MANA 1.Kitap 19.Kısım
MANA 1.Kitap 19.Kısım
Ortaya da şöyle güzel, bol yeşillikli bir salata istiyorum.” dedikten sonra gülümsedi.
“Bu iş çok iyiymiş Ebru...
Daha artık kovsan da buradan bir yere gitmem ben” dedi.
Ebru,
“Afiyet olsun, yemek sonrası ne içmek isterseniz onu da listeleyin, yemekten sonra onlar da gelir.
Bu arada kirlilerini herkes odasındaki çamaşır sepetine bıraksın.
Onlar oradan alınır, temizlenip yatağınızın üzerine katlanıp ütülenip bırakılacaktır.
Gardıroplarınız sihirlidir, o an için ihtiyacınız olan giysi, takı vs. ne lazımsa orada hazır olur.
Odalarınızda banyo mevcut fakat zevk için büyük kaplıca banyomuz ve Türk hamamı ile saunamız vesaire, hepsi de
ayrıca var her katta.
Yani her ne varsa sizin için var, çekinmeyin, zamanla zaten alışacaksınız.
Sakın çekinmeyin, kendi yerinizmiş gibi arzu ettiğiniz her imkândan faydalanabilirsiniz.
Bakın terasta bir de jakuzi var ve ne iş terasta jakuzi diyebilirsiniz.
Bu jakuzi aslında jakuzi değil, Japon kaplıcası.
Sihirlidir, ağrısı sızısı olan, mayosunu giyip buna girsin, bir şeyciği kalmaz.” diye izahatta bulundu.
Mert Ebru'ya,
“Ebru biz de ufaktan bir şeyler yesek mi?
Madem yemekten sonra, Zeynep Hanım ile sizin kız kıza muhabbetinizin ardından, istişare sohbetimiz var, yemeği
geciktirmeyelim bizde” dedi.
“Peki, Mert Bey, benim neremde şef garson yazıyor bilmiyorum.
Çayı da çekinerek benden istemene gerek yok.
Periler istediğin an sana çay verirler.
Ama amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekse o başka tabi.
Ama madem öyle buyurdunuz, bugün sizin söylediğiniz şekilde size şef garsonluğu seve seve yapacağım” dedi
kıkırdayarak.
Mert,
“Ben şöyle büyük bir tabak Kayseri mantısı yiyeceğim. Yanında da ayva kompostosu istiyorum.
Ebru da
“Ben de sana salata ve haşlanmış Erzincan peyniri ile eşlik edeyim” dedi tebessüm ile...
Bu esnada dolaşmalarını bitirmiş olan, Sanem Hanım ve Hasan Bey de gelmişti.
“Yemek için ne yapıyoruz çocuklar” diye sordular.
“Herkes kendi yemeğini seçti babacığım” dedi Ebru.
“Herkes ne istiyorsa düşünüp fısıldıyor ve periler onu getiriyor.
İlk gün olduğundan ben şef garsonluk hizmeti veriyorum.
Ama daha sonrasında herkes ne zaman ne yemek isterse ne içmek isterse, periciklerle halletsin lütfen” dedi.
“Siz ne yemek istersiniz Sanem anne” diye sordu Ebru.
Sanem Hanım, “kızım biz yemek ayırmayız ne piştiyse onu yeriz” dedi.
Ebru gülümseyerek,
“Sanem anneciğim burada her şey var. Canınızın ne istediğini söyleyin, periler size getirirler.
Ama perilere Allah ne verdiyse yiyelim derseniz, her şeyi veren Allah ve maazallah binlerce kap yemekle dolar
önünüz” dedi gülümseyerek.
Bunun üzerine Sanem Hanım,
“ben bamya yemeği yemek istiyorum.
Yanında da şöyle güzel bir komposto olursa benim için yeterli.
Hasan Bey de “ben epeyce bitkin düştüm düşünmekten.
O nedenle Şöyle bol proteinli karışık bir ızgara istiyorum.
Yanında da şıra ve yoğurt istiyorum” dedi.
Ebru, “tamam babacığım hepsi notlara geçti.
Siz buyurun, nerede yemek istiyorsanız oturun.
Hemen yemekleriniz gelir” dedi.
Hasan Bey Sanem Hanım’a bakarak,
“Bizim için dışarısı biraz serin değil mi efendim” dedi.
Sanem Hanım,
“Doğru söylüyorsunuz Hasan Bey, biz mutfakta yiyelim.
Oranın zaten manzarası, bir başka güzel” diyerek o tarafa doğru geçtiler.
Ebru arkalarından seslendi.
“Babacığım yemekten sonra, biz ufak bir toplantı yapacağız.
Sizi ihmal etmiş gibi olmayalım, siz keyfinize bakın, her şey var işte, daha sonra görüşürüz” dedi.
