MANA 1.Kitap 20.Kısım
MANA 1.Kitap 20.Kısım
Mert,
“Sefer dedeciğim, biz sizi bizim Büyükçekmece'deki kaldığımız yere davet etmek, götürmek üzere geldik.
Şimdi sizin özel bir durumunuz oluşmuş durumda...
Şu anda bu özel durumdan dolayı sıkıntılarınızın üstüne, bir sıkıntı daha ekleneceği belli.
Zaten bu yeni sıkıntı olmasa da sıkıntı çekiyormuşsunuz. Bizim Büyükçekmece’de göl kenarında çok güzel, böyle 20
misafir odası olan, Bahçe adını verdiğimiz ve sosyal tesis gibi kullandığımız, bir villamız var.
Başımızda büyüklerimiz var.
Ebru'nun babası, benim annem, inşallah siz de bizimle gelirseniz, orada huzur bulursunuz.
Hem de maddi sıkıntınızın tamamını terk edersiniz” dedi.
Sefer dede,
“Oğlum bu sözünün üzerine söylenecek bir söz yok.
Sizler iyi insanlara benziyorsunuz.
Bu yeni fevkaladelikler sonrası, çok şükür Rabbime, bizi kötülerle karşılaştırıp çilelere gark etmedi.
Biz hazırlanalım, ne zaman bizi götürecekseniz biz geliriz de mi kızım” diye seslendi Hatice'ye...
Hatice,
“dedeciğim sen nereye gidersen, ben de oraya gelirim” dedi.
"Şimdi gidince göreceksiniz, orası böyle nasıl anlatayım dedeciğim, bir peri masalındaki ev gibi...
Bir sihirli ortam gibi...
Yani bavul hazırlamanıza gerek yok.
Yani çorap bile almanıza gerek yok...
Şu an nasılsanız böylece gidelim.
Oraya gittiğiniz zaman, size vereceğimiz odada her şeyin bulunduğunu göreceksiniz.
Eksik bir şey varsa da hemen size getirileceğini göreceksiniz, rahat olun, rahat rahat gidelim” dedi Ebru.
“Hazır mıyız?
Periciklerim, Ocağın altını yanıyorsa kapatalım, suyun vanasını kapatalım, buzdolabında akacak kokacak bir şey
varsa dışarıya alalım, sigortaları da kapatalım, ondan sonra da bizim o tarafa doğru geçelim” dedi Ebru.
Yapalım edelim dedim ya sizin bunlarla uğraşmanıza gerek yok.
Benim asistanım Safinaz peri, onların hepsini periciklere hallettirir.
Hadi biz gidelim, onlar hepsini hallederler” dedi Ebru.
Bir iki parmak hareketi sonrası köşede bir kapı açıldı.
Dedeciğim bu kapı bizim o tarafa, Bahçe’mize geçen kestirme sihirli bir yol” dedi.
Küçük Hatice ve Sefer dede o kapıdan Ebru ile birlikte, Sefer dede Ebru'nun koluna girerek, küçük Hatice de
Ebru’nun pantolonundan tutarak, biraz tedirgin vaziyette geçtiler.
Armağan ve Mert de peşlerinden geçti.
Onlara ikinci katta güzel bir oda verdiler.
Küçük Hatice ortamdan çok hoşlanmıştı.
Odasında oyuncaklarının olmasından, televizyonu ve direkt kullanmasa da televizyonda gördüğü bir bilgisayarının
olmasından pek memnundu.
Yatağı da prenses yatağı gibi tüllü, müllüydü.
“Dedeciğim ne ikram edelim ne yemek istersiniz” diye sordu Ebru.
Kızım ne varsa yeriz, biz yemek seçecek lüks ile hiç tanışmadık” dedi Sefer dede.
“O zaman gelin size yemek odasını göstereyim ve periciklere size yemek getirmelerini söyleyeyim.
Hatice ’cim gel yemeğe geçelim” diye elinden tutarak, Hatice'yi götürmek üzere harekete geçti Ebru.
Küçük Hatice’nin elini tutar tutmaz, birden hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Mert o an olayın farkına varmıştı.
Hatice'nin dokunduğu kişi, o an hangi duygu içindeyse, o duygusunu çok üst bir noktaya taşıyordu ve yoğun bir
duygu coşkusu oluşturuyordu.
Üzgün ise hüngür hüngür ağlatıyor, kızgın ise öfkeden kudurtuyor, neşeli ise kahkahalara boğuluyordu.
Mert eline oradaki plastik şişeyi alarak, “Hatice ‘cim, Ebru ablanın elini bırak” diyerek, hafifçe eline dokundu.
Hatice olayı fark etmişti, elini çekti.
Ebru biraz daha ağladıktan sonra, kendisini toparladı.
Hatice, Ebru’dan özür diliyordu.
