MANA 1.Kitap 25.Kısım
MANA 1.Kitap 25.Kısım
Neticede de aslında kendi istedikleri gibi bir ev kuruyorlar.
Gerçi orada da özgürlük çok kısıtlı.
Yani özgürlüğü anlatırken, her konuda özgürlük, özgürlükte de özgürlük gerekiyor.
Ne demek istedim burada?
Şimdi şunu söylemeye çalışıyorum...
Günümüzde bile böyle ki, eskiyi hiç karıştırmayın ağlarsınız...
Kız ile oğlan gidip kendi oturacakları evin, salon takımını kendileri beğenip alamaz.
Yani yüzde altmışı yetmişi alamaz...
Belki yüzde otuzluk kısmı alabilir kendi beğendiği mobilyayı.
Ama bunu yapabilmesi için de kızın ya da oğlanın veya her ikisinin de ailelerden hiçbir maddi beklentiye
ihtiyaçlarının olmaması lazım.
Aileler hiçbir kuruş yardım etmese bile her şeylerini kendileri yapabilecek kapasitede olmaları gerekiyor.
O zaman kimseye eyvallah etmezler, giderler istedikleri şeyi alırlar.
Ama salon takımının parasını kendileri karşılayamıyor veya bir kısmını kendileri karşılıyor bir kısmını karşılamıyor, bir şeylere gerek kız tarafı gerek erkek tarafı bu konuda destek oluyorsa...
Maalesef parayı veren düdüğü çalıyor ve parayı verenin tavsiye ettiği takımı almak zorunda kalıyorlar.
Şöyle rahatça oturacağı minderli bir köşe takımı istiyor.
Belki televizyonu da karşısına koyacak.
Televizyon seyrederken orada uyumak istiyor.
Sonra kalkıp yatağına gitmek istiyor.
Fakat büyükler buna izin vermez ki...
O neymiş öyle salonda uyumak.
Öyle şey olur mu, gidin odanızda uyuyun der, keser atarlar.
Ve size de bir salon takımı alırlar, bir yemek odası takımı alırlar, vitrinler alırlar, içlerini de kendileri
doldururlar.
O salonun kapısını da kapatırlar.
Niye kapatırlar?
Misafir gelince oraya alacaklar ya, kirlenmesin...
Siz kullanamazsınız evinizin en büyük odasını. Salon dediğimiz, evin en büyük bölümü müze şeklindedir.
Misafirden misafire açılır ve misafirler gidince kapatılır.
Hatta misafir gidince, diğer misafir gelene kadar tozlanmasın diye, mobilyaların üzerine çarşaf serenler gördüm.
Ne gülüyorsunuz?
Ama emin olun şu an yani yarı yarıya diyelim, ya çok abartmayalım ama yaşanılan evlerin yarısı bu şekilde.
Salona misafir gelmeden kimse girip çıkamıyor.
Bir müze şeklinde...
Her evde bir müze var.
Bu zinciri kırabilene de helal olsun.
Yani çocuklar, bunları size neden anlatıyorum?
Annenizi, babanızı anlayın diye...
İşte bazı şeylerin düzenlenmesi, bazı şeylerin değiştirilmesi, bazı şeylerin zihinlerden topyekûn kaldırılıp atılması gerekiyor.
Eskiden köy yerinde kız ile oğlan evlendirilecekleri zaman bu döşek dediğimiz yer yatağının yapılması işini, kız
tarafı üstlenirmiş.
Yeni çifte ev kurulurken birlikte çalışıyorlarmış. Bu bir iş bölümü, imece gibi bir şey...
Oğlan tarafı da ne yaparmış?
İşte o da kendisine göre, o zamanının oturacak sandalyesini, o zamanlar oturulacak işte ne vardı, tahtanın üzerine
işte şilteler konulan Sedirler...
Yok, ne bileyim, biraz daha sonralar yaylı somya dediğimiz, işte arkasında da hasır kırlent dediğimiz yaslanacak içi saman dolu sert minderler vardı.
O somyanın üzerinde işte yün yatak olurdu, üstünde kalın örtü...
Gündüz orada oturulurdu, akşam olduğu zaman da o hasır kırlentler alınıp çarşaf serilir, yastık ve yorgan koyulur,
orada uyunurdu.
Eskiden böyle bir durum vardı.
İş bölümü yapılmış ve mutfağın kap kacağını kız tarafı hazırlanmış, tabii durumları müsait değilse erkek tarafı da
yardım etmiş...
Ama yani eski köylerin tenceresi, tavası işte...