Herkes günün stres ve yorgunluğundan sonra gelen, bu güzel yemekleri yemenin mutluluğunu yaşıyordu.
Sacit Bey, maç izlemek üzere misafir salonuna geçmişti.
Çocuklar, kısa bir kız kıza sohbetin ardından, ödevlerini yapmak üzere odalarına geçmişti.
Hasan Bey ve Sanem Hanım da televizyon izlemek üzere kendi salonlarına geçmişti.
Mert, Ebru ve Zeynep Hanım güzel döşenmiş, resmiyetten uzak fakat toplantı odası olduğunu belli eden odada
toplantı için hazırlanıyorlardı.
Armağan’a da haber vermişlerdi toplantıya gelmesi için.
Armağan geldikten sonra toplantıya başladılar.
Mert,
“toplantıda konuşulacak bir şey yok.
Her şeyden önce, ben yapacağım bir şeyi size bildirmek için bu toplantıyı istedim.
Şimdi Armağan’ın bahsettiği bu serpintiden etkilenen insanlar var ya...
Ben onlarla görüşmek üzere, Armağanın verdiği adreslere gideceğim.
Ebru sen yorgunsun istersen kal, istersen gel” dedi.
Ebru,
öyle fazla bir beden yorgunluğum yok.
Yemekte zaten ağır değildi, uykum da yok.
Ben de geleyim, hava almış olurum” dedi.
Armağan,
“ben direkt sizinle gelemem fakat her an yanınızda olacağımı bilmenizi isterim.
Bir şey sorduğunuzda ışık durumuna göre, size cevap verecek kadar yakınınızda olurum.
Şehrin aydınlatması çok fazla gideceğiniz yerlerde.
Bu nedenle ben oralarda gölge olarak dolaşacağım.
- “Şimdi nereden başlıyoruz?”
Şehremini tarafına gideceğiz.
Size bahsettiğim Aycan Hanım ve küçük kız Hatice orada.
Hulki ise ters istikamette.
Ebru ’ların evlerinin ilerisindeki, Jandarma kampının 500 metre ötesinde oturuyor.
İsterseniz önce Şehremini'ne gidelim.
Küçük Hatice ile Aycan Hanım'ın evleri çok uzak değil birbirlerine.
Onlarla konuşalım ve geleceklerse onları alıp, misafir olmak üzere buraya getirelim.
Sonra Hulki ile görüşmeye gideriz” dedi.
Mert,
“Güzel plan, aynen uygulayalım” dedi.
Armağan,
“yalnız evlerinde olmayabilirler.
Nerede olduklarını Ebru Ablacığım, sen bir sordurursan senin ufaklıklara...
Ona göre orada burada dolaşmasak” dedi.
Ebru,
“Haklısın ben bir sorayım” diyerek gözlerini kapadı.
Biraz sonra gözlerini açtığında “Aycan hanımın şu an Aksaray tarafında olduğunu söylüyorlar.
Küçük Hatice ise evindeymiş.
Hulki de evindeymiş.
O zaman biz ne yapalım, küçük Hatice'ye uğrayalım ve oradan Aksaray’a geçelim” dedi.
Mert Ebru'ya dönerek,
“Ebru sana çok şey söylüyoruz ve senden çok şey istiyoruz, hakkını helal et.
Ne yapalım tombala sana çıkmış patlamada.
Artık bizi idare edeceksin.
Fakat söz, bunların karşılığını, ileride sana vereceğim” dedi ve
“Vereceğiz değil mi diye, Armağan ve Zeynep Abla’ya seslendi.
Onlar da tebessüm ederek başını salladı ve “Ebru’nun hakkı ödenmez” dedi Zeynep Hanım.
Mert Ebru'ya tekrar dönerek,
“Ebru’cum nokta atışı bir portal rica etsem.
Yapar mısın Lütfen?
Bizi, küçük Hatice'nin evinin önüne bir atıversen” dedi.
Ebru,
“Tamam sıkıntı yok, bu tür şeyleri isterken çekinmeyin.
Eğer bu görev bana düşmüşse, ben bunu sizin bir isteğiniz olarak değil, görev olarak görüyorum.
Ne yapılması gerekiyorsa, elbette ki yapacağım.
Lütfen her seferinde mahcubiyet içerisinde çekine çekine söylemeyin” dedi.
Mert,
"Zeynep ablacığım sen burada kalıyorsun, gelmen de zaten uygun değil.
Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
Döndüğümüz zaman zaten görüşeceğiz.”
“Evet, çocuklar hazır mıyız?” diye seslendi ekibe.
Onlar da başlarını sallayarak hazır olduklarını ifade ettiler.
Ebru yine aynı şekilde göz yumarak, parmak oynatmaca yaptı ve hop küçük Hatice'nin apartmanın önünde idiler.