Ebru kendisini toparladıktan sonra,
“Güzelim önemli değil, bu özel bir durum ve senin hiçbir suçun yok” dedi ve ekledi;
“Sanırım Hatice'nin eldiven giymesi gerekiyor.”
Gözlerini kapatarak avucunu açtı ve avcunda altı yaşında olan Hatice'ye göre, çok hoş bir çift eldiven çıktı.
Hatice eldivenlerin süslerine bakarak, sevinç içinde eline taktı.
Sonrasında yemek odasına geçtiler.
Yemek odası büyük bir salon şeklindeydi ve herkesin self servis şeklinde istediği yemeği görerek, seçerek
alabileceği bankolardan oluşuyordu.
Yemeğini seçen masasına geçecek ve yemeği periler servis edecekti, öyle planlanmıştı.
Sefer dede,
“O kuru fasulye güzel kokuyor, ben kuru fasulye pilav alayım.
Yanına da bir şeyler ayarlasınlar işte” dedi.
“Kızım sen ne yiyeceksin” diye Hatice'ye sordu.
Hatice,
“Dedeciğim ben tavuk istiyorum, yanında da patates” dedi.
Bankoda Rahmetli Adile Naşit timsali, hoş bir kılığa bürünmüş olan bir peri, onların yiyeceklerini verdi.
Ve daha sonrasında Sanem Hanım ve Hasan Bey'e haber vererek, yeni misafirleri olduklarını kendilerini dışarıya çıkmaları gerektiğini ve onlarla ilgilenmelerini istediler.
Hasan baba ile Sanem anne, Sefer dedeyi alarak bahçeye çıktılar.
Mert ve Ebru, terastan onları izliyordu.
Bahçe sefer dedenin çok hoşuna gitmişti.
Adeta çiçeklerle ve ağaçlarla konuşuyordu.
Zaten onu gören çiçekler ve ağaçlar coşmuş, bahçe muazzam bir hal almıştı.
Hasan baba ve Sanem anne şaşırdılar.
Annesi terasa doğru başını kaldırdı ve Mert'e baktı.
Mert sağ elini hafif havaya kaldırarak, avucu ile her şey normal işareti yaptı.
Ve başını, her şey normal dercesine, birkaç kere salladı.
Sanem Hanım bu olaydan çok hoşlanmıştı.
Sefer dedeyi, bahçenin yan tarafına doğru götürüyordu.
Oradaki çiçeklerin tam güneş alamadıklarından, diğerleri kadar büyüyememesinden şikâyetçi idi zaten.
O tarafa doğru yürümeye başladıklarında çiçekler başlarını kaldırmışlar ve sanki onları selamlarcasına neşe
içerisinde coşmaya başlamışlardı.
Mert Ebru'ya dönerek,
“Demek ki sorun diye gördüğümüz şeylerde bile, bizim için güzel bir hayır var.
Şer kabilinden birçok sıkıntı çıkacak derken, şu ana kadar hep güzel şeyler çıktı” dedi.
Ebru,
“Aman aman dilini mi ısınırsın, kafanı duvara mı vurursun, ne kadar batıl inanç varsa hepsini yap Mert, nazara
geliriz maazallah” dedi.
Mert gülümseyerek,
“Allah'ta kötü bir şey yok, olan biteni kötü görüp, vesvese yapan biziz Ebru’cum.
Biz elimizden geleni yapalım da zaten elimizden gelenin ötesine gücümüz de yetmez, sonradan da niye böyleydi, niye
şöyleydi diye dırdır etmeyelim” dedi.
Zeynep Hanım, kahvesini almış terasa doğru geliyordu.
Bunu gören Mert,
“Zeynep ablacığım keyifler yerinde maşallah” dedi.
Zeynep Hanım tebessüm ederek,
“Size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum, çocuklar.
Hem beni büyük bir yükten kurtardınız, hem de şu halime baksanıza, keyif içerisinde dört köşeyim” dedi.
Ebru hemen atılarak,
“Allah nazardan saklasın Zeynep abla” dedi.
Mert şaka yollu takılarak,
“Ebru iyice batıl oldun çıktın başımıza, ona nazar değmesin, buna nazar değmesin, ne oluyorsun?” dedi.
Ebru durumu farkına varmıştı.
“Mert Farkında değil misin, şu an çok mutluyum ve bu mutluluğun bozulmaması için, dilek ve temenniden ibaret bu
söylediklerim.
Yoksa büyüklerimizden bulaşanın dışında kendi başıma edindiğim batıl inançlarım yok çok şükür” dedi.
Mert Ebru'ya fazla yüklenmiş olduğunu hissetti ve sağ elini uzatarak, Ebru'nun sağ omuzundan tuttu ve kendisine doğru çekerek sımsıkı sıktı, sıkıştırdı.
Ebru bunun üzerine “ay” diye bağırarak kendini geri attı.
