladılar.
Ay Işığında yağmur ormanları ile sahilin birleştiği noktada yürüyüş yaptılar.
Hesaplarına göre Bahçe’de akşam yemeği vakti yaklaşmıştı.
Kendilerini merak edip arayacaklarını düşünerek, geldikleri gibi geri döndüler.

Sanem Hanım ve Hasan Bey,
“neredeydiniz” diye sordu.
Yaptıkları ziyaretleri duyunca, çok duygulandılar.
Hasan Bey Mert'e sarılarak,
“Kendini asla benim damadın olarak görme, sen benim oğlumsun, evladımsın” dedi.

Sonrasında Malezya'nın Redang Adasına gittiklerini söyleyince...

Zeynep Hanım,
“Ayyy ben orayı biliyorum, bilgisayarımın ekranında oranın resmi var.
Ama bu yaptığınız, bizsiz oraya gitmeniz, çok ayıp çocuklar” dedi.

Aycan da serzenişe katılarak ikisi birlikte,
“bizi de götürün, bizi de götürün, biz de oraya gitmek istiyoruz.
Bir dahaki sefere bizi de götürün” diye bağırıştılar.

Ebru da
“Tamam bir dahaki sefere oraya hep birlikte piknik yapmaya gidelim...

Kim bilir, belki de Bahçe'yi ileride oraya taşır ve İstanbul'a gidip gelmek için, sadece Bahçe sakinlerinin kullanabileceği, bize özel sürekli açık bir kapı da koyarız” dedi.

Herkes yemek istemeyi ve nerede yiyeceğini, bulundukları yerde nasıl davranacağını öğrenmişti.

Hiç sorun olmadan, herkes yiyeceğini söylüyor, istediği yerde de yiyordu.
Ne içmek istiyorsa fısıltıyla söyleyip, onu da içiyordu.

Çocukların zaten keyfine diyecek yoktu ve gönüllerince eğleniyorlardı.
Aynı zamanda öğretmen Eylül Hanım rolüne bürünmüş bir pericik de onlara ders çalıştırıyor ve ödevlerinde yardımcı oluyordu.

Yine yemekten sonra, erkekler televizyon odasına geçmişlerdi.

Hasan Bey, Sefer dede, Hulki, Armağan ve Zeynep Hanım’ın eşi Sacit Bey, üst kattaki misafir salonunu mesken edinmişler, televizyonda haberleri hep birlikte izliyorlardı.

Mert onlarla biraz oturması gerektiğini düşünerek, yanlarına gitti.
Hep birlikte haberleri izliyorlardı ki, bir haber o an herkesin dikkatini çekti.
Haber'de Beykoz taraflarında doğal olmayan ve ilginç bir hava durumundan bahsediliyordu.

15 dakika içerisinde dolu yağmış, ardından hava açmış, sonrasında kar yağmış ve tekrar hava açtıktan sonra, en son fırtına eşliğinde biraz da yağmur yağarak, hava durumu normale dönmüştü.

Mevsim olarak, bunların hepsinin de yağmış olması normaldi ama 15 dakika içerisinde bir onun, bir bunun, bir şunun yağmış olması garipti.

Mert Zeynep Hanım’a seslenerek,
“Zeynep abla gelir misin, bu haber bizimle ilgili zannedersem” dedi.

Zeynep Hanım geldiğinde muhabir o bölgede oturan insanlarla röportaj yapıyordu.

Röportajda haberlerde söylenenden de daha kaygılı bir durum vardı.
O da Kasım ayında olmalarına rağmen, bir ara hava sıcaklığının 40 dereceyi aştığının söylenmesiydi.

Mert,
“Evet, korktuğumuz başımıza geldi.
Bunu yapan bizimkilerden birisi ve biz ulaşamadan bütün dünyaya reklam oldu.
Bu zincirin çatlayan ilk halkası ve hadi bakalım ayıkla şimdi pirincin taşını” dedi.

Ebru da gelmiş haberi izlemiş ve kaşları çatılmıştı.

Mert Ebru'ya dönerek,
“Ebru, bir masa oluşturmaları rica etsem senden mümkün mü” dedi.

Masa dediğim, TV kanallarındaki gibi bir haber masası...

Masa çalışanları basını takip edecekler...
Sadece medya olarak bildiğimiz basını değil, aynı zamanda yerel basını ve internet ortamını da takip edecekler.
Şimdi izlediğimiz gibi normal ötesi bir habere rastladıklarında bizi bilgilendirecekler...

