MANA 1.Kitap 23.Kısım

...

MANA 1.Kitap 23.Kısım

Mert,
“Aycan Hanım benim adım Mert, şimdi burada hiç kimse hiç kimsenin ne astı ne de üstü.
Ne memuru ne amiri ne de patronu...

Fakat bu kadar kişinin içerisinde olayın başından beri var olan ve olaya her yönü ile vakıf olan kişi sıfatı ile konuşuyorum.
O nedenle ben konuşuyorum.
Yoksa buradaki arkadaşlar darılıp gücenmesin, herhangi bir üstün vasfım olduğu veya onların amiri pozisyonda olduğum için değil”

“Ebru ile ikimiz o hastanedeki patlama anında laboratuvarda bulunan doktorlarız.
Olay bizimle birlikte başladı.
Bunları daha sonra konuşacağız...

Sadece şunu sormak istiyorum,
“Zamanı yavaşlatma özelliğiniz için mi tutuyorlardı pavyonda sizi” ...

Aycan,
“söylediğinize göre herkesin bir yeteneği var.
Fakat benim iki yeteneğim var.
Birisi evet zamanı yavaşlatıyorum.
Diğerine gelince, metallerin cinsini birisinden ötekisine çevirebiliyorum.

Yani alüminyumu demire, demiri bakıra ya da en önemlisi bu herhalde her şeyi altına...

Anlamışsınızdır olayı...

Bunu bir kere ben farkında olmadan yaparken, şahit oldu pavyonun patronu.
Ve beni altın yapmaya zorlayarak, orada tutuyordu.”

Mert,
“Peki yaptınız mı altın onlara” dedi.

Aycan,
“Ben de onlara yalan söyledim.
Günde en fazla, yarım kilo yapabildiğimi söyledim.
4 gündür onların esiriyim ve iki kilo kadar yaptım.
Ne yapayım, ancak bu şekilde kendimi koruyabildim.
Verdikleri metal büyüktü.
İki kilo kadardı...
İşte dört günde altına döndü.
Memnundular durumdan.
Yani bir anda yüzlerce kilo yapabildiğimi görselerdi, iş çığırından çıkacaktı.
Ben de böyleyim işte, onları oyalayıcı bir yol bulmaya çalıştım”

Mert,
“Yani sadece güzelliğiniz, görüntünüz, endamımız değil, aynı zamanda aklınızda pek hoşmuş, sizi tebrik ediyorum” dedi.

Fakat bunu dediğine bir anda pişman oldu.
Çünkü ensesinde bir kaplan hırlamasına benzer, Ebru'nun nefesini hissetti.

Aslında Ebru ile aralarında resmiyete dökülmüş bir sevgili durumu yoktu.
Ama yine de Mert Ebru’yu, Ebru da Mert'i sahiplenmiş görünüyordu ve sahiplenme, kıskanma noktasına kadar ulaşmıştı.

Mert,
“Aycan Hanım, size istirahat edeceğiniz odanızı göstersinler, burada her türlü ihtiyacınız periler tarafından anında sihir ile karşılanır.

Dinlenin, temizlenin, yemeğinizi yiyin, istediğiniz içecekler de mevcut.
Evinizde olan bir şeyin, burada eksikliğini hissettirmeyiz size.
Zaten siz öncelikle bir istirahat edin, epeyce yormuşlar sizi, bunları sonra konuşuruz” dedi.

Bunun üzerine Aycan,
"Mert ‘cim bu dediklerini seninle beraber yapsak...

Benim sana gerçekten içim akıyor ve yakın dost olmak istiyorum seninle.
Beni başkasıyla göndermek yerine, sen gelemez misin bana bunları göstermeye” dedi.

Mert'in cevap vermesine fırsat vermeden, Ebru olaya kartal misali dalış yaparak,
“O’nun benimle işi var, siz isterseniz kendiniz yapın, sizinle gelemez” dedi.

Zeynep Hanım, arka taraftan kıkırdıyordu ve
“Onların ilgilenmeleri gereken elektrik durumları var,
onlar şu an meşgul Aycan Hanım, gelin ben size yardımcı olayım” diyerek Aycan’ı aldı ve götürdü.

Tabii bu arada Ebru yine kıpkırmızı olmuştu.
Allah'tan Zeynep Hanım’ın dışında durumu anlayıp, sezip dalga geçen kimseler yoktu.

Ebru halen yarı sarhoşlar gibi, dengeli bir dengesizlik içerisindeydi.
Aynen hani filmlerde olur ya, oğlan kızı bileğinden tutar ve çeker götürür.
İşte aynen, bu anda da bu oluyordu.
Tek bir fark vardı, bilekten tutan Ebru, çekiştirilerek götürülen Mert’ti.

