MANA 1.Kitap 12.Kısım

...

MANA 1.Kitap 12.Kısım

Ama bu seferde Hasan Bey başladı...
"Çocuklar, başınıza derde mi soktunuz?
Ne oldu, devletle bir probleminiz mi var?
Herhangi bir soruşturmaya mı tabisiniz?
Mahkemelik bir durum yok değil mi?" diye sıralamaya başladı.

Ebru bunun üzerine,
“ooh Sanem annem sustu, Hasan babam başladı...

Baba lütfen ya, görüyorsun buradayız ve kimse de bizi aramıyor.
Devletle de aramız çok iyi...
Devletin yetkili kuruluşunda görevliyiz...
Bir sakin olursanız, size bunları güzel güzel anlatacağız.
Yoksa gece vay vay vay larla, of aman of larla geçecek."

Sanem Hanım ve Hasan Bey başlarını sallayarak, Hasan Bey,
“peki sizi dinliyoruz, güzel güzel anlatın bakalım nedir mesele?” dedi.

Mert,
“Ebru İznin olursa ben anlatayım, sende tamamlarsın” dedi ve Ebru'nun, “peki Mert buyur başla” demesiyle Mert konuyu anlatmaya başladı.

“Her şey ılık bir sonbahar sabahı başladı” dedi ve gülmeye başladı.
Fakat kendini durduramıyor, kahkahalar atıyor, karnını tutuyordu.

Ebru da onu takip ederek, O da kahkaha atmaya başladı…

Neyse bir süre sonra toparladılar.

Mert,
“görüyor musunuz, bizim de sinirlerimizi bozdunuz.
Şimdi herkes sakin olsun ve ben konuşurken lütfen dinleyin, sadece dinleyin, sonrasında ne sorarsanız sorun, hepsine cevap vereceğiz.
Sabaha kadar vaktimiz var” dedi.

Sessizlik vardı ve dinliyorlardı, devam etti.

“Hani biz hastanedeydik ya üç gündür.
Hastanede yatıyor olmamıza rağmen, sizi yanımıza almamışlardı.”

Sanem Hanım Yine kıpırdanmaya başlayınca Mert, “anne, anne dedim lütfen” diye kaşlarını çatarak kızınca...
Sanem Hanım tekrar kendine çeki düzen verdi ve Mert devam etti.

“İşte o üç gün boyunca biz kendimizde değilmişiz ve baygın bir vaziyette uyumuşuz.

Üç gündür uyuduğumuzu da bize Asaf Hoca anlattı.
Tahliller yapmışlar, tetkikler yapmışlar, ultrasonlar, tomografi, MR...
Fakat hiçbir rahatsızlık bulamamışlar.

Bunu söylüyorum, çok şükür ikimizde de hiçbir rahatsızlık bulamadılar.
Hiçbir rahatsızlığımız da gerçekten yok.
Bu üç gün boyunca uyumamızın, o laboratuvardaki bildiğiniz patlamayla bağlantılı olduğunu düşünmüşler.
Şimdi buraya kadar olan anlattıklarımı anladı mı herkes?

Laboratuvarda Ebru ile birlikte bir test yaparken, cihaz patladı ve duvarlar çöktü, kendimizi kaybettik.
Orada da bir enkaz oluştu.
Fakat çok şükür vücudumuzda bir yaralanma yok.
Üç gün kendimizi kaybetmiş vaziyette hastanede yattık.
Uyandığımız zaman da bir şeyimizin olmadığını söylediler.
Buraya kadar böyle...

Şimdi öncesine dönüyorum ve size söylemeyecektik fakat iş farklı bir hal aldığı için, bunu bizden duyun istedik.

O, bizden duymanız gereken kısma geliyorum. Tokat'ın Perşembe yaylasına bir göktaşı düşmüş ve düştükten sonra parçalanmış...

Bu parçalardan birisinin içerisinde Elmas'a benzeyen bir parça varmış.
Bunu da genç bir karı koca bulmuş, elmas gibi parladığını görünce, onu uygun bir fiyata satabilir miyiz diye, İstanbul Kapalı Çarşı'ya gitmek üzere, Tokat'tan yola çıkmışlar.

Yolda otobüsün içerisindeki yolcuların hepsi de aynı şekilde rahatsızlanmış.
Bolu Devlet Hastanesi'nde incelemişler, bir şey bulamamışlar.

Ama yolcular hasta ve sebebi de açıklanamıyor.
Sonrasında incelemek üzere bizim uzmanlık alanımız olduğu için, bize gönderdiler.

Ebru ile de zaten o vesileyle tanıştık.
İkimizin birlikte bu olayı incelememizi istediler.
İnceledik, kan tahlillerinde ve diğer tetkiklerde herhangi bir anormallik yoktu.
Sadece Birtakım farklılıklar vardı.

Otobüsün içerisinde buna sebep olabilecek bir şey olabileceğini düşünerek, her şeyi numaralandırarak bize göndermelerini istedik.
Her şey geldi ve gelenlere baktık, anormal bir şey yoktu...

