MANA 1.Kitap 21.Kısım
MANA 1.Kitap 21.Kısım
"Biz Büyükçekmece Gölü'nün yanında senin benim gibi bu duruma maruz kalmış insanlar için bir yer tesis ettik.
Tesis ettik derken, herhangi bir tesise falan gitmiyoruz.
Yirmi odalı, bahçeli, üç katlı, teraslı, güzel bir villa bahsettiğim yer ve adını da Bahçe koyduk villanın.
Hepimiz oradayız, orada yiyoruz, yatıyoruz, eğleniyoruz ve ne yapacağımızı düşünüyoruz.
İstersen, sen de bize katılarak, durumun hakkında daha ayrıntılı bilgi alıp, aynı zamanda bundan sonra ne
yapacağına, daha sağlıklı bir şekilde orada karar verebilirsin” dedi.
Hulki İçerden,
“Hiç kimseyle görüşmek istemiyorum, lütfen zorlamayın ve gidin” dedi.
Mert,
“Hulki bizi reddeder ve gönderirsen biz gideriz, bizim için sorun yok.
Ama sen hem kendin için hem de çevren için tehlikelisin.
Bunun farkındasın değil mi?
Böyle bir tehlike hem senin için zararlı hem çevren ve sevdiklerin için zararlı olur.
Bunun farkında olan devlet görevlileri “Hulki nerede” diye soracaklar.
Biz de davet etmeye gittik, bizimle gelmedi diyeceğiz mecburen.
Yani top bizden çıkmış olacak.
Ondan sonrası senin için zor.
Bizim gibi bu işin içinde olup, seni anlayanlarla değil, bu işten anlamayıp, senden korkan kişilerle, muhatap
olmak zorunda kalacaksın.
O zaman, ya onlarla uygunsuz bir yere gideceksin, ya da yani bunu söylemek beni rahatsız ediyor ama seni zorla
götürmeye çalışacaklar.
Bunun farkındasın değil mi?"
Hulki bunun üzerine,
“Kesinlikle farkındayım, aslında bu davetiniz çok sıcak ve ben de sizinle gelmek istiyorum.
Fakat şu an çok sinirliyim ve kapıyı açarsam, büyük bir sorunla karşılaşacağız.
O nedenle açmak istemiyorum” dedi.
Mert,
“Ben zaten öyle olduğunu tahmin ettiğim için, yanımızda küçük Hatice'yi de getirdim.
Şimdi kapıyı açarsan küçük Hatice'yle birlikte içeriye gireceğiz ve o sana dokunacak.
O dokunduğunda insanlar eğer sinirli iseler kahkaha arttırıyor.
Endişeli, üzgün ya da heyecanlı iseler bu seferde onları ağlatıyor.
Tek sorun öfkeli kişilerde ve onlar çıldırıyor.
Kendine ya da durumuna öfkeli olman önemli değil, birisine öfkeli değilsen sorun yok.
Sen öfkeli değilsin, sadece durumuna kızgın ve çaresizliğine öfkelisin sanırım.
Şimdi, biz içeri geldiğimizde Hatice sana dokunacak ve göreceksin, sen gülmeye başlayacaksın.
O esnada da biz de nasıl desem, Bahçe’ye bir tür ışınlanacağız.
Portal dediğimiz, bir sihirli kapı açıyor Ebru ve geçiyoruz.
Gözlerini yumarsın ve seni güle oynaya geçiririz o kapıdan.
Oraya geçtikten sonrası sorun değil, orası sihirli bir yer ve güçlerin gerekmedikçe çalışmaz orada.
Gereken neyse de orada konuşur yaparız” dedi.
Biraz sonra kapalı kapı hafif aralandı.
Hulki, önce dışarıdakilere şöyle bir baktı ve sonra kapıyı tamamen açarak, dışarıya çıktı.
Durumu bilmeyen birisi, o anda Hulki’ye baksa, gerçekten korkardı.
Hulki’nin gözleri çakmak çakmaktı ve bakışları karşısındaki canlıyı, taşa çevirecek kadar sertti.
Ebru Hatice'ye işaret etti ve Hatice Hulki’nin elini tuttu.
Hulki, önce küçük Hatice'ye şöyle bir baktı ve peşinden kahkaha attı.
Sonrasında kahkahalar devam etti ve Mert’in Ebru'ya işaret etmesi ile Ebru Portalı hızlıca açarak, herkesi
Bahçe’ye geçirdi.
Herkes derin bir oh çekti.
Korkulan yaşanmamış ve kazasız belasız geri dönülmüştü.
“Ohh” dedi Mert.
“Allah'a şükür, kazasız belasız hallettik bu işi ve geldik” diyerek Hulki’ye döndü. “Bak burasının adı Bahçe ve
senin yeni evin.
Burası ne bizim ne de başkasının, hepimizin evi...
