MANA 1.Kitap 26.Kısım

...

MANA 1.Kitap 26.Kısım

Ebru hemen yerinden fırladı ve mutfakta Safinaz'ın hazırladığı kahveleri alarak, tepsiyle geldi.
Büyüklerden başlamak üzere, terasta bulunanlara kahveleri dağıtarak ikram etti.
Sonrasında köşeye geçti ve ayakta tepsi elinde önünde olacak şekilde beklemeye başladı.
Heyecanlıydı, oturamıyordu.

Mert, annesinin yanına oturmuştu.
Annesi tam söze başlayıp isteme faslına geçeceği sırada Sefer dede yerinden kalktı ve
“Sanem Hanım, izin verirseniz sizin ailenizin olduğu tarafa geçip, size katılmak istiyorum.
Ve izniniz olursa, sizin ailenizin bir erkek üyesi olarak, bu isteme işini ben yapayım” dedi.

Sanem hanımı canına minnetti.
Çünkü heyecandan zaten terlemiş ve daralmış vaziyetteydi.

Sefer dede hiç lafı uzatmadı...
Söze “ yektir Allah ” diye başladı.
Peşinden, “Hasan Bey Allah'ın emri, peygamberin kavli ve büyüklerimizin rızası ile kızınız Ebru'yu, oğlumuz Mert'e istiyoruz” dedi.

Hasan Bey artık heyecandan mı, yoksa şaka olsun diye mi,
“Biz bir düşünelim” dedi...

O bunu dedi ama ortalık buz kesti, zannedersin kış ayazı...

Anlaşıldığı kadarıyla, bunu ciddi ciddi söylemişti.
Fakat baktı ki ortalık buz gibi, “mesela canım” diyerek lafı kıvırdı.

Ve “Mert Oğlum, gerçekten oğlum gibi.
Her ne kadar Ebru benim kızımsa da Mert oğlumu da en az Ebru'yu sevdiğim kadar, oğlum gibi seviyorum.
O nedenle ona kız vermiş olmak veya şöyle olmak böyle olmak..
. Bunlar hiç önemli değil.
Görünen o ki, zaten hep birlikte olacağız. Kimse kimseye bir şey verip, kimse kimseden bir şey almıyor.
Zeynep hanımın sert bakışlarına binaen, lafı uzatmayacağımı söylüyorum ve “verdim gitti” diyorum. Allah, hayırlı, uğurlu etsin” dedi.

Herkes derin bir oh çekti...
Bu iş de böyle tatlı tatlı halledilmişti.

Zeynep Hanım, “Safinaz göster kendini” diye seslendi.

Safinaz Peri görünür hale geldi.
Herkes Safinaz Periyi ilk defa görüyordu ve o kadar şeker ve tatlı birisini görmeyi beklemiyorlardı.

Safinaz Peri’yi o ilk görüş anında herkesin yüzündeki tebessümü ve ağzındaki nasıl derler, o smile hareketi var ya, onu görmek lazımdı.

Zeynep Hanım Safinaz'a,
“Safinaz’cım rica etsem, Mert ve Ebru için birer tane söz yüzüğü verir misin” dedi.

Safinaz elini cebine soktu çıkarttı ve bir kutu verdi.

Zeynep Hanım o kutuyu aldı ve Sefer dedenin yanına giderek, Sefer Dedecim bu kutunun içerisinde iki tane söz yüzüğü var.
Birbirlerine kurdele ile bağlanmış vaziyetteler.

Lütfen onları gençlere hayır duasıyla takarak, kurdeleyi keser misin” dedi.

Kız isteme faslından sonra, bir de tekrar söz faslına vakit bulup da şu faslı, bu faslı, bunlara vakitleri olmayacağı için, bu çocuklara büyük bir iyilik yapıyorum ve şu anda bu işi bitiriyorum” dedi.

Zeynep Hanım dönerek,
“itiraz var mı” dedi.

Sanem Hanım Kaşlarını kaldırdı “Hayır” dercesine...

Döndü,
“Hasan Bey, itiraz var mı” dedi.

Hasan Bey de başını hayır manasında sağa sola salladı...

Görüyorum ki kimseden itiraz yok...

“Sefer dedeciğim haydi bismillah” dedi.

Sefer dede yüzüklerin olduğu kutuyu aldı, açtı, yüzükleri içinden çıkarttı.
“Safinaz'cım bir de makas rica edeyim” dedi.

Safinaz olayın ambiyansına uygun, elmas taşlarla süslü, altın bir makası, kadife bir minderin üzerinde getirdi.

Sefer dede gençlerin yüzüklerini taktıktan sonra, güzel dualar ile kurdeleyi kesti ve “Allah, tamamına erdirsin çocuklar” dedi.

