MANA 1.Kitap 16.Kısım
MANA 1.Kitap 16.Kısım
Amerikalı haylaz bürokratlar ve askerler, deneylerle buldukları birtakım DNA’ları kullanarak, bunu yapay
yöntemlerle insan DNA’sı ile birleştirme gayretindeler.
Bizde olan ise, yapay değil tamamen laboratuvardaki patlama sonucu, uzaylı DNA’sı gelip bizimkiyle birleşti.
Bunu biz seçmedik ve bu durumdan, Ebru ve benim haricimizde yirmi kişi daha etkilendi.
Odada bilinen üç kişi varken, iki artı yirmi sayısının telaffuzu, soğuk bir hava ve yutkunmalara sebep olmuş vaziyette, herkesi pür dikkat kesmişti.
Mert devam etti...
“Testler ve çalışmalar neticesinde birtakım insani varlıklar ve mutantlar oluşturma gayreti içerisindeler ki;
Armağanın anlattığı gibi, bunu bir miktarda başarmışlar.
Birazdan Armağan devam edecek.
Bu sadece Amerika'ya mahsus değil, dünyanın pek çok ülkesinde buna benzer insani varlıklar ve mutantlar
oluşturulmuş, onlardan da bahsedeceğiz.
Fakat burada önemli bir de nokta var ki, onun söyleyip kenara çekileceğim.
“Şimdi bakın iyi dinleyin.
Öncelikle Mert Bey sen konuşuyorsun ama sen nesin diye soracaksınız.
Ya da en azından aklınıza geliyordur.
O laboratuvar patlamasından sonra, Ebru'nun Birtakım Tatlı Cadı misali sihirli güçleri oluştu.
Benim de gücüm çok arttı.
Ne kadar arttı, sınırı nereye kadar bilmiyorum. Yani bir kamyonu kaldırabilirim.
Ama bir dağı kaldırabilir miyim, buna hiç test etmedim.
Etmeye de niyetim şu anda yok.
Fakat En azından, kendimi 10 kaplan gücünde hissediyorum.
Hani derler ya “Fantom ormanda 10 Kaplan gücündedir” diye.
O Espriden yola çıkarak söylüyorum.
Yoksa ölçülmüş bir değeri yok ve çok yükseklerden aşağı atlayabiliyorum.
Denedim, aşağıdan da bir binanın çatısına sıçrayabiliyorum.
Tek bir yumruğumla epeyce geniş bir çelik tabakasını delebiliyor ve istersem parçalayabiliyorum.
Dedim ya bunları ölçmedik, detaylı test etmedik.
Şimdi bir noktanın daha altını çiziyorum.
Biz yine evimize gittiğimiz zaman, arabamızın lastiğini kriko ile değiştiriyoruz.
Ebru da evde bulaşıklarını elinde yıkıyor, sihrini kullanarak yıkamıyor.
Asaf hocamızın bize tavsiyesi, “insanlıktan çıkmayın çocuklar, insani özelliklerinizi bırakıp, bu yeni
özelliklerinize sarılırsanız, bir süre sonra insanlıktan çıkarsınız” dedi.
Biz bunu oturduk, konuştuk, düşündük ve Asaf Hoca'nın yerden göğe kadar haklı olduğuna kanaat getirdik.
Bu çizgide davrandık bugüne kadar.
Ve bundan sonra da gayretimiz bu yönde olacak.
Şimdi o perşembe yaylasına düşen gök taşının, diğer gök taşlarından farklı bir özelliğini gördük.
Zaten olaylar da böyle başladı.
Göktaşı düştüğünde parçalanmış.
Parçaları başta Amerikalılar ve diğer ülke ajanları yüksek paralar vererek toplamış.
Tabii biz sadece Amerikalılar diyoruz fakat çok değişik ülkelerden gelen Birtakım simsarlar, ajanlar bunu
toplamışlar.
İçlerinden bir parçayı da genç bir çift bulmuş.
Yaylada buldukları bu parçanın ortasında Elmas’a benzer bir taş görmüşler ve gerçekten elmas olduğunu zannederek,
bunu taşları toplayan Amerikalı ve diğer simsarları vermek yerine, İstanbul Kapalıçarşı'ya götürerek, fiyat almak
ve daha yüksek bir fiyata satmak istemişler.
Ne olduysa da zaten ondan sonra olmuş.
Bu göktaşının bulunduğu otobüste seyahat edenlerin hepsi, yüksek ateş, şiddetli karın ağrısı, bulantı vesaire
şeklinde hastalanmaya başlayınca, otobüs karantinaya alınmış.
Ebru ve ben bu konuda bilgi sahibi ve yetkili kişiler olduğumuzdan, bu taş birtakım prosedürler sonucu bizim
önümüze geldi.
Neyse uzatmayacağım...
Biz test yaparken bu taş patladı.
Laboratuvar üzerimize çöktü.
Enkazdan bizi, öldü sanarak çıkartmışlar.
Üç gün baygın yatmışız.
Üç günün sonunda uyandığımızda bu güçlere sahiptik.