Odanı gösterecekler ve odanda her şey mevcut.
Taze çamaşırlar, elbiseler, havlular vs. ne istiyorsan ne lazımsa hepsi var.
Yanımda şunu getiremedim diye düşünme, her şey sihirle mevcut burada.
Odalar ultra lüks ve yok yok kısacası.
Tesis ultra lüks ve yok yok işte...
Yemek her saat ve ne istersen onu yiyebileceğin şekilde var.
Zaman zaman büyümen, fizyolojik bir ihtiyacınsa, Bahçe’nin avlusunda büyüyebilirsin.
Burada ne gerekiyorsa yaparsın ve kimseye de zarar veremezsin.
Ebru tarafından burada bir düzenleme yapıldı.
Hiç kimse gücünü kötüye kullanamıyor burada.
Keşke bu düzenlemeyi dış dünyanın tamamına da yapabilsek.
Fakat mümkün değil.
Şimdi senden özür diliyoruz, bizim Aksaray'a gitmemiz ve bizim durumumuzda olan birisini, oradan alıp getirmemiz
gerekiyor.
Sen rahatına bak ve bir ihtiyacın olursa sadece mırıldan, periler derhal temin ederler sana.
“Armağan, Armağan” diye seslendi Mert.
Fakat Armağan ortalarda yoktu.
Mert,
“Herhalde bir ihtiyacını karşılamak üzere odasına çıktı” dedi.
Etrafa bakındı Zeynep Hanım oradaydı.
Zeynep ablacığım, sen ilgilenir misin Hulki ile.
Daha sonra Armağan’a emanet edersin.
Zeynep Hanım,
“Tabii ki siz işinize bakın, biz artık bir aileyiz hepimiz” dedi, tebessüm ederek...
Hulki’nin kahkahaları kesilmiş, sakinleşmişti ve ortam hoşuna gitmiş olacak ki, tebessüm ediyordu.
Mert bahçenin köşesine doğru yürürken Ebru'ya, “Ebru gelir misin” dedi.
Ebru yanına geldiğinde Mert ona, “Ebru şimdi gireceğim yer, biraz uygunsuz bir yer...
İnsanlar oraya içki içmek ve günlük hayatta davrandıklarının dışında farklı davranmak üzerine geliyorlar.
Yani biraz dağıtıyorlar orada ve zaman zamanda kadınlara karşı kaba ve kırıcı oluyorlar.
Bunun adına eğlenmek diyorlar, eleştirmek istesem de eleştirmiyorum.
Fakat söylemek istediğim şey şu, seni yanımda götürmeye çekiniyorum.
Ancak yanımda götürmeye de mecburum.
Ne yapacağımı şaşırdım ve bu konuda ne kadar uğraşsam da düşünemiyorum.
Ne yapacağız” dedi.
Ebru gülümseyerek,
“Yani sen şimdi diyorsun ki, oraya bir kadının seninle birlikte gitmesi doğru değil.
Çünkü yanımda bir kadın olursa, istediğim gibi eğlenip dağıtamam diyorsun”
Mert şaşırmıştı...
“Ebru sen ne diyorsun, ben oraya içki içip dağıtmaya, kadınlarla gönül eğlendirmeye, hovardalık yapmaya gitmiyorum ki...
Senin de bildiğin gibi, Şermin Hanım orada ve gidip onun alınması gerekiyor.”
Ebru, takındığı ciddi tavrı bırakarak, kahkaha attı.
“Mert hemen oltaya geliyorsun, balık burcunun etkisindesin sanırım” dedi.
Mert Ebru'nun kendisiyle dalga geçtiğini anlamıştı.
İçinden, bunun intikamını bir ara senden alacağım diye geçirdi.
Ebru,
“Olsun oraya bir kadın olarak gitmem uygun değilse, bende bir erkek olarak giderim.
Küçük bir kılık değiştirme hilesi ile benim kadın olduğumu kimse anlamaz” dedi.
Ve
“Safinaz, bana erkek kostümü giydirerek, bir de erkek makyajıyla, şöyle beni bıçkın bir delikanlıya çevirir
misin?” dedi Safinaz Peri’ye.
Perisi zaten ondan gelen mesajı almıştı ama Mert’e küçük bir şov yapmak geliyordu içinden.
Safinaz peri, Ebru’yu aynı külkedisinin balkabağı ortamından prensese dönüşürken yaşadıklarına benzer bir piyes
sergileyerek, yıldız tozları, büyülü sesler, sözler, ışık oyunları kullanarak, bıçkın bir erkeğe benzetti.
Müzik sesine herkes terasa çıkmış ve şovu alkışlıyordu.
Mert,
“Amma şov yaptınız, anladım bu hareket bana yapıldı.
Peki, alacağınız olsun, bir gün biz de bunun karşılığını size iade ederiz” dedi.
Olay orta oyununa dönmüştü ve herkes onları seyrediyordu.