Ebru,
“4 numaranın ziline basacağız” dedi.
4 numaranın ziline bastıklarında yaşlı bir amca sesi geldi “kim o” diye.
Ebru,
“Biz sizinle küçük Hatice’nin durumu için görüşmek üzere geldik amcacığım.
İzniniz olursa, beş dakika rahatsız edeceğiz sizi” dedi.
Bu söz üzerine otomata basıldı ve apartman kapısı açıldı.
4 numara ikinci kattaydı.
Oraya çıktıklarında küçük Hatice kapıyı açmış onları bekliyordu.
Yanında da dedesi vardı.
Ebru sordu,
“Dedeciğim yalnız mısınız, kimse yok mu evde sizden başka”
İsminin Sefer olduğunu öğrendiğimiz dede eski topraktı.
“Ne evde ne yerde ne de gökte torunumla benden başka kimsemiz yok” diye cevap verdi.
“Siz ne istiyorsunuz bizden” diye sordu.
Ebru,
“Estağfurullah dedeciğim, sizden bir şey istemiyoruz.
Küçük Hatice'nin özel durumundan haberiniz var mı?” dedi.
Sefer dede bunun üzerine,
“içeriye gelin o zaman içeride konuşalım” dedi.
İçeriye girdiklerinde “size bir şey ikram etmek isterdim fakat bir hazırlığım yok...
Haber verseydiniz keşke çay koyardım, sizinle beraber bir bardak da ben içerdim” dedi.
Ebru,
“Sefer dede çay işi kolay, sen küçük Hatice'deki fevkalâdeliği biliyorsun demek ki...
Bizde de ona benzer bir şeyler var” diyerek parmaklarını kıpırdattı.
Bir tepsi üzerinde dört bardak çay ile bir tane gazoz çıktı.
Bu gazoz Hatice Hanım’ın, çaylar da bizim dedeciğim” dedi.
Ebru,
“Gazoza ben bir bardak getireyim dedeciğim, mutfak de tarafta” diye sordu.
Aslında bardak getirmesi için, mutfağa gitmesine gerek yoktu.
Fakat onların ve evin durumunu görmek, maddi durumlarını anlamak için, böyle bir şey yapma gereği duydu.
Sefer dede,
“Sağa dön dümdüz git, göreceksin zaten mutfağı” dedi.
Ebru yerinden kalktı ve mutfağa geçti.
Döndüğünde ağzını buruşturarak, durumun pek de iyi olmadığını, epeyce sıkıntılı bir mutfak gördüğünü ifade
edercesine, mimikler yaptı.
“O gün serpinti esnasında Hatice'nin yanında kim vardı Sefer dede” diye sordu Ebru.
Sefer dede
“beraberdik kızım, kim götürecek Hatice'yi doktora benden başka” dedi...
“Peki, Sefer dede size serpinti bulaşmadı mı” diye sordu Ebru.
“Kızım eğer o üzerimize gelen fıskiyenin suyundan bahsediyorsan evet, hepimiz ıslandık.
O patlamanın sesi ve heyecanından da hemen ayrılamadık.
Epeyce üstünüze yağdı o isli su” dedi.
“Ben o sudan bana ne bulaştı, bulaşmadı diye hiç düşünmedim ancak, dün torunu parka götürdüğümde parkta oturduğum yerdeki kurumuş ağaçların ve bitkilerin yeşerdiğini, otların diğer tarafa göre birden daha fazla büyüdüğünü gördüm...
Birazda tedirgin olduğum için hemen ayrıldık oradan.
Evin içinde de zaten görüyorsun, saksılarda çiçekler azmanlaştı.
Herhalde bereketli bir insan olduk.
Çok şükür kötü birisi olup çıkmamışız.
Sizce bu iyi bir şey herhalde değil mi?” diye sordu.
Mert,
“İyi ne demek, bereket, rahmet...
Sizin elinizden böyle güzel şeylerini çıkması, ne mutlu size” dedi.
Ve Mert devam etti,
“Dedeciğim gecenin bir vakti ben lafı fazla uzatmayacağım.
Şimdi Ebru mutfağa su bardağı almaya gitti ya...
O gidiş bardak için değil, şöyle bir maddi durumunuzu görmek içindi.
Allah var, şimdi sizin arkanızdan bir iş çevirmek istemiyorum.
Açık açık konuşuyoruz, biraz sıkıntı var sanırım” dedi.
Sefer dede,
“Varımız yoğunuz işte bu ev, çok şükür kira vermiyoruz.
Bizim de bir tekaüt maaşımız var. Fakat hayat çok pahalı be evladım...
Elimize geçen para, bir hafta on günde neredeyse tükeniyor.
Geri kalan günleri çok zor ve sıkıntılı geçiriyoruz.