Aynı zamanda mesela bu haber için konuşursak, gidip oradaki durumu inceleyip araştıracaklar ve buna kim sebep olmuş, onu belirledikten sonra, onunla ilgili adres ve durum detaylarını bize ulaştıracaklar.

Ebru,
“Anladım Mert” dedi ve yine sempatik hareketlerini yaparak tamam dedi.

Masayı bizim katta oluşturdum.
Toplantı Odası'nın yanındaki salonu, bu iş için ayarladık.
Düzenli olarak takip edip, bizi bilgilendirecekler.
Ayrıca olaylar hakkında bizim öğrenmek istediklerimizi de soruşturup bize bildirecekler” dedi.

“Tamam, o zaman ilk görevleri, şu an televizyonda haber olarak sunulan konu...
Araştırıp, hepimiz buradayken bizi bilgilendirsinler” dedi Mert.

5 dakika sonra masanın başında orayı yöneten pozisyonuna bürünmüş olan ve isminin Asım olduğunu söyleyen, bir Peri geldi.

“Durum hiç iç açıcı değil Mert Bey” dedi.
“Mevsim ve hava ile oynayabilen, bir insani varlık ile karşı karşıyayız.
Hatta tam olarak insani varlıkta diyemeyiz...
Nasıl derler halk arasında bir tabir vardır ya keş diye, işte 60'ların hippileri tipinde ama hippiliğin felsefesiyle alakası olmayan, vurdumduymaz birisi var karşımızda.

İsmi Salih fakat kendisinin ismi ile alakası yok.
Bencil, egoist ve çıkarcı, düzenbazın teki.
Özür dilerim böyle konuşuyorum ama size haberi nasıl görünüyorsa öyle vermem gerektiği için böyle konuşuyorum.
Özünde farklı bir durum varsa onu bilemem.
Ailesi Zonguldak'ta yaşıyor fakat onlarla bağlarını koparmış.
Yaşı 32...

Bu dosyada adres bilgileri ve diğer polis vesaire kayıtları var.
Zaten o gün hastaneye de hâkim kararıyla bağımlılık tedavisi için gidiyormuş.
Benim söyleyeceklerim bu kadar, izninizle ben masaya dönüyorum” dedi ve gitti.

Asım Peri gittikten sonra, bir süre kimseye ne konuşacağını bilemedi.

Sessizliği Mert bozdu ve
“Olayın birden çok yönü var...
Şimdi herkes buradayken, hep birlikte düşünelim ve tartışalım diyorum” dedi ve devam etti...

“Şimdi öncelikle bizim için pozitif değil, negatif bir durum bu...
Yani Sefer dede ve Küçük Hatice pozitif bir durumdu, Armağan pozitif bir durumdu, Aycan Hanım pozitif bir durumdu, Hulki zor görünse de o da pozitif bir durumdu...

Fakat bu Salih, durumu görünen o ki negatif bir durum.
Öncelikle, negatif durumlara karşı ne yapacağımızı hiç konuşmadık.
Hakikaten, böyle bir negatif durum karşısında ne yapmamız gerekiyor.
Zeynep abla bugün pazar akşamı ve birim ile istişare yapmaya da olanak yok kısa zamanda...
Artık sen birimi temsilen, biz durumu temsilen, alacağız kararları.
Sonrasında kafanıza göre karar almış, uygulamışsınız demesinler.

Şimdi bunu konuşmadan önce, olayın diğer bir yönünü söyleyeceğim...

Bu fevkalade olay, medya tarafından yayınlandı ve bütün dünya bu haberi izledi.

Bütün dünya izledi diyorum çünkü öyle tahmin ediyorum ki, bu Mutant olaylarıyla ilişkisi olanlar, tüm dünya haberlerini takip ediyorlardır.

Yani kalemize bir gol yemiş durumdayız.
Ülkemizde bir mutant olayının yaşandığı, artık biliniyor.
Bu olayı kesinlikle takip edecekler ve Salih'i ele geçirmeye çalışacaklar.
Salih bu insanlarla, yağmur yağdırarak ya da havayı soğutup ısıtarak baş edemez.
Neticede müdahale etmezsek, ellerine düşeceği kesin...

Şimdi birinci duruma dönüyoruz.
Müdahale edeceksek, nasıl bir müdahalede bulunacağız...

Yani ne yapacağız?
Gidip bir araba sopa atıp, sonra tutup getirip, burada hapis mi edeceğiz.
Bu noktada herkesin fikrini ve görüşünü belirtmesini rica ediyorum.
Çünkü şu an konuşacaklarımız, bundan sonraki yol haritamızı gibi bir şey olacak” dedi.