Bunu kız tarafı ayarlıyor.
İşte bu dediğimiz oturacak, yemek yenecek, yatılacak, masa, sandalye, şudur, budur, somyadır, bunları da erkek
tarafı alıyor ya da elle yapıyor.
Sonra tuttuk biz modern bir devre geçtik.
Adı modern oldu ama aynı şeyleri devam ettirmeye çalıştık.
Ben hiçbir zaman için iki tarafın bir araya gelip de bunları düşünen, şuna şuna şuna şuna ihtiyaç var dünür...
Sen buraya ne kadar bir bütçe ayırabiliyorsun...
Ben de şu kadar bütçe ayarlayabiliyorum.
Çocuklar sizin bunun için ayrılmış bir kenarda paranız var mı?
Bunları oturup konuşup da hadi bakalım siz bir önce dolaşın, bir bütçe çıkarttın ortaya.
Yani biz, şunu şunu şunu şunu şunu alacağız, bunun içinde misal veriyorum bir milyon liraya ihtiyacımız var.
Bizim buna ayırdığımız iki yüz bin liramız var.
Sekiz yüz bin lira açığımız var diye gelin karşımıza.
Biz de sekiz yüz bin lirayı diyelim ki, dünür durumun nedir benden bir beş yüz bin lira çalışır.
Senin durumun nedir?
Sorun değil, kalan parayı ben tamamlarım, veririm. Hadi bakalım, her şey çocuklarımızın mutluluğu için...
Yani böyle bir tablo görebiliyor muyuz?
Böyle bir tabloyu görmek için, cennette olman lazım ki burası dünya...
O zaman şunu unutmayacağız...
Her kuşağın, kendisine göre birtakım doğruları var.
Sizin kuşak, önceki kuşağa göre farklı doğrulara sahip.
İşte kuşak çatışması dediğimiz olay da bu zaten.
Burada gençlerin, kendilerinden önceki kuşağın doğrularını kabul etmelerinin imkânı yok.
İşte fedakârlık önceki kuşağa düşüyor.
Ne yapacaklar, yeni kuşağın doğrularına adapte olacaklar, uyum sağlayacaklar.
Bizim doğrularımız bunlar diye yeni kuşağa dırdır etmeyecekler.
Gelinler, kaynanaları niye sevmez biliyor musunuz?
İşte bu en baştaki, gelinin isteklerini değil de kendi isteklerini yaptırdığı için, oluşan kin ve nefret, ömür
boyu devam eder...
Her kim ne derse desin, işin aslı bu...
Aynı şekilde damatlar da kayınpederlerini, ilk zamanlardaki kendi doğrularını ön plana çıkartıp, gençler için,
nasıl söylenir gıcıklık yapmalarından ötürü, daha sonra işte kan bir kere soğudu mu tekrar kaynamıyor.
Çelik fabrikalarında en büyük problem, herhangi bir enerji sıkıntısı olursa, erimiş halde borularda akan demirin
donması.
Bu olursa daha sonra o borulardaki Demiri eritemiyorlar.
Donmuş bir çelik haline geliyor.
Çözümü çok çok zor.
Yani onun için, kesinlikle o borulardaki demirin soğumaması, akar vaziyette olması gerekiyor.
Çok kaynatırsanız da boruyu deler.
Yani öyle bir ayar vereceksiniz ki, akar vaziyette olacak.
Yani bir soğukluk girdi mi, o demir bir kere dondu mu, sonra düzelmez...
Aileler arasında gençlerle büyükler arasında her ne kadar ondan sonra Birtakım birbirlerine gülümsemeler, gülücük
vermeler varsa bile, o bir daha dikiş tutmaz.
Ömür boyu gelin kaynanaya gıcık, damat kayınpeder ve kayınvalideye gıcık.
Yüz yüze, karşı karşıya geldikleri zaman, birbirlerine tebessüm edip görüşürler.
Sonrasında hem dışından söyleyebilir, söyleyemese bile içinden söyler.
Neyse kötü bir şey söylemeyeyim, söyler işte ya, işte bir şeyler söyler...
Nereden nereye geldik...
Ben size annenize, babanıza karşı, anlayışlı davranın, onlar iyi insanlar, onlar da size karşı anlayışlı
olacaklardır, Oluyorlar da ve zaten gördünüz bunu.
Şunu söylemek için sosyolojik makale yazdık.
Konu nereden nereye geldi.
Demek ki, ne dertliymişim arkadaş yaa...
Çok şükür sizin başınızda böyle bir gelin, damat, kaynana olayları yok.