Mert şaşırmıştı,
“Ebru ne oldu, yanlış bir şey mi yaptım” dedi.
Ebru bunun üzerine,
“Hayır, hayır sen öyle birden çekince elektrik çarptı sanki” dedi.
Zeynep Hanım kahkaha atıyordu.
“Ebru’cum farkında mısın bu bir itiraf.
Mert'ten elektrik aldığını itiraf ettin biraz önce” dedi.
Ve kıkırdamaya devam etti.
Ebru'nun yanakları kıpkırmızı olmuştu.
“Abla yaa!” diyerek sitem etti.
Mert konuyu hemen değiştirmesi gerektiğini fark ederek,
“Abla keyfin yerindeyken küçük bir toplantı yapalım mı?
Yarın ne yapacağız, yarından sonraki gün ne yapacağız, haftaya ne yapacağız, bunların hiçbirisini konuşmadık.
Ne yapmamız gerekiyor, nereye doğru gidiyoruz” dedi.
Zeynep Hanım bunun üzerine,
“Her ne kadar şu an lafı çeviriyor olsanız da haklısınız çocuklar, ben de kendimce bunları, biraz önce odamda
düşündüm.
Şimdi, hep birlikte düşünmemiz ve bir yol haritası çizmemiz gerekiyor” dedi.
Mert bir anda,
“Biz unuttuk, Aksaray’a uğrayıp Aycan Hanımı da alacaktık.
Ebru sen ağlamaya başlayınca ben her şeyi unuttum.
Vakit geç mi oldu, gidip alsak mı şimdi” dedi.
Zeynep Hanım tebessüm ederek,
“Mert bu adrese bir bak, elindeki adres Aksaray'daki bir pavyonun adresi.
Orada hayat yeni yeni hareketleniyor ve gece on ikiden sonra canlanıyor.
Şu anda giderseniz erken bile gitmiş olursunuz, gidip alabilirsiniz” dedi.
Hatta bence, önce Hulki Bey ile ilgilenin ve bir saat sonra Aksaray'a gidin.
Böylece oraya vakitlice gitmiş olursunuz” dedi.
Mert,
“Hulki olayı biraz ince düşünülmeli.
Evet, şimdi gitmek doğru olur...
Fakat nasıl gideceğiz ve orada nasıl davranacağız, bunu konuşmamız lazım.
Bu kişinin yanında doğaçlamaya yapmak biraz zor olacak.
Maazallah ya 6 metrelik bir boya ulaşırsa...
Hem çevre zarar görür hem de işimiz iyice zorlaşır “dedi.
Ebru,
“Bir dakika hemen bir istihbarat tazeleyelim.
Ben bir sorayım Aycan ve Hulki neredelermiş” dedi.
Ve gözünü yumup sonrasında tebessüm ederek açtı.
“Aycan Hanım’ın ismi sahne ismiymiş.
Asıl ismi Şermin Hanım ve enteresandır, gün boyu ve şu anda da pavyondaymış.
Program saatine daha var ne işi olur pavyonda?
Belki de prova falan yapıyorsa...
Hulki de evden hiç çıkmamış, halen evinde” dedi.
Mert Ebru’ya,
“Küçük Hatice'yi yanımıza alsak, orada bir sorunla karşılaşırsak sen Hatice’yi koruyabilir misin?” dedi.
Ebru,
“Tabii ki korurum, biz onunla hop buraya geliveririz, sen kendini düşün, Hulki ile ne yapacağını merak ediyorum”
dedi gülümseyerek.
Mert,
“Tamam o zaman, hadi Hatice'yi alalım, geç olmadan gidip gelelim.
Hem Hatice de belki erken yatıyordur, uykusundan etmeyelim çocuğu” diyerek yerinden kalktı.
Ebru Hatice'yi alarak gelmişti.
Birkaç parmak hareketiyle portal açarak, Hulki’nin evinin önüne gittiler.
Mert kapıyı nazikçe çaldı fakat içerden ses gelmiyordu.
Birkaç kere daha çalınca içerden,
“Gidin kimseyle görüşmek istemiyorum” diye bir ses geldi.
Mert,
“Hulki biz buraya senin durumunu bilerek ve tamamen dost bir niyetle geldik.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum, senin bu durumun hastanenin önündeki fıskiyenin, üzerine dumanlı su
sıçratmasıyla oluşmuş bir durum.
İşte bizde yanımda Ebru var, Armağan var, altı yaşındaki küçük Hatice var.
Ebru ile ben, o patlayan laboratuvarda bulunan doktorlarız.
Armağan ve küçük Hatice ise senin gibi serpintiye maruz kalan kişilerden ikisi.
Şimdi bunları kapının önünde mi konuşacağız?” dedi ve kapının açılmasını bekledi.
Fakat kapı açılmıyordu.
Demek ki konuşmaya buradan devam edilecekti ve devam etti.