Ebru,
“Çok kötü bir durum ve benim aklıma panik atağımdan dolayı, her zamanki gibi hiçbir şey gelmiyor” dedi.

Bir süre sessizlik olduktan sonra Sefer dede
“Ebru kızım, nasıl ki bir haber masası oluşturduysan, aynı şekilde bir Kolluk Kuvveti grubu da oluşturman lazım” dedi ve devam etti...

Bana aldırmayın, ben eskilerin ağzıyla konuşuyorum.
Kolluk Kuvveti dediğim, hani polis desek olmaz, resmiyeti yok...
Ama işte, Osmanlı zamanında vardı bu.
Mahallelerde kolluk kuvvetleri olurdu, adı üstünde bunların kollarında bant olurdu, o banta kolluk denirdi.
Bu kolluklara sahip olan kişilerden oluşan grup, devlet tarafından tanınan bir grup olurdu ve mahallede cereyan eden olaylara, resmi görevliler gelene kadar ön müdahalede bulunurlardı.

Şimdi Ebru kızım, sen böyle bir kolluk grubu oluşturacaksın.
Bunlar ne yapacaklar?
Salih gibi olanları, tabiri yerindeyse paketleyip buraya getirecekler.
Buranın zaten bir atmosferi var.
Gerekmedikçe kimse güçlerini burada kullanamıyor.

Öncelikle bu Salih evladımızı, aramıza oturtacağız ve dinleyeceğiz.
Ona soracağız ve cevaplarını dinleyeceğiz.
Yapmasını istediklerimizi söyleyeceğiz.
Yapıp yapamayacağını dinleyeceğiz.
Pozitif yaklaşıyorsa, kontrollü bir şekilde ona destek vereceğiz.
Negatif yaklaşıyorsa da onu lütfen arka tarafta bir nezarethane oluşturun ve oraya kapatalım.
Sonrasında ne olur ne biter hiçbirimiz bilemeyiz. Zaten iki yol var...

Durumu anlayacak ve makul bir yaklaşım içerisine girecektir.
Ya da fevri davranışlar sergileyerek, bizi karşısına alacaktır.
Ha bizi karşısına alırsa ne yapmamız gerekiyor? Onu bilemiyorum...

Sanırım o nokta, Zeynep Hanım ve tayfasını ilgilendiriyor” dedi.

Ebru,
“Sefer dedeciğim, sen bunları anlatırken ben senin istediğini oluşturdum.
Artık bir kolluk grubumuz var ve Salih'i paketleyip getirmek üzere gittiler bile” dedi.

Sacit Bey söz alarak,
“Arkadaşlar bu yaptıklarınıza, doğru ya da yanlış demiyorum.
Öncelikle belirteyim ki sizi eleştirmiyorum.
Ben deneyimli bir eğitimci olarak, bu tür olaylarla karşılaşmış ve birçoğunu olumlu çözüme ulaştırmış bir kişi olarak, deneyimlerinden yola çıkarak konuşmak istiyorum” dedi.

Sacit Bey’den böyle bir çıkışı, eşi Zeynep Hanım da dâhil, hiç kimse beklemiyordu ve ona kulak kesildiler.

Sacit Bey devam etti...
“Şimdi arkadaşlar, Asım Peri bize bu kişi hakkında pek çok şey söyledi.
Evet, durum aynen öyle görünüyor ve olayı göründüğü şekliyle bize iletti.
Fakat Salih'in bu durumlara gelmeden öncesi ile ilgili, bir bilgi iletemedi.

Ebru araya girerek,
“Periler doğal gidişatı, emir almadan değiştiremiyorlar.
Safinaz bana Ecem dediğinde hayır benim adım Ebru demiştim ama Ecem'in ne olduğunu öğrenince de utandım...

Her peri grubunun bir Ece'si olurmuş ve ben de Safinaz ‘ların grubunun Ece'si imişim...
Hatta Ece’leri olarak ben emir vermiş olsam dahi, bir yere kadar doğal izinleri var, sonrasına yetkileri yokmuş.
Sadece Baş Ece'nin buna yetkisi varmış ve ben baş Ece değilim.

Zaten Perilerin dünya işlerine karışmaları da 30 Kasım 1925'den bu yana yasakmış ve Baş Ece makamı da boşmuş.
Bizim patlama ile birlikte, Perilerin bu yasağı da kalkmış.
Bu patlama, sanırım çok geniş çaplı bir olay ve biz sadece buz dağının su üstünde kalan kısmının, henüz ufacık bir kısmını öğrenebildik.” dedi.

MANA 1.Kitap 28.Kısım için tıkla..

...

...