Daha sonra tahlil ve tetkiklerimiz yapıldığında taşın DNA'sının bizim DNA’mızla birleştiğini söylediler.
İşte netice olarak da karşınızdayız.
Bir durum daha var.
Bakın burası da çok önemli...
Laboratuvardaki patlama esnasında dışarıya püsküren o yoğun duman, çimleri sulayan fıskiyenin su zerreciklerine
tutunarak, hastane duvarının dışındaki kaldırımda yürüyen insanların üstüne serpilmiş.
Ve dolayısıyla bu serpintiyi alan, yani bu serpintinin üzerlerine yağdığı insanlar, Birtakım değişikliklere
uğramış.
İşte gölge olarak gördüğünüz Armağan da...
O anda kader işte, kaldırımdan o anda geçenlerden bir tanesi.
Biz bu konuda çalışma yapacak vakti bulamadık.
O bölgeyi gören Birtakım kameralar mevcut.
Armağan bu kameralara bakmış ve etkilenen yirmi kişi olduğunu söylüyor.
O serpintiyi yiyen insanları, kim olduklarını, bu kameralar vasıtasıyla detaylı tespit edelim.
Bulalım ve bizim yanımızda kendilerini anlayıncaya kadar, misafir edelim.
Yoksa maazallah kötü ellere düşebilecekleri gibi, durumlarını anlayamamanın paniği ile çevrelerine de zarar
verebilirler.
Şu anda bulunduğumuz binanın hemen aşağı tarafında gölün kenarında on dönümlük bir arazi edindik ve bunun üzerine bin metrekare tabanlı üç katlı güzel bir bina kurduk.
Şimdi orada eskiden bir bina yoktu.
Bölgeye zarar vermeyecek ve tarihi dokusunu, işte göl havzası dokusunu zedelemeyecek şekilde bir akşamda hoş bir
bina yapmaya çalıştık.
Zemininde güzel yaşam alanları, birinci katında 20 tane misafir odası ve üçüncü kat bize ait özel mülk olacak şekilde bir ayarlama yaptık.
Binanın tapusu benim annem ve Ebru'nun babası üzerine kayıtlı.
Ha diyeceksiniz ki ne zaman yaptınız bunları...
Vallahi dün gece, yardımcı Perilerimiz 30 sene öncesine gidip gelerek, tapu işlerinden mahkeme kararlarına, imar
planları, izinleri, tasdikleri, hepsini Ebru parmaklarını oynatarak halletti.
Binayı da on dakika içerisinde planladıktan sonra kuruverdik.
İçini de döşedik.
Şu an orası misafir kabul edecek durumda.
Orada herhangi bir masraf ve bütçeye ihtiyacımız yok.
Çünkü şimdi bir kelime daha kullanacağım ve bunu da yanlış anlamayın...
Orada Periler hizmet ediyor.
Her an açık büfe şeklinde yemeğimiz, her türlü içeceğimiz, elektriğimiz, suyumuz, internetimiz vs. hepsi mevcut.
Misafirleri en iyi şekilde ağırlayabileceğimiz ortamımız mevcut.
Sizler de buyurun çayımızı içersiniz, ortamı görürsünüz.
Fakat dediğim gibi, bu kamera görüntülerinden bu insanlar tespit edildiğinde onları zorlamadan tatlı tatlı davet
etmeliyiz.
Hatta Armağan onlarla konuşabilir, Ebru ve ben konuşabiliriz.
İkna ederek, bunun uygun olduğunu anlatarak, onları alıp misafir etmemiz uygun gibi geliyor.
Küçük iseler yanlarında bir büyüklerini getirebilirler gibi...
Şimdi göktaşının düşmesini, çekirdeğindeki DNA'nın bize sıçramasını, kaldırımdan geçenlerin üstüne püskürmesini, Amerika'daki kötü niyetli insanların ve kötü gidişatın size aktarılmasını tamamladık.
Şimdi Armağan size Amerika'nın dışında ne gibi şeyler gördüğünden de bahsetsin, daha sonra toplantıya geçelim.
Çünkü bir şey düşünülecek ve karara bağlanacaksa, bunun istişare ile olması bizim açımızdan önemli.
Burada ben kenara çekilmek için konuşmamı kesiyorum.
Aynı zamanda sizi uyarıyorum.
Sayın Müsteşarım bizim dışımızda bizimle ilgili kararlar lütfen almayın.
Bakın biz sizin yanınızdayız...
Birlikte hareket edeceğiz...
Çok ciddi bir dünyasal problem var...
Hatta dünyanın dışını bile ilgilendiriyor olabilir.
Yapılacak her ne varsa birlikte yapacağız.
Ama bunları yaparken Lütfen bizi baypas ederek kararlar almayın.
O şekilde alacağınız kararlar da bizi bağlamaz.
Bahçe adını verdiğimiz yerleşkemizi bir saniyede Hindistan’a taşır orada devam ederim. Bunu en baştan, dost olarak
söylüyorum.
Sonradan külahları değişmeyelim Müsteşarım diyerek, tebessüm etti.
