MANA 1.Kitap 22.Kısım

...

MANA 1.Kitap 22.Kısım

Mert hiç renk vermeden, sohbetin ilerlemesine yol açacak şekilde kızlardan birisine sarılarak,
“Ne güzel gözlerin var senin” dedi.

Bunu demesiyle, masa altından küçük bir tekme kaval kemiğine isabet etmişti.

Ebru'ya dönerek, kaşlarını çatıp, dişlerini sıkarak ve fısıltıyla.
“Tarık ’cım, şurada iki dakika rahat dur da işimizi yapalım.
Sonrasındaki duruma zemin hazırlamak gerekli, değil mi?” dedi.

Mert kızlara karşı çapkın hareketlerini sürdürerek, daha önce geldiğimiz zaman, bizimle başka bayanlar ilgilenmişlerdi.
Birisinin adı neydi Tarık ’cım hatırlıyor musun” dedi.

Ama Tarık’ın konuşmasına fırsat vermeden,
“Hee hatırladım Şermin, yok onu sonradan evde söylemişti, buradaki adı Aycan idi” dedi.

Kızlardan daha genç olanı,
“Aycan diye bilinen, bizim Şermin ablayı soruyorsunuz siz” dedi.

Mert,
“Evet onca yedik, içtik, yattık, kalktık buradaysa bir selam vermemek ayıp olur” dedi.

Daha genç olan kız Betül,
“Evet Şermin abla birkaç gündür, hiç masalara çıkmadı.

Fakat neden bilmiyorum, gündüzleri de hep burada arka müdüriyet kısmında...
Bir iki kez tuvalette karşılaştık, tebessüm ile selamlaştık o kadar.
Herhalde bir sıkıntısı var ama nedir bilmiyoruz” dedi.

Mert Ebru'ya dönerek,
"Tarık’ cım bayanlar izin verirlerse bir elimizi yıkayalım mı?” dedi.

Ebru sadece başını salladı.

Kızlardan büyük olan Ayla,
“Tarık hiç konuşmuyorsun, benden hoşlanmadın galiba” dedi.

Mert,
“Kızlar ona dokunmayın, O gönülden yaralı, açılsın diye getirdim buraya.
Sessiz sessiz dursun biraz, açılırsa ne âlâ...
Ben ikinizle de ilgilenirim, merak etmeyin dedi kahkaha ile karışık.

Cebinden çıkardığı 100 doları garsona göstererek, içecek tazelemesi işareti yaptı ve masaya bıraktı parayı.

Kızlar,
“Âşık olmak zor iş” diyerek gülümsediler.

Mert ve Ebru, ikisi birlikte tuvalete geçtiler.
Tuvalette sadece pisuarlar vardı.
Uzun tuvalet işi olan bir kat yukarıya çıkmak zorundaydı. Aslında mantıklıydı.
Böylece Salona yakın olan yer, daha temiz kalıyordu.
Fakat bir sorun vardı ki, o da bu tuvalet ortamının Ebru için pek uygun olmadığıydı.

Mert içeride bulunan bir kişinin çıkmasını bekledikten sonra,
“Ebru’cum gerçekten ihtiyacın varsa, Bahçe'ye gidip gel.
Yoksa buraya tuvalet için değil, ne yapacağımızı konuşmak için getirdim seni.
Şöyle hemen suratını asma” dedi ve devam etti...

“Şimdi Anlaşılan o ki, Şermin arka tarafta, bir nedenden zorla tutuluyor.
Orada kendi isteğiyle bulunduğunu zannetmiyorum.
Onu oradan çıkartmak zorundayız ve böyle bir durumda hiç senaryo yazmaya, rol kesmeye, oyun oynamaya gerek yok.
Zaten pavyona ait bir kadını, ne tür oyun oynarsan oyna sana vermezler.
Gidelim söke söke alalım.

Sen geride dur ve uygun gördüğünde bizi Bahçe’mize götür.
Bu arada yapılacak her ne varsa, ben yapacağım” dedi Mert.

Ebru,
“Tamam dedi ve ellerini yıkayıp dışarıya çıktılar.

Mert, kızların yanına giderek, garsona para gösterip tekrar içecekleri tazelemesini işaret etti ve
“Kızlar on dakika bekleyin, biz Şermin’le gerçekten dost olmuştuk...
Rahatsızsa, onu bir görelim, geçmiş olsun diyelim, hemen geri size geliyoruz” dediler.

Kızlar zaten kendi aralarında hafif hafif sallanarak, müziğe ayak uydurmuş, kendilerince çakır keyif dans ediyorlardı,
“Tamam” dediler.

Bizimkiler sessizce ve kenardan kenardan, müdüriyete doğru ilerlediler.
Müdüriyetin önüne geldiklerinde üç kişi vardı.
İçlerinden birisi,
“Buyur kardeş, bir şey mi aradınız" dedi.