Ama işte sosyal medya, basın, çevremiz bunlarla dolu.
İnsan bunlara üzülüyor, birikiyor üzüntüler ve yerli yersiz zamanlarda dökülüveriyor.
Neyse ben de bir psikoloğa gitmiş kadar sayenizde rahatladım.
Çocuklar boş verin her şeyi...
Siz en doğrusunu, en güzelini yaptınız.
Allah sizi mesut ve bahtiyar etsin...
Ömrünüzün sonuna kadar, birbirinize şu anki sevgiyle baktığınız gibi bakın.
Ufak tefek problemler yüzünden, kimse kimseyi kırmasın.
Yani üç günlük dünya, iyi geçirirseniz, kendiniz mutlu olursunuz.
Ebru Safinaz ile sen, şuraları bir toparlayın...
Daha doğrusu Safinaz halleder, sen babanın yanına git.
Onunla birazcık şöyle, on dakika konuş...
Mert sen de annenin yanına git ve on dakika da sen konuş onunla...
Evet, sonrasında herkes, saat şu anda çok geç olmuş.
Saat Gecenin ikisi olmuş.
Siz pavyona gittiniz, kavga dövüş ettiniz, Aycan’ı kurtardınız geldiniz.
Ooo ondan önce Sefer dede küçük Hatice ve Hulki durumları da vardı değil mi?
Arka bahçede on dakika birbirinizi sevdiniz, konuştunuz, anlaştınız.
Burada ben de sizinkileri oyaladım. Eee şimdi ne yapacağız.
Bu işi sabaha bırakmak doğru değil ama çok da geç oldu.
Şöyle yapalım şimdi...
Burayı bir 10 dakikada hazırlasın Safinaz.
Siz hemen gidin konuşun 5 dakika ve ailelerinizi de alın gelin buraya.
Bende uyanık yakaladığım ya da uyandırabildiğim herkesi alıp geliyorum.
Bu işi burada bitirelim sabaha bırakmayalım.
Sabahın şerri, gecenin hayrından iyidir derler ama o da eski kuşağın sözü.
Bu devirde gece yapılan işler daha sağlıklı oluyor.
Çünkü gece yatılır, düşünülür, taşınılır ve insanın karnını kurtlar kemirir.
Yani bu iş olur diyen, sabaha olmaz diyebilir, fikirler değişebilir.
“Hayır işlerinde acele etmek gerekir” hadisi var.
Bu tür şeyleri, hemen sıcağı sıcağına halletmek lazım.
Ha Allah'ın yaradan, Halik sıfatı.
Ha diyin gidelim derler ya...
İşte orada yola çıkalım, Allah işimizi kolaylaştırıcı sebepler yaratıp, yolumuzu açık etsin manasınadır o söz...
Hadi...
Dediğim gibi dağlıyoruz, dağıl, Ha diyin marş marş.
Çocuklar, anne ve babalarını almak üzere gittiler.
Zeynep Hanım sağa sola bakındı kim var, kim yok diye.
Zaten bulundukları Bahçe’de tüm nüfus, Aycan Hanım, Armağan, Sefer dede ve küçük Hatice, Hulki ve bir de kendileri
vardı.
Kendileri kısmında çocukları ve eşi çoktan uyumuştu Zeynep Hanım'ın.
Ayakta çok lazımmış gibi bir Aycan vardı.
Armağan’ın kapısını çaldı.
Armağan oturuyordu odasında...
Ona özetle durumu anlattı ve istemenin şimdi yapılacağını söyledi.
Armağan tabii ki dedi.
Sefer dedenin yanına gitti.
Sefer dede Kur'an okuyordu.
Ona durumu izah edince, “Tabii kızım, hemen geliyorum fakat Hatice uyuyor” dedi.
O da
“Bizimkiler de uyuyor dedeciğim, çocuklara göre bir zaman değil zaten” dedi.
Hulki’ye uğradı.
Hulki,
“Elbette mutlulukları görmek beni rahatlatıyor, tabii ki geleceğim” dedi.
Zeynep Hanım görevini yapmıştı ve on dakika sonra, olabilen herkes terastaydı.
Toplanan kişilere seslenerek,” arkadaşlar Bahçe’de bulunanların yarısı uyuyor.
Diğer yarısını da yataklarından topladım getirdim.
Saat Gecenin iki küsur vakti olmuş.
Sabaha bırakmanın da doğru olmayacağını düşünerek, şu an bunu yapacağız.
Fakat lütfen kısa kesin...
Herkesin bir gözü uyuyor, bir gözü uyanık, hadi bakalım” dedi.