Öncelikle sizlere bu olay için hayırlı olsun demiyorum.
Sebebine gelince Allah indinde hayır dünyada değil cennette kazanılan mertebedir.
Ve göz açıp kapayıncaya kadar buyurduğu dünya hayatının, Allah için pek de bir önemi de yoktur.
Allah dünyada çeşitli çileler vererek cenneti kazanmanıza yardımcı olur.
Yani hayırlı olsun derseniz bu dünyada çok sürünürsünüz çocuklar.
Evet cennette kazancınız artar ama bu dünyada çile çekmek gerçekten de zor be güzel çocuklarım.

O nedenle dilinize yapışmış şu hayırlı olsun, hayırlısı olsun lafından kurtulun.
Bunun yerine Allah size lütfu ile versin, izzeti ikramı ile, karşılıksız ve bedelsiz versin diye gerçek duygularınızı belli ederek dua edin.
Allah kendisi ile konuşulmasından çok hoşlanır.
Onunla konuşun ve Allah ayetinde “ Talebena Vecedena ” buyurmuş.
Yani diyor ki kulum benden ne isterse onu veririm.
O nedenle lütfen bir robotun x-0074 demesi gibi ezberden hayırlısı olsun gibi kalıplardan kurtulun.
Allah'tan samimiyetle isteyin.
Çünkü Allah ne isterseniz onu vereceğim diye bir söz vermiş.

Lafı uzatmayayım da burada size bu söylediklerimi dua ve söz hediyesi olarak vermiş olayım. “Dedi

Herkeste tatlı bir tebessüm olmuştu.
Zeynep Hanım’ın bu şekilde davranması, aslında onlar için bulunmaz bir nimetti...

Zeynep Hanım,
“Hiç kimse, hiç kimseyle, hiçbir kelime konuşmadan, doğruca gidiyor, yatağına yatıyor.
Sabah kalktığımızda ki, yarın biliyorsunuz günlerden Pazar, herkes şöyle bir uyusun 6 saat, 7 saat, 8 saat...
Nasıl söyleyelim şöyle yapalım, saat işte şimdi iki küsur, işte çocuklar çoktan yattı onlar erken kalkarlar...
Yarın sabah 9 buçukta herkes burada birlikte kahvaltı edecek ve kahvaltıda bu olayı kutlayacağız uygun mudur?”

Herkes uygundur manasında başını sallayınca, Haydi bakalım, “şimdi hiç kimse kimseyle bir şey konuşmadan, doğru yataklara” dedi Zeynep Hanım.

Ve onun doğru tavsiyesini herkes dinleyerek, hiç konuşmadan odalarına geçtiler.

Ebru ile Mert, birbirlerine yaklaştılar.

Zeynep Hanım,
“Mert, Ebru kızımızı alnından öpebilirsin bugün ancak.
Söz sonrası uygun olanı bu...
Sonrası sonra, hadi bakalım...

Birbirinize hiçbir şey demeden, gözlerinizde konuşarak odalarınıza geçin.
Çünkü bir konuşmaya başlasan, sabaha kadar bitmez yani...”

“Bugün o kadar çok şey yaptınız ki, Seferde dedelere gittiniz, Hulki’ye gittiniz, Aycan’a gittiniz, gittiğinizde gittiniz...
Sonra bir de geldiniz...

Gittiğiniz yerde bir sürü olaylar yaşamışken, üstüne üstlük birde heyecan yaşadınız burada...
Hep beraber yok kız isteme, yok söz kesme, e bundan sonrası insanı yorar.
Hadi bakalım çocuklar, hiç konuşmadan lütfen, beni kırmayın herkes gitsin yatsın.
Bir 10 dakika yattığı yerde mutluluktan şöyle tavanı seyrede seyrede baksın.
Ondan sonra uyusun...

Sabah görüşelim, yarın Pazar.
Dediğim gibi birkaç şey konuşacağız.
Onun dışında bahçede oturursunuz, istediğiniz gibi konuşursunuz birbirinizle” dedi ve onun tavsiyesini dinleyerek herkes gitti yattı.

Gerçekten de herkes ne kadar yorulduğunu, yatağa yatınca anladı.
Hani derler ya “herkes yattığı yeri beğendi” ...
Aynen öyle oldu, diğer bir deyimle “herkes başı yastığına değmeden uyudu” …

Mert uyandığında saat sekiz buçuktu.
Elini yüzünü yıkayıp, tıraş olduktan sonra, dışarıya çıktığında herkesin kendisinden önce uyanmış olduğunuzu gördü.

Çocuklar bahçenin avlusunda ip atlıyorlardı.
Hulki de avluda oturmuş, bir yandan çocukların cıvıltılarını dinliyor, Bir yandan da kahve içerek elindeki gazeteyi okuyordu.

Zeynep Hanım'ın eşi Sacit Bey, Hasan Bey ve Sefer dede ile birlikte televizyonda sabah haberlerini izliyordu...