Bakınırken, daha sonra bir peynir tenekesinin içerisinden, işte o göktaşının çekirdeğinin olduğu bir paket çıktı.
Bu paketten çıkan nesnenin, otobüsteki insanları hasta etmiş olma ihtimaline karşı, tamamen güvenli bir ortamda inceliyorduk.
Fakat biz de bir şey bulamadık...

Sonrasında Ebru ile birlikte, başka bir cihaz içerisinde incelersek bir şeyler bulabileceğimizi düşündük...

Neyse, bizim radyo dalgaları ile ölçüm yaptığımız bir cihazımız var.
Bu çekirdeği onun içerisine koyarak, ölçümleri yapmaya başladık.
İşte tam bu esnada çekirdek patladı ve bizim altında kaldığımız enkaz oluştu.
Bizi de enkazın altından, baygın vaziyette çıkarıp hastaneye kaldırmışlar.
Üç gün geçtikten sonra, kendimize geldik.

Buraya kadar da tamam mı?
Tamamsa, asıl anlatacağım şeyi anlatmak üzere devam ediyorum.

Siz bizi görmek üzere içeriye girmeden hemen önce, ben yattığım yerden doğrulmak istedim ve bunun için yatağımın üstündeki, o tutunacak yere tutunarak kendimi yukarıya çektim.

Fakat kendimi yukarıya çekmek isterken, tavanın çökmesine sebep oldum.
Sonra baktım ki bende deli bir kuvvet var.
Hem de öyle bir kuvvet ki, söyle duvarı çeksem devireceğim sanki...

Anne, benim daha önceki zamanlarımı biliyorsun, gayet sakin bir halim vardı.
Öyle bir sporculuğum falan da yoktu.
Fakat enteresan bir şekilde kendimi nasıl söylerler, 10 kaplan gücünde hissetmeye başladım.
Şöyle yerden zıplasam, binanın çatısına çıkabilecekmişim gibi hissetmeye başladım.

Neyse, o el tutamağını çekipte, odanın tavanını kendime doğru çökertmeye başladığımda üzerime birtakım duvar parçaları ve demirler düşmeye başladı...

Tüm o hafriyat tam üzerime düşecekken, üzerime böyle bir metreden az kala, Ebru'nun gözlerini kapayıp, bir şeyler mırıldandığını ve parmaklarını hareket ettirdiğini gördüm...

Onun bu hareketi ile birlikte, üzerime düşenler havada dondu kaldı.

Daha sonra Ebru, avucunu açıp şöyle onları yukarıya doğru, sanki itercesine bir hareket yapınca da her şey eski haline döndü ve gitti eski yerine yerleşti. Sonrasında Ebru benim onu izlediğimi görünce utanıp ellerini battaniyenin altına sokunca da tavan üzerime düştü.
Bunu sadece Asaf Hoca gördü.
Sonrasında hiç bozuntuya vermeden sizleri içeriye aldı ve bizi taburcu etti.

Daha sonradan, Ebru ile birlikte bunun ne olabileceğini kendimiz inceledik.
Asaf Hoca ile birlikte konuştuk.
Şimdi sözün sonuna geliyorum...
Siz beni görüyorsunuz evet...
Ebru'yu da görüyorsunuz evet...
Bende şu an 10 kaplanın gücü var mı, evet var...
Ebru da ne var diyeceksiniz...

O yani böyle rengârenk bir durumda...
O da hani eskiden televizyonda Tatlı Cadı vardı ya, anlatırdınız ya...
İşte Ebru, aynen o tatlı cadının bir gömlek üstü oldu.
Tek farkı burnunu oynatmıyor, iki parmağını oynatıyor.
Ne olacaksa, ya da ne olmayacaksa, oluyor ya da olmuyor.
Evet, durum bu dedi”.

Ortamda derin bir sessizlik vardı...
Böyle bir yirmi otuz saniye, herkes sadece hafif hafif başını sallıyordu.

Hasan Bey sessizliği bozarak, “yani” dedi ama lafına devam edemedi.
Ne diyeceğini bilmiyordu...

Mert bunun üzerine tekrar sözü alarak,
“bakın şimdi şöyle bir durum var, biz bunu konuştuk...

Evet, bizde şu anda normal bir insandan farklı olarak, birtakım yetenekler var.
Biz insanlığımıza devam etmeye karar verdik.
Normal yaşantımıza devam ediyoruz.
Arabanın tekeri değiştirileceği zaman, yerden elimizle tutup kaldırmıyoruz.
Kaldırılacaksak kriko ile kaldırıyoruz.
Bulaşıklar mı yıkanacak, sağ elin iki parmağının hareketleriyle yıkamıyoruz.
Elimizle ya da makine ile yıkıyoruz.
Şimdi buraya kadar böyle...

Bakın şimdi bu tür durum ve olaylarımıza, zaman içinde şahit olacaksınız ve o an endişe duymayın, paniğe kapılmayın, diye biz size bunları anlatıyoruz.
Fakat asıl anlatma sebebimiz aslında bu da değil...