Müsteşar Kemal Bey gülümseyerek,
“Vallahi şu anda ben ne nedir, ne ne değildir hiçbir şeyi kafamda yerine oturtamadım, bu söylediklerinize ne
diyeceğimi dâhi bilmiyorum.
Kaldı ki, karar alıp size yaptırmak gibi davalara gelemedik.
Fakat bu söylediğini, aklımın en ön safhasında her zaman tutacağım.
İstişare ile alınmış karar, her zaman en iyi karardır.
Bende aynı fikirdeyim.
Ha şunu söyleyeyim, Müsteşar yardımcımız Sayın, biraz önce laf attığınız Sayın Zeynep Hanım, bundan sonra tamamen
sizinle çalışacak.
Kendi ile birlikte küçük bir birlik oluşturarak size katılacak.
Böylece Birtakım kanuni prosedürleri baypas etme imkânınız oluşmuş olacak.
Daha rahat hareket edeceksiniz.
Tabii bunları yaparken, biraz önce senin bana söylediğini şimdi ben sana söylüyorum.
Kendi kafanıza göre hareket etmeyeceksiniz.
Zeynep hanımla istişare ettikten sonra, Asaf Hoca'nın uygun görmesinden sonra Birtakım şeyler yapacaksınız.
Tabi adı üstünde acil durum her zaman acil bir durumdur.
Acil durumlarda acil kararlar alınır.
Bu kararları alanlar da aldıkları kararların arkasında durur, sorumluluğunu taşır.
Bunu herkes kabul ediyorsa, ne sizin için ve bizim için hiçbir problem göremiyorum” dedi.
Müsteşar beyin bu konuşmasının bitiminde Zeynep Hanım "Baş üstüne efendim" diyerek, emri aldığını ve onayladığını, aynı fikirde olup altına imzasını attığını belli etti.
Armağan,
“vakit geçiyor, sizin için gün devam edebilir fakat akşam olmadan ben evime dönmeliyim.
Yoksa huzursuz ve rahatsız bir ortamda kalabilirim” dedi.
Mert Armağan’a dönerek,
“Armağan senin için güzel bir oda hazırladık.
Şartları senin vücut yapına uygun.
Şimdi kiminle nasıl yaşadığını bilmiyorum.
Fakat bizim yanımıza gelmeni engelleyecek bir durumun yoksa seni uygun bir bölümde misafir etmekten memnun oluruz.
Misafir etmek derken, bizim Bahçe adını verdiğimiz villadan, o bahsettiğimiz, gerektiğinde sihirle çok daha fazla
sayıya çıkabilen yirmi saray yavrusu odadan söz ediyorum.”
“Mert abi onu konuşuruz, tabii ki evet.
Benim ailem İstanbul’da değil.
Yalnız kalıyorum.
Özel durumları konuşuruz ve ben de sizinle birlikte olmaktan hoşnut oluyorum.
Evet, gelmek isterim, detayları daha sonra aramızda konuşuruz.
Fakat "şimdi acil aktarmam gereken bilgiler var ve araya söz girmesin, beni dinleyin" dedikten sonra anlatmaya
başladı.
Şimdi ben, dolaştığım esnada gözlemlediğim durumlar ve kişilerden bahsedip birtakım isimler vereceğim.
Bunun not alınması gerekiyor.
Çünkü istihbarat olarak, bu konuya yoğunlaşırken, bu isimleri biliyor olmanızın size çok faydası dokunacak.
Amerikalı General Curtis ile yardımcısı Binbaşı Steve dedik...
Diğer isimleri sayıyorum detayları ikinci safhada anlatacağım, bence yazın.
Rus General Alexander ve yardımcısı Binbaşı Boris,
Japon Akiko ve yardımcısı Akina,
Çinlilerde Chang ve yardımcısı Fen,
İngilizlerde Sör Robert ve yardımcısı Susan,
Almanlarda Stefan yardımcısı Sabina,
Araplar da var evet, Ammar ve yardımcısı Ramize
Şimdi de insani varlık ve mutantlardan bahsedeyim kısaca.
Gözü ile gördüğü evlerdeki elektrikli aletlere hükmedebilen Japon ajanı şarkıcı Yui,
Gözü ile gördüğü bitkilere ve ağaçlara hükmeden Rus ajanı Valeriya,
Elektriğe hükmedebilen ve elektrik tellerinde seyahat edebilen Rus Filip,
Tüm görüntülü cihazlara ve bilgisayar ve de telefonlara girerek her şeyi gözleyebilen Çin ajanı Bayan Meng,
Balık gibi yüzen, denize ve içindeki canlılarına hükmeden Çinli Gigi,
Şarkı söylediğinde insanları hayal dünyasına hapseden Koreli Jin,
Havadaki nemi buza dönüştürebilen İngiliz ajanı Vinnie,
Bulunduğu bölgede deprem oluşturan Alman ajanı Hans,
Dokunduğu metalleri yanında olduğu müddetçe altına çeviren ve mükemmel bir aşçı olan Dubaili Amr.