Ve Ebru'nun
“Analar ne aslanlar doğuruyor herkes görsün” demesiyle bir kahkaha tufanı duyuldu.
Mert terasa bakınca, annesinin deli gibi kahkaha attığını gördü ve sendemi Bürütüs dercesine,
“Sen de mi anne” dedi.
Sanem Hanım,
“Niye oğlum, bu kadar ciddi olayın içerisinde tatlı bir an yakalamışız yaşamayalım mı?” dedi.
“Peki, hepinizin alacağı olsun” diyerek Mert onlara sırtını döndü.
Ebru, Mert’in arkasından yaklaşarak, ensesi ile sırtı arasına hafifçe bir tokat attı ve
“Delikanlı, kız gibi hareketler yapma” dedi.
Millet yeniden kahkahaya boğuldu...
Mert ne yaparsa yapsın altta kalacağını anladığı için, “Ebru hadi geç oldu gidelim” diyerek, olayı kurtarmaya çalıştı.
Ebru gülümseyerek portalı açtı ve Aksaray'a geçtiler.
Aksaray’da “Gece Düşleri” isimli pavyonun önünde idiler.
Kapının önünde beton gibi bir fedai duruyordu.
Ona yaklaştılar ve fedai onlara “hoş geldiniz, buyurun” dedi hiç beklenmedik bir nezaketle...
İçeriye girdiklerinde bir buçuk iki kat kadar aşağı indiler.
Büyük bir salon, pek çok masa ve hoş bir sahne vardı.
Arka tarafta da eski Türk filmlerini yalancı çıkarırcasına, modern bir Amerikan Barı vardı.
Pavyon denilince akla, eski Türk filmlerindeki pavyonlar geliyordu.
Oysa burası çok modern, küçük bir diskoya benziyordu.
Öyle eski filmlerdeki gibi masalarda oturmak falan yoktu, herkes ayaktaydı...
İnsanlar, önlerinde yerden bir metre yükseklikte, çok güzel desenler ile süslenmiş cam masalar etrafında idiler.
Üzerinde bulunan hafif mezeleri yiyor ve içkilerini yudumlarken sohbet ediyorlardı.
Değişmeyen tek bir şey vardı.
Tüm bu modernliğe rağmen, gelen erkeklerle ilgilenen konsomatris kızlar mevcuttu.
Mert şöyle bir baktı...
İçerideki kızların hepsi on sekiz ila yirmi sekiz yaş gurubu arasındaydı.
Türk olanlar da vardı, yabancı olanlar da vardı.
Kızlar, erkeklerle yakınlık kuruyor, onların gönüllerini hoş ediyor, sıkıntılarını unutturuyor, onlara alacakları
yüzdeyi artırmak için, mümkün olduğunca çok para harcatmaya çalışıyorlardı.
Ebru zaten şaşkınlığa uğramıştı.
Bir kızın hiç tanımadığı bir erkeğe, bu kadar samimiyet gösteriyor olması durumunu, çözememişti.
Mert olayın farkındaydı ve Ebru'ya eğilerek,
“Buradaki olayların tamamını bir şov gibi algıla ve fazla düşünme, istersen daha sonra konuşuruz.
Ama şu anda düşünme işin felsefesini.
Biraz sonra, bizim masamıza da kızlar yaklaşacak ve bizimle ufak ufak oynaşacaklar.
Biz önce onlarla ilgilenecek ve abartmadan ama çokça para harcayacağız.
Ve daha sonra, onlara uygun bir şekilde Şermin'i soracak ve yanımıza gelmesini sağlayacağız.
Bu esnada sen mümkün olduğunca konuşma” dedi.
Gerçekten, beş on dakika sonra, yanlarına çok güzel iki tane kız geldi.
Muhakkak ki, sahte olan sahne isimlerini söylediler.
Birisi Ayla, diğeri de isminin Betül olduğunu söyledi.
Önce havadan sudan konuşarak, senin bir konu üzerinde konuşmaya başlamanı bekliyorlardı.
Oradan yola çıkarak, konuşmayı geliştirecek, seni biraz dertlendirecek, sonrasında biraz neşelendirecek, bu esnada
da sana para harcattırarak, o akşamki komisyon paylarını çıkaracaklardı.
Aslında alanda memnundu, satan da...
Mert Ebru'yu, Tarık olarak tanıştırdı.
Kendi ismini de Orhan olarak söyledi.
Nişantaşı tarafında giyim mağazaları olan iki ortak
olduklarını ve bu akşam buraya hoşça vakit geçirmek
üzere geldiklerini, belki şansları yaver giderse, gecenin kalan kısmında da hoşça vakit geçirebilecekleri birileri
ile buradan ayrılabileceklerini söyledi.
Ebru Mert’in kulağına eğilerek, “vay, vay, vay Mert Bey” dedi.