Şimdi o patlamanın olduğu gün, laboratuvardan çıkan duman, çimenleri sulayan fıskiyenin zerrecikleri ile birleşerek, o sırada Hastane önündeki kaldırımdan geçmekte olan kişilerin, üzerine serpinti oluşmuş demiştik ya...

Bu serpintinin sonucunda da yine bizim gibi birtakım insani varlıklar ortaya çıkmış.
Bunlardan bir tanesi ile bugün tanıştık.
Kendisi bir gölge...
Vücudu yok...

Lütfen sakin olunsun ve sen gözlerini açma anneciğim.
Çünkü daha başka şeyler de söyleyeceğim ve panik yapmayı en sonra bırak.

Gölgenin ismi Armağan ve bizimle arkadaş oldu...
Armağan, gölge olan her yerde gezebiliyor.
Bir cismin gölgesinden diğer bir cismin gölgesine, Çin’deki ağacın gölgesinden, Nil Nehri kenarındaki çalının gölgesine gezip duruyor.
Ortada gölgeye sebep olacak ışık olmayınca da vücuduna tekrar kavuşuyor...

Gölgeden gölgeye yaptığı bu seyahatleri esnasında sekiz on ülkede daha bizlere benzer insani varlıklar görmüş.
Bunların kendileri kötü niyetli olmasa da birtakım kötü niyetli insanların elinde bazıları silaha dönüşmüş...

Özetle o laboratuvardaki patlamaya sebep olan göktaşı, Dünya’ya düştüğünden beri, dünya artık sizin bildiğiniz dünya değil...
Şu anda bunu biliyorum ve bunu söylüyorum.

Bunları da sizi endişelendirmek için söylemiyorum.
Birincisi, bunlarla karşılaştığınız zaman heyecanlanmayın diye anlatıyorum.
İkinci kısmı daha da önemli ki, bu değişime uğramış insanlar, sürekli bizimle temas halinde olacaklar ve siz nasıl ki bizim büyüğümüzseniz, onlara da büyüklük, yerine göre anne ve babalık yapmanızı isteyeceğim sizden.

Sonra bu insanların ortalıkta dolaşması doğru değil ve onların rahatsız edilmeden ve daha önemlisi kazayla başkalarına zararları dokunmadan, rahat edecekleri bir ortama toplanmaları lazım.
Böyle bir otelin müdür ve müdiresi de bizim yanımızda olmanız sebebiyle doğal olarak siz oluyorsunuz.

Ben size her şeyi tek tek ve doğru bir şekilde anlattım.
Asaf Hoca'nın başkanlığında ve milli istihbaratın da denetiminde Büyükçekmece gölünün otoban tarafında bir tesis kuruldu.
Ve biz de orada görev yapıyoruz.

Şimdi görev yapıyoruz dedik de göreviniz ne diye aklınızdan geçecek.
Hemen söyleyeyim, eskiden yaptığımız işten farklı bir şey yapmıyoruz.
Ben yine genetik doktorluğu, Ebru da yine biyoloji doktorluğu üzerine çalışıyor...

Aslında şu ana kadarki işimiz, Türkiye'deki tarım, hayvancılık, ziraat, maden ve doğal kaynakları incelemekti…

Ancak iş öyle bir noktaya geldi ki; sanırım bundan sonra onları inceleyecek pek vaktimiz olmayacak.
Dünyadaki ve ülkemizdeki insani varlıkları incelemekten, onlara pek vakit bulamayacağız gibime geliyor.

Evet, durum böyleyken böyle...
Size şimdi bunları, önemli bir sebepten dolayı anlattık...
Bir kere her şeyi doğru ağızlardan, doğru bir şekilde öğrenmeniz için...
Fakat bir başka anlatış sebebimiz daha da var ki, şimdi burada heyecanlanabilirsiniz.
Inn ın ın ınnnnnnnnn...

Ebru, her ikinizi de korumak üzere, sizin göremediğiniz fakat sizi koruyup kollayan, sıkıntılı olduğunuz zamanlarda size ufak tefek yardımlar yapan, birer tane pericik verdi.
Artık ikinizin de periniz var.

“Perilere karıştınız yani” diyerek, ortamın gerginliğini yumuşatmak için güldü Mert.
Ebru heyecanlanmayın diye bunları sizin fark edemeyeceğiniz şekilde sizi korumak üzere ayarladı.
Birkaç gündür de sizi koruyorlar zaten.

Gerçi, korunma gerekecek herhangi bir durumla da karşılaşılmadı.
Fakat bundan sonrası için biraz endişelerimiz var...

Bizim ebeveynlerimiz olmanız sebebiyle korunmanız gerekiyor…

Bize karşı maalesef, düşmanlık besleyebilecek Birtakım dış güçler ve bunların güdümünde olan, insani varlıklar olacağından şüpheleniyoruz...

MANA 1.Kitap 13.Kısım için tıkla..

...

...