Ebru, içinde bulunduğu şoktan, bir türlü çıkamamıştı ve şokun etkisiyle oluşan deli kuvvetiyle, Mert’in bileğinden kavradığı gibi onu gözlerden uzak olan yan bahçeye götürdü.

Yan bahçede sadece çiçekler ve birkaç da ağaç ile bir yürüme alanı vardı.
Orasını kendileri planlamamış, Safinaz peri eksikleri tamamlaması söylendiğinde bu şekilde ayarlamıştı.
Nostaljik yürüyüşler için planlamış bir alandalardı.

Ebru sağına soluna bakındı ve oturacak bir yer aradı.
Fakat oturacak bir yer yoktu.
Sinirli bir şekilde,
“ Safinaz oturacak bir yer lütfen” dedi.

Safinaz işine sahip çıkan ve emek verdiği şeyleri koruyan bir yapıya sahipti.
Ortamın ambiyansını bozmayacak şekilde nostaljik bir bank belirdi.

Ebru banka oturdu ve Mert'e bankın diğer tarafını göstererek,
”Mert, Lütfen oturur musun” dedi.

Mert ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı.
Fakat en basitinden, Ebru'nun bir panik atak geçiriyor olabileceğini düşünerek, yanlış bir şey yapmamak adına susuyordu.

Bu tür durumlarda panik atak geçiren kişinin, Öncelikle konuşması ve atağının temel noktası hakkında bilgi vermesi gerekiyordu.
Yoksa panik atağın sebebini bilmeden yapılacak her türlü konuşma, ters tepen bir nasihatten ibaret olacak ve panik atak geçiren kişinin çılgın gibi davranmasıyla sonuçlanacaktı.

Mert oturdu ve Ebru’nun konuşmaya başlaması bekledi.

Az sonra Ebru hıçkırarak ağlamaya başladı.
Ağlarken bir yandan da
“Seni kaybettiğimi sandım, havada o kurşunların sana gelişini, adeta ağır çekimde izledim.
Kendimi o kurşunların önüne atmak için, o kadar çabaladım ki…

Fakat seni kurtarmayı başaramadım.
Gözlerimin önünde kurşunların sana isabet etmesini ve ölümünü izledim.
Ben daha önce, böyle bir acı yaşamamıştım Mert” ...

Sen şimdi diyeceksin ki,
“Bak hiçbir şeyim yok sapasağlamım”.
Fakat sana bir şey olmuş olsa da olmamış olsa da ben o kurşunların sana dediğini hissettim.
O kurşunlar sana değdiğinde belki senin canını hiç acıtmadı.
Sonrasında o kurşunların senden sekerek, duvara saplandığını da gördüm.
Fakat her ne olursa olsun, o kurşunlar sana ilk değdiğinde benim ömrümden ömür gitti.
Mert ya sana gerçekten bir şey olsaydı, ben ne yapardım.”

Ebru içinde birikenleri dökmüştü.
Ve nefes alışı normale dönmeye başlamıştı.

Mert artık konuşabileceğini anladı.
Fakat konuşmadan önce, kendisini daha iyi hissetmesi gerektiğini düşünerek, Ebru'nun yanına yaklaştı ve kolunu Ebru'nun omuzuna atarak, onu Kendisine doğru çekti ve de Ebru'nun başını kendi sol göğsüne yaslayarak, onu sımsıkı sardı.

Bu sarılma ile birlikte, Ebru'nun ağlamasın Durmuş, nefes alışverişi tamamen normale dönmüştü.

Mert, “Her şey o kadar ani oldu ki, ben de hiçbir şey yapamadım.
O adamın tabancasının kabzasıyla senin ensene vuruşunu, aynen senin benim göğsüme değen kurşunları izlediğin gibi izledim."

Sonrasında Ebru’nun yüzüne doğru eğildi ve
"hakikaten sen o tabanca kabzasının ensene vurulmasıyla yere yıkıldın, o anda da bayıldın.
Peki, nasıl gördün bana gelen o kurşunları ve sonrasındaki olayları” ...

O tabancanın kabzası enseme vurmadı.
Evet, bir miktar ensemle temas etti fakat Safinaz Peri bana zarar verecek derecede bir vuruşa engel oldu.
Sonrasında da yere ben yıkılmadım.
Safinaz beni aşağıya çekti.
Gayet güvenli bir şekilde olanı biteni tüm netliği ile izledim.

O son adamın, sana bıçak saplamaya çalışması anında yine ayağa kalkarak ona engel olmaya çalışmak istedim.
Fakat Safinaz Peri, bana engel oldu.
Senin vücudunun kurşun geçirmediğini, dolayısıyla bıçağın da sana zarar veremeyeceğini söyleyerek, kalkmama izin vermedi.