Mert onlara selam verdikten sonra, terasa doğru yöneldi.
Kadınların hiç birisi ortalıkta görünmüyordu.
Muhtemelen terasta, kahvaltı hazırlığı ile meşguldüler.
Terasa vardığında gerçekten de herkesin orada olduğunu gördü.

Ortalıkta ışıklar saçan, sabun köpüğüne benzer bir şey dolaşıyordu.
Bu şey Mert'e yaklaştı ve “hayırlı sabahlar Mert abi” dedi.
Mert önce şaşırdı, fakat sonra onun Armağan olduğunu fark etti.

Armağan,
“Zeynep abla bana kızdı”.
“Kadınların olduğu yerde öyle gölge gölge dolaşamazsın, kadınların özel durumları olabilir, edep dışı bir duruma sebebiyet vermemek için, seni bir şekilde fark etmeleri için, Safinaz Peri’den sadece Bahçe'miz için, senin olduğun yerde ışık saçan bir sabun köpüğü bulundurmasını istedim” dedi.

Mert güldü ve
“haklılar Armağan” dedi.

Kadınların yanına yaklaştığında Zeynep Hanım,
“Mert, annen yaktı bizi” dedi.

Sanem Hanım, sabah kahvaltısını Safinaz'ın hazırlamasına izin vermişti ancak, kendilerinin de elleriyle hamur işi yapmalarını istemişti.
Bu kahvaltı bir yerde söz yemeği gibi olduğundan, biraz emek sarf etmek lazımdı.
Kadınlara hamur yoğurtmuş, sac üzerinde çeşit çeşit gözlemeler ve Çi börekler yaptırmıştı.

Mert, Zeynep Hanım’ın bu yakınmasına sadece “Allaaaaaah” dedi.

Uzun zamandır saç gözlemesi ve Çi börek yememişti ve aslında ikisi de burnunda tütüyordu.

Ebru'ya dönerek,
“Ebru, bu yaptıklarınız ömür boyu yapılacak şeyler, aman diyeyim iyi öğren, Safinaz da öğrensin” dedi.

Ebru,
“Vallahi 40 kadın bir araya gelsek, Sanem annemin eline su dökemeyiz.
Safinaz pişenleri gördükçe yutkunup duruyor” dedi.

Sanem Hanım bunun üzerine,
“Biz hamur teknesinin içine doğmadık, zamanı gelince siz bizden daha iyi olursunuz, hiç merak etmeyin” dedi.

Gülüşmeler içerisinde kahvaltı sofrası hazırlanmıştı.

Avludakiler ve televizyon odasındakiler çağrıldı.

Herkes kahvaltının hakkını vererek yedi.

Sefer dede,
“Bu normal bir yemek değil, bu bir söz yemeği, o nedenle iki dakikalık bir duası var...
İzniniz olursa, ben o duayı yapacağım, siz sonunda âmin der, bir Fatiha okursunuz” dedi.
Ve duasını okudu...
Herkes tüm kalbiyle istekli olarak Fatiha okudu...
Yüzlerinde tebessüm oluştu.

Mert kahvaltıdan sonra ayağa kalkarak “izninizle, sözlümü alıp avluya indirmek istiyorum” diyerek Ebru'yu alıp aşağı kaçırdı.
Bahçe’nin avlusunun bahçesinde bir süre yürüdükten sonra, Mert Ebru'ya,
“Ebru Rica etsem bizi iki yere götürür müsün” dedi.

Ebru,
“İki yer mi, o ne demek” diye sorunca...

“Önce benim babamın mezarına gidelim, seni onunla tanıştırmak istiyorum, Sonra da senin annenin mezarına gidelim, ona da saygılarımı sunmak istiyorum” dedi.

Ebru'nun hoşuna gitmişti ve hiçbir şey söylemedi, portal dahi açmadan gözlerini yumup parmaklarını kıpırdadı ve Mert'in babasının mezarının başındaydılar.

Mert,
“Babacığım, seni Ebru ile tanıştırmak istiyorum, Ebru senin inşallah gelinin olacak, dün akşam sözlendik.
Allah izin verirse, düğünümüzden sonra da seni ziyarete geliriz” dedikten sonra, bir süre sessiz kalıp dua etti.
Ve Ebru'ya ettiği işaret ile Ebru, yine aynı şekilde kendi annesinin mezarının başına geçirdi ikisini de...

Mert Ebru'nun annesine saygılarını sundu, aynı şekilde Ebru da annesine Mert'i tanıttı.
Ona da dua ettikten sonra Mert Ebru'ya,
“ kimsenin olmadığı, sahilinde gölge yapan ağaçların bulunduğu bir deniz kenarına gidelim” dedi.

Ebru biraz düşündükten sonra, yine aynı hareketlerle onları Malezya'nın Redang Adası sahiline götürdü. Burası inanılmaz güzellikte ve ıssız bir yerdi.

MANA 1.Kitap 27.Kısım için tıkla..

...

...