Mert,
"çok ciddi ve önemli bir konu var fakat kapının önünde konuşmak istemiyorum, bu kapının öbür tarafına geçebilir miyiz?” dedi.

Adamlar,
“Bu kapının öbür tarafına geçmek, bu dünyadan öbür dünyaya geçmek gibidir, canlı olarak geçemezsiniz” dedi.

Mert, dışarıda olay çıkartmak istemiyordu.
“Lütfen gerçekten önemli” dedi.

İçeriye girdiklerinde adamları o anda haklayacaktı.
Fakat adamlar, arka tarafa geçilmesini istemiyordu.

İçlerinden sözü geçen kişi olduğunu tahmin ettiği kişinin, kravatını düzelterek,
“Akıllı ol, milletin önünde canını yakmayım” dedi.

Bu söz üzerine, dövülmek üzere arka tarafa alınmaları kesindi.

Diğer iki kişi, kravat hareketini görüp, söylenen sözü duyar duymaz, üzerlerine yürüdü.

Kravatlı olan,
“Burada gürültü çıkartıp, akşamın gelirini düşürmeyin.
Arkadaşları arayın ve öteki tarafa alalım, orada çözelim olayı” dedi.

Kapıyı açarak, ikisini de diğer tarafa aldılar.
Kapının diğer tarafı bir koridordu.
Koridorun sonunda Birtakım odalar vardı ve ortama oldukça loş bir karanlık hâkimdi.

Adamlardan birisi, Mert'i sert bir şekilde çekince, Ebru gayri ihtiyari refleks bir hareketle, Mert'i kurtarmak istercesine kolundan tuttu.

Fakat diğer adam tekrar hızlıca çekince, O da Mert’in kolunu tutmuş vaziyette, bir iki adım ileriye gitti.

Bir iki adım ileri gidişi, sanki adamın üstüne atlıyormuş hissi uyandırdı ve Ebru'nun arkasındaki adam, tabancanın kabzasını Ebru'nun ensesine vurarak oraya bayılttı.

Mert olayı sadece izlemiş, engel olamamıştı.

Ebru'nun tabanca kabzası ile bayılıp yere düşürülmesi sonrası, sanki kanının kaynamaya başladığını hissetti.

Adamlardan ikisini yakalarında tutarak, havaya kaldırdı ve kafalarını birbirine çarparak, ileriye doğru attı.

Ebru'yu bayıltan koruma, hiç tereddüt etmeden tabancasına ateşledi ve üç el ateş etti.
Namludan çıkan mermiler, peş peşe Mert'in göğsüne isabet etti.

Daha önce böyle bir deneyim yaşamamıştı ve gelen mermiler göğsüne çarparak, sanki çelik bir kapıya çarpmışçasına, göğsünden sekip diğer tarafa gitti.

Mert önce bir afalladı, sonra kurşun geçirmediğini, gelen mermilerden etkilenmediğini fark etti.

Gidip, o ateş eden adamı da yakasından tutarak, önce tavana çarptı, sonra yere düşerken tuttu, tekrar duvara çarptı.

Yere düşmeden yeniden tutarak, bu sefer de ileriye fırlattı.
Ebru’ya vurmuş olmasına çok kızmıştı.

Tabi bu esnada odalardan gürültüyü ve silah sesini duyan, yedi sekiz kişi dışarıya çıkmıştı.
Herkes bağrışıyordu.

Ne oluyor orada kim bu densiz, diye bağıranlar olduğu gibi, bir yandan da hiç konuşmadan, direk ateş edenler vardı.

Ateş edilmesinde sorun yoktu, leblebi atmaları ile ateş etmeleri arasında Mert için bir fark da yoktu ama gelen mermiler ondan sekerek oraya buraya savruluyordu.

Bunu gören adamlar, fevkalade bir durumla karşı karşıya olduklarının farkına vardılar.

Fakat durumun ne olduğunu algılayamıyorlardı ve dolayısıyla, aynı hareketleri yapmaya devam ediyorlar, sürekli ateş ediyorlardı.

Mert, seken kurşunlardan birisinin, yerde yatan Ebru'ya isabet edebileceğini düşünerek, sert bir nara attı.

Kesin lan ateşi...

“Konuşanın dilini, ateş edenin elini koparırım, herkes akıllı olsun ve sussun, buraya kimseye bir şey yapmaya gelmedim” dedi.

“Beni dinleyen patronunuz, beni oraya getirmeden efendi, efendi çıksın” demesiyle sessizlik oluştu.

Ve arka taraftan birisi,
“Delikanlı ne istiyorsun, söyle ve git” dedi.

“Bakın şimdi, burada çok hoş olmayan bir durum yaşayıp, istediğimi alıp sonra gitmemi seyredebilirsiniz.

Ya da herhangi bir terslik olmadan, içerdeki kadını bana verirsiniz, çıkar giderim.