Mert,
“Aferin Safinaz'a, içimizde hiç değilse bir tane aklı başında birisinin olması çok güzel” dedi.

Daha artık bu noktadan sonra, her şey gözle görülüyordu ve ilişkinin adının koyulması gibi bir çabaya gerek yoktu.

Bir erkek bir kadının üzerine, sanki bir yavru kedi timsali titriyor ve onu kendi canından daha fazla önemsiyorsa…
Aynı şekilde bir kadın, bir erkeğe değen kurşunların acısını onunla birlikte aynı anda yaşıyorsa…

Daha bu ilişkinin adını falan konulmasına gerek yoktu.
Her şey ortada gayet bariz ve gözle görünür bir şekilde idi.

Mert eğer şu an doğru kelimeleri söyleyerek bu ilişkiyi ilan etmezse, sonrasında çok büyük sıkıntılara sebep olacağını hissederek...

“Bir tanem, senin için bir kere değil bin kere ölürüm.
Sen benim adı koyulmamış aşkımsın.
Sen benim yanımdayken bile özlediğim sevdiğimsin.
Şu an sana, tüm içtenliğimle kendi içimde yaşadığım ancak kendime bile henüz söylemediğim gerçeklerimi söylüyorum.
Bunu söylerken çok rahatım çünkü konuşmaya başladığında aynı şeyleri senin de söyleyeceğini biliyorum” dedi Mert.

Ebru,
“Seni kaç defa göstere göstere kıskandım.
İllaki söze gerek yok, sana bakışlarımdaki sevdamı göremedin mi de bana açılmak ve bunları söylemek için bu kadar bekledin.”

Sonrasında Ebru biraz geri çekildi ve Mert'in gözlerinin içine bakarak
“Seni seviyorum” dedi.

Mert de Ebru’ya,
“Ben de seni, hiçbir korkum olmaksızın, tüm kalbimle seviyorum ve bu noktadan sonra bunu ne senden ne de bir başkasında saklayamam ve de saklamayacağım”.

Ebru,
”Nasıl yani, annen ve babam böyle bir haber için şu ortamda hazırlar mı sence?”

Mert,
” Ebru dünyanın bütün yükünü ne sen yüklenebilirsin ne de ben yüklenebilirim.
Onların bu konuyla ilgili bir sorunu varsa ya da olacaksa, bırak o sorunu onlar yaşasın.
Ben kendini yaşamak yerine, başkalarını yaşayarak bu hayattan göçüp giden insanlara oldum olası çok üzülürüm.
Lütfen bizde bu insanlardan olmayalım.
Hazırlar veya değiller, başkaları da hazırlar veya değiller, daha başkaları da hazırlar veya değiller, bunların hepsini bir kenara bırak ve bana cevap ver, sen hazır mısın?”

Ebru,
” hem bu dünyada hem başka dünyalarda yaşanacak ne kadar günüm varsa, tümünü seninle geçirmek istiyor ve o günlerin tamamını sana adıyorum.
Evet, ben de sevgimi ve aşkımı, senin dediğin gibi gizlemek istemiyorum, gizlemeyeceğim ve saklamayacağım”

Mert,
” Hadi bakalım kalk o zaman…
Koluma gir ve başını omzuma yasla…
Şeklini hiç bozmadan, sanki ikimiz bir bütünün iki yarısıymışız gibi ve birbirimizi tamamladığımızı, herkesin gözüne soka soka yürüyelim”

Ayağa kalktılar, Ebru sol kolunu Mert'in beline doladı, başını Mert’in sağ göğsüne yasladı, Mert de sağ kolunu uzatarak, Ebru'nun Sağ omzundan tuttu ve onu sımsıkı kendisine yasladı.

Aynen bu şekilde ve sanki ay ışığında yürüyen, yol bittiğinde ayrılıp evlerine gidecek iki sevgilinin yol bitmesin diye yavaş yavaş yürümeleri gibi, herkesin görmesine fırsat verecek kadar uzun bir sürede yürüyerek bahçeyi geçtiler.

Sanem Hanım ve Hasan Bey, yanlarında Zeynep Hanım da olduğu halde bu manzarayı izliyorlardı.

Sanem Hanım Hasan Bey'e baktı, bir şey söylemek istedi fakat kelimeler ağzından çıkamadı.

Hasan Bey de aynı şekilde bir şeyler söylemeye çalıştı fakat sadece yutkunabildi.

Bu hazımsızlık durumunu gören Zeynep Hanım,
“Söylenecek hiçbir şey yok değil mi, bakıyorum konuşamadınız ikinizde…
Hani bir atasözü vardır “ya hayırlı bir şey söyle ya da sus” diye. Bence sizler güngörmüş ve olgun insanlarsınız.
Aferin size...

MANA 1.Kitap 24.Kısım için tıkla..

...

...