Hangisini istiyorsanız söyleyin hemen yapayım, çünkü vaktim yok” dedi.

O bunları söylerken, yanında bulunanlardan bir tanesi, döşüne bıçak sokmaya çalışıyordu.
Fakat bıçağın ucunun dahi girmediğini görerek, o da panikledi.

Mert dönerek,
“Aslanım biz kime konuşuyoruz, o bıçakla, senin mabadını ikiye mi ayırmam lazım sözümün dinlenmesi için...” dedi ve adamı ensesinden tutarak yere vurdu.
Yere çarpan adam, top gibi yerden sekerek ileri fırladı.

Bunu gören diğerlerin akılları, iyice gitmişti.
Patron olduğu anlaşılan kişi,
“Şermin’i getirin” dedi.

Şermin, ürkek bir şekilde odadan dışarıya çıktı.
Ebru'ya tabanca kabzası vurmadan önce, Safinaz Peri devreye girmiş ve sanki vurmuş gibi, onu yere çekip koruma altına almıştı.
Ebru, soruna sebep olurum düşüncesiyle, yerden kalkmamıştı.

Ebru bir yandan da
"bu tür durumlar için, perilerle konuşarak neden daha önce önlem almadım da az daha kafama o tabanca kabzasını yiyordum" diye kendine kızıyordu.

Sermin’in geldiğini görünce yattığı yerden kalkarak, portalı açtı ve adamların bilim kurgu misali bir film izlemeleri eşliğinde Mert ile Şermin’i alarak Bahçe’ye geçirdi.

Şermin, standartların çok üzerinde bir güzelliğe ve vücuda sahipti.
Aynı zamanda konuştuğunda kadife gibi sesiyle, karşısındaki insana ne düşündüğünü unutturuyor ve kişi tamamen kendini ona kaptırıyordu.

Bahçe’ye geçtiklerinde Şermin Mert’in boynuna sarılarak, öylece biraz ağladı.

Mert ellerini iki yana açmıştı, ne yapacağını şaşırmış vaziyette, sadece öyle duruyordu.
Kendisine sarılıp ağlayan kişiyi teselli etmek için, oda ona sarılmalı mıydı, yoksa geri mi çekilmeli idi.
Zaten istese dahi çekilemiyordu.
Şermin ona çok sıkı sarılmıştı.
Bir an, Ebru ile göz göze geldiler.
Ebru'nun gözleri, uzaklaş oradan oyarım dercesine bakıyordu...

Mert pavyonda konsomatrise iltifat edince, Ebru’dan kaval kemiğine yediği tekmeyi hatırladı.

Ebru çaktırmadan sahiplenmişti Mert’i.
Mert, hafifçe Şermin'in omuzlarından tutarak geri çekildi.

”Sakin ol! Şu an tamamen güvendesin, hiçbir sıkıntı yok, rahatla, kendine gel, sonra konuşalım Şermin Hanım” dedi.

Şermin bunun üzerine,
“ben Aycan’ım, herkes sahne adı uydurur, ben gerçek adımı sahne adı yaptım ve gerçek adımın da Sermin olduğunu söyledim.
Gerçek ismim Aycan” dedi.

Mert bunun üzerine Aycan Hanım, bakın şimdi...
Birkaç gün önce, siz hastanenin önündeki kaldırımda yürürken, su fıskiyesi üzerinize dumanlı su attı.
O duman bizim içinde olduğumuz laboratuvarın patlaması ile çıkmıştı ve bilinmeyen, dünyamıza ait olmayan, dünyamıza düşen bir gök taşı ile gelmiş olan, farklı bir DNA’yı içeriyordu.

İşte siz bu olaydan etkilenip, Birtakım görülmemiş işler yapabilen, yirmi kişi olduğunu tahmin ettiğimiz kişilerden birisisiniz.

Şu an burada bulunan insanların çoğu ve biz, sizin gibi bu olaydan etkilenen insanlarız.

Yani sizde Armağan’ın söylediğine göre zamanı yavaşlatma durumu gerçekleştiriyor muşsunuz.
Buradaki herkes işte bir şeyler yapıyor.

Ben ve benimle birlikte, seni kurtarmaya gelen Ebru dedi ve Ebru’yu gösterdi...
Ama bir yandan da kendini tutamayıp gülmeye başladı.

Çünkü Ebru üzerini değiştirmemiş ve hala Tarık olarak duruyordu.

Mert, Tarık görünümündeki kişiye Ebru diye seslenince, Aycan da gülmeye başlamıştı.

Ebru da olayın farkına varmış olarak hemen,
“özür ben hemen kendimi bir düzelteyim, sizi kurtarmak için erkek kılığına girdik canım...
Yani yoksa normal tercihimiz değil, bu erkek gibi gezme durumları” dedi.

Kendi etrafında bir kere döndü ve Ebru oldu.

MANA 1.Kitap 23.Kısım için